Kravat
Konumuz niçin kravat, nereden açıldı bu konu diye düşünenler açısından, bir iki paragraf sonra bulacaksınız bunun cevabını ama onun öncesinde kravatla ilgili bilgilendireyim biraz sizi. Kravat, ülkemizde ve Batı Toplumu’nda bir aksesuar olarak kullanılan ve kostümü tamamlayıcı özellikte olan bir unsurdur. Zannedilmesin ki tarihi çok eskilere dayanıyor, daha topu topu şuracıkta yüz elli yıllık bir mazisi var yok.
İlk kez Hırvatlar bağlamışlar boyunlarına kravatı. Herhalde günümüz tarzı kullanılmaya başlandığı yıllar 1870 li yıllar olsa gerek. Ondan önceki dönemde de mutlaka farklı toplumlar kullanmış olabilirler ama bu kullanım şekli günümüzdekinden farklı olarak boyun bağı şeklinde bir tarz olsa gerek.Yani ilk kullanılmaya başlandığı dönemlerden çok eskiye de gitmeye gerek yok, ne İsveç Kralı Şarl, ne Rus Çarı Deli Petro,ne de Osmanlı’nın yenilikçi hükümdarı II.Mahmut böyle bir aksesuarı kullanmamıştır. Bizde kullanımı daha da yenidir yani Cumhuriyet sonrasıdır.
Kravatın en çok da Atatürk’e yakıştığını düşünürüm. İlginçtir,bir Osmanlı zabitine Frenk tarzı bir giysinin bu derece yakışması. Yakası dik gömlekte, gömlek üzeri yelek ve koyu renk takım elbiseli resimlerdeki Atatürk’ü bir gözünüzün önüne getirin, ne kadar da hoş duruyor üzerinde.
Gerçi; O’na ne giyinse yakışıyor. Kravat da, kalpak da, cepken de, çizme de..Karizmadan öte bir duruşu var çünkü O’nun.
Kimisi kravatı kısa ve küt bağlar, kimisi ise uzun bağlamayı tercih eder. Özellikle filmlerde izleriz Zeki Alaysa, Güdük Necmi, Tulum Hayri gibiler neredeyse yarım karışı geçmeyen ve çenesinin hemen altındaki bir uzunlukla yetinirler ve kendilerine böyle yakıştığını düşünürler.Gerçi bunlar komedi amaçlı, güldürelim düşüncesiyle yapılan bir bağlama tarzı ama toplumda da çoğu kişide rastlarsınız bu tarz kravat bağlayanlara ve bu bağlama şekli o kişiyle bir nevi özdeşleşir.
İşte bir de tam bunun aksi tarzda oldukça uzun bağlayanlara da rastlanır kimi zaman. Bazen de kişinin cüssesinden kaynaklanan nedenlerden dolayı güdük kalır kravat. Eğer boyunuz uzun, boynunuz küt ve kalın, göbek de çok ilerdeyse ne yapsanız kısa kalır kravat üzerinizde. Özel yapım gerekir daha uzun bağlamak için o zaman, sipariş vermeniz gerekir bir firmaya.
Standart tiplerin kravat boyu zaten bellidir, tam kemerinin metalinin boyundadır kravatın uzunluğu. Açıkçası ben de hoşlanırım kravattan. Ceket pantolon giyindiğimde, yani resmi bir hüviyete büründüğümde, her nedense; kravat olmaksızın, bir eksiklik varmış gibi hissederim kendimde, hatta bazen o kadar önemserim ki; iki yakamı bir araya getirdiğini düşünürüm kravatın. Tercihim ise; kravatın, ne geniş ne de ince, boyunun ise; kemerin metalini de aşacak uzunlukta olmasıdır.
Ben bugüne kadar, gördüm gördüm de Yavuz kadar uzun bağlayanına görmedim kravatı. Yavuz’un kravatının boyu, mübalağasız iki katıdır bizimkinin, neredeyse dizine yakındır ve kendine özgü bir model oluşturur bu haliyle. Her nedense ben de çok hoşlanırım bu tarz bağlamasından Yavuz’un. Zaten şimdiye kadar hiç böyle bağlayanına da rastlamadım. Der ki Yavuz; ben kendimi ancak böyle güvende ve etkin hissediyorum,memur olduğumu böyle anlıyorum,bu bana özgüven sağlıyor ve hemen her zorlu meselenin altından kalkacağım hissi veriyor bana diye.
Kravatından açmışken konuyu Yavuz’dan bahsedeyim size biraz. İyi ki tanımışım Yavuz’u, iyi ki tanışmışım İncesu da Yavuz’la. Genç, neredeyse aramızda on, on beş yaş fark var ama,inanın insan ancak bu kadar örtüşür,belki doğrudan bir benzerlik yok tarzımızda ama birbirimizi anlama konusunda cidden üzerimize yok. Bir araya geldiğimizde, sohbet ettiğimizde,konudan konuya girdiğimizde hiç sıkmayız birbirimizi,saatlerce konuşuruz karşılıklı. Zaten istediğim de budur benim. Daha ben bir şeyi zihnimden geçirirken, konuya girerken bir ipucu verirken, Yavuz ne demek istediğimi anlar ve gireriz konunun özüne.
Mıymıntı, pısırık, şapşal,, sünepe adamlardan hiç haz almaz Yavuz. Varsa yoksa açık,net,girgin,atak,cesur olacaksın sizden hoşlanması için Yavuz’un. Gerçi ben de Yavuz’un aradığı bu özelliklerin hiç birisi yok ama her nedense tuttu beni bir kere. Nedendir bilemiyorum ama güvenir bana Yavuz. Herhalde test etmiştir diye düşünüyorum.Yanlış olmadığımı,kendisine yanlış yapmayacağımın farkındadır. Konuştuğu, açtığı mevzuların bizde kaldığını, başkalarıyla paylaşılmadığını, zorda sıkıntıda kaldığında arkasında olduğumuzu bilir ve bilir ki biz bir arkadaşı, ağabeyi ve bir büyüğü olarak hep O’nun iyiliğini düşünür ve isteriz. Bir şey sorduğunda,bir konuyu açtığında,bir görüş ve fikir almak istediğinde bilebildiğimiz kadarıyla hep doğruyu söyleriz,doğru yolu gösteririz O’na.
İnce, cılız sıskadır Yavuz. Uzun görünür inceliğinden dolayı,avurtları çökük,beli içine geçik, kemer neredeyse iki tur bindirecek düzeydedir pantolonun üzerine. Bu görünümünün aksine kendinden emin,dik ve sesi gürdür. Neredeyse sesiyle karşıdakini tırsıtır. Bazen kendini bilmezlere haddini bildirir, onlara bir zavır çeker adamlar neye uğradığını bilemezler. Hele masasına bir geçsin,kendisinden habersiz otursun koltuğuna birisi,hemen Yavuz’un hışmına uğrar ve oradan derdest uzaklaştırılır.
Çoğu zaman sorar bana yeni giyindiğinde; abi nasıl olmuş bana uymuş mu,yakışmış mı giyindiğim diye.İyi olmuş Yavuz iyi duruyor üzerinizde;kravatla bütünleşmiş,zıt renkler seni daha iyi açıyor,hem günümüzde zıt renkler tercih nedeni ancak; bizim yaş grubu uyumlu renkleri tercih ediyor derim ve arkasından sorarım: Yavuz hiç kot giyinmiyorsun sebep nedir diye, hemen ne demek istediğimi anlar ve abi kot yakışmıyor bana, düdük gibi oluyor, bir tuhaf gösteriyor beni,o nedenle giyinmiyorum der. Bazen araziye çıktığı zaman ender de olsa giyinir ve bakarım ki Yavuz haklı, aşırı zayıflıktan olsa gerek yakışmıyor kot O’na. Cılızlığını en iyi kapatan biraz geniş klasik kıyafetler Yavuz’un..
Bendeki farklılığı Yavuz da görür hemen.Saatler(oysa sıhhatler)olsun tıraş olmuşun abi der,berberin iyi anlaşılan,enseyi düzgün almış;favorini düzgün,kulak girintisini de yivli almış, ustanın hasıymış, kısa saç da sana gidiyor becermiş güzel ve hoş olmuş tıraşın,bu sefer değiştirme berberini der ve kaç lira verdin tıraş için berbere,çırağa da bahşiş verdin mi? Diye sorar.Berberin parasından kaçınmam ama tercihim; çırağı ve ortağı olmayan ve kafa ütülemeyen berber derim, beğendiğin usta da tek çalışıyor ne ortağı ne de çırağı var diye söylerim Yavuz’a.
Tıraştan açmışken sözü, Yavuz’un bir özelliğini daha hatırladım hemencecik. Öyle genç ustaların önüne oturup tıraş olmaz Yavuz. Ustası en az orta yaş olacak,hatta ileri yaş olursa daha da tercihlidir. Zannederim Ayrancı’daki ustası neredeyse ihtiyar denilecek yaşta olsa gerek. Konu buradan açıldığında anlatmakla bitiremez. Hemen Ayrancı’daki ustasından konuya girer. Ve anlatmakla bitiremez.
Yavuz’un ustada aradığı; öncelikle narin kişilikli ve gün görmüş olacak. Zaten gençlerden uzak olmasının nedeni de onların sert ve haşin olmaları ve tıraş boyunca alakasız konulara girip baş ağrıtmalarıdır.
Tıraş tarzlarını da beğenmez genç ustaların. Abi der bir tuhaf kesiyorlar saçı bir garip görünüyorsun sonrasında. Enseyi bir farklı,tepeyi bir farklı alıyorlar,maganda tıraşı yapıyorlar ve kendime yakıştıramıyorum diye bahseder.
Yaşlıların gün görmüşlüğü cezp ediyor Yavuz’u. Bir de özel bir uygulamasından bahseder ustasının.Her kişiye ayrı bir tarak,makas,ve havlu kullanır ve hiç birini diğerine karıştırmaz diye bahseder ve tıraş sonrası bir de duş imkanı sunduğundan bahseder. Açıkçası tıraş olmuyor dinleniyor ve günün yorgunluğunu atıyorsunuz berber koltuğunda. Naif kişiliğin ve yılların deneyiminin verdiği yaklaşımla sizi hiç usandırmadan, sıkmadan hoşnut ederek işlemini tamamlayıp yolcu ediyor.
Yavuz Ayrancı’dan Kayseri’ye tayin olduktan sonra bile kimi zaman hiç erinmeden yorulmadan arabasına atlayarak yine tıraş için eski ustasına gidip geldiğinden bahseder.Vefanın,bağlılığın,sadakatin ölçüsünü de bir nevi bize aktarıyor böylece Yavuz.
Tıraşla kalmaz, giyimimi de hemen fark eder Yavuz. Abi yeni anlaşılan bu kıyafetin,iyi olmuş kip duruyor üzerinde; markası nedir, kaça aldın, çok para verdin mi? diye sorar. Yavuz üzerimdekilerin en yenisi ceket, o da en az beş altı yıllık, diğerleri daha da eski; önceden giyinirdim ama ne oldu bilemiyorum bana, son on senedir hiç yeni bir şey almak, giyinmek istemiyorum,içimden gelmiyor derim.
Cidden bir dönem çok boşladım, her nedense giyimi kuşamı,içimden gelmezdi hiç yeni bir şey alıp giyinmek. Dönemsel olsa gerek bu durum,yeni yeni bir şeyler bakıyorum bazen ve öyle marka falan da değil,ucuz yollu alıp bir şeyler geçiriyorum üzerime. Eskiden olduğu gibi yakışmıyor da zaten,her ne kadar Yavuz çok yakıştığını söylese de,iltifat ediyor sanırım,moral vermek istiyor bu ihtiyar delikanlıya,bu ilerlemiş yaşında…
Yavuz’da soyadı ve bıyık takıntısı da var, Meyva soyadına nedense çok takılır ve ben bunu mutlaka mahkemede değiştireceğim der. Nedense pek hoşlanmaz Meyva soyadından. Cidden Yavuz’un karizmasına pek uymuyor ben de katılıyorum kendisine bu konuda, O’nun mizacına uygun bir soyadı ne olmalıdır denilse ben bir iki isim sıralayabilirim. Mert ve sert soyadları çok uyar O’na. Erdem, hatta biraz metal çağrışımı yapsa da Demirkol, belki yine hoşnut olmaz ama Ayrancı uyabilir,orada bir süre kalmış ve çok beğenmiş çok sevmiş Ayrancı’yı, bazen biz esasında Konyalı’yız der yavuz,Yavuz Konyalı ne kadar da hoş geliyor kulağa. Evet evet Yavuz’un soyadı Konyalı olmalı. Gerçi o da biraz oyun havası çağrıştırıyor ama olsun o kadar, her kadı kızında olur biraz kusur.
Bir kaç kez bıyık bıraktı Yavuz.Kirli sakalı kesti, neredeyse bir haftalık bıyıkla geldi daireye.Yavuz, sakal ve bıyık bir arada iken inanki çok yakışıyordu sana ama sakalsız bıyık karizmanı alt üst etmiş dedim,hak verir Yavuz bana. Abi iyi farkediyorsun nedense, bıyık bana hiç yakışmıyor, birkaç kez denedim baktım olmuyor, hemen kesiverdim der Yani Yavuz hep bıyığa hasret kalacak,emekli de olsa yaşlansa da bıyık bırakamayacak bu gidişle.Belki ilerde bir umre,arkasından bir haç yapar ve iyi bir ihvan olursa sakalla bıyığı bir arada bırakır ve hiç olmazsa bu özlemini gidermiş olur.
Biraz yaşamın yorgunluğu var Yavuz’un üzerinde. Bazen sessizlik, sakinlik,dinginlik ister.Kuru gürültüden,lüzumsuzluktan hiç hoşlanmaz. Kendisi lafı çok uzatmaz, uzatandan da çok rahatsız olur. Mesajını doğrudan vermektir tercihi. Uzun uzun dinleyemez ,lafı dolandırıp duruyorsa bir kişi hemen oradan uzaklaşır. İki kişi kendi arasında konuşurken üçüncü kişinin araya girmesinden de uyuz olur. İstediği,sakin ortamda dinlendirici sohbet.Argodan hiç hoşlanmaz,güncel meseleler konuşulduğu gibi Yavuz’la bazen Mevlana’dan, Şems’ten bazen Yunus’tan,kimi zaman da günlük siyasetten konuştuğumuz olur ve dinleriz birbirimizi hiç sıkılmadan usanmadan.
Hız tutkusu var Yavuz’un. İncesu’dan Niğde’ye otuz beş dakikada vardım der(110 km) ama bekarlığımda diye de ekler(Yavuz dediği için inanıyorum,yoksa inanılacak gibi değil). Deniz olalı hız yapmıyorum,canımızı yolda mı bulduk oğluma kıyamam der. Kafasına koyduğunu yapar Yavuz, yeterki aklına bir şey düşsün; öğlen vakti bir karar verir saat iki de Konya’ya yola çıkar, orada akşam yemeğini yer ve yatmadan gerisin geri döner yine İncesu’ya aynı gün.
Yolculuğu yalnız da yapmaz eşi ve Deniz’i de alır yanına. Ne yapayım abi arada bir değişiklik gerekiyor der ve çok geçmez aynı metotla iki hafta sonra Mersin’e gider. Zaten uzun gezi yapıyorsa dört-beş bin yapar,gerçi bu sene sekiz bin hedefliyordu, izin sorunu nedeniyle ancak yarısını yapabildi. Tatildeki tarzı az yemek Yavuz’un, mümkünse simit,kahvaltı, yanında içecek olmaksızın dürüm (içeceğe dürümden fazla para alıyorlar der)ve çok gezmeye dayalı bir gezi tarzı O’nunki.
Ziyaretleri de kendine özgüdür Yavuz’un. Bir akşam dört aile gezdiğini bilirim,fazla değil yarım saat çok çok bir saat oturur aile gezmelerinde, çoğu zaman oturduğuyla kalktığı bir olur ve ev sahibi neyi ikram edeceğini bilemez,çay demlemeye fırsat vermez olsa olsa hazırda ne varsa ayak üzeri atıştırır ve ayrılır hemen oracıktan.
O cılızlığı ile pehlivanlığı da vardır Yavuz’un,okul takımında yer almış,hemen kendini bir gösterir,hiç kaçmaz er meydanından. Beni de bir yoklamaya kalktı,bir adımı biraz ilerde güreş vaziyeti aldı,bir koltuk altı girmek istedi,bir elense patlatacaktı ama bizde de Maraşlılık var, Bekir Böke’nin memleketindeniz, hemen bir karşı atak bir çangal, ve sonrasında bir yanbaşı, meğerse Yavuz karşı atak ta geliştirirmiş, az kalsın en iyi uyguladığı oyuna geliyormuşum, kravatla işi bitirirmiş meğerse. Kravatı çekti ama cüsseli olduğum için atamadı, çünkü yerimiz dardı ve hareket edecek alan yoktu. Kurtulmuş oldum yerin darlığından dolayı yavuz’un elinden.İşe bakın ki Yavuz neredeyse kravatla özdeşleşmiş,en uçuk kravat bağlama da O’nda,en iyi güreş oyunu kravat da O’nda,Allah bileğine güç kuvvet versin.
İş ve oda arkadaşım Yavuz. Dört yıldır tanışıyoruz O’nunla. Hiç şikayetim olmadı bugüne kadar kendisinden. Unutulmazlar arasına kaydettim Yavuz’u. Tarafımdan her dönem hatırlanacak birisi.
Yazıda kravattan başladım nerelere kadar uzandım görüyorsunuz. Daha çok şey yazabilirim Yavuz’la ilgili, farklı ve özellikli bir kişilik çünkü Yavuz. Aslında ben ilerde yazacaktım Yavuz’u ama abi herkesi, her şeyi yazıyorsun beni ne zaman yazacaksın deyince,tamam Yavuz senin işe de bir el atayım dedim ve bu kısacık hikayesi çıktı Yavuz’un ortaya. Okumaktan sıkılmamışınızdır umarım..
Kemal GÜL
25.09.2012
Kravat
Konumuz niçin kravat, nereden açıldı bu konu diye düşünenler açısından, bir iki paragraf sonra bulacaksınız bunun cevabını ama onun öncesinde kravatla ilgili bilgilendireyim biraz sizi. Kravat, ülkemizde ve Batı Toplumu’nda bir aksesuar olarak kullanılan ve kostümü tamamlayıcı özellikte olan bir unsurdur. Zannedilmesin ki tarihi çok eskilere dayanıyor, daha topu topu şuracıkta yüz elli yıllık bir mazisi var yok.
İlk kez Hırvatlar bağlamışlar boyunlarına kravatı. Herhalde günümüz tarzı kullanılmaya başlandığı yıllar 1870 li yıllar olsa gerek. Ondan önceki dönemde de mutlaka farklı toplumlar kullanmış olabilirler ama bu kullanım şekli günümüzdekinden farklı olarak boyun bağı şeklinde bir tarz olsa gerek.Yani ilk kullanılmaya başlandığı dönemlerden çok eskiye de gitmeye gerek yok, ne İsveç Kralı Şarl, ne Rus Çarı Deli Petro,ne de Osmanlı’nın yenilikçi hükümdarı II.Mahmut böyle bir aksesuarı kullanmamıştır. Bizde kullanımı daha da yenidir yani Cumhuriyet sonrasıdır.
Kravatın en çok da Atatürk’e yakıştığını düşünürüm. İlginçtir,bir Osmanlı zabitine Frenk tarzı bir giysinin bu derece yakışması. Yakası dik gömlekte, gömlek üzeri yelek ve koyu renk takım elbiseli resimlerdeki Atatürk’ü bir gözünüzün önüne getirin, ne kadar da hoş duruyor üzerinde.
Gerçi; O’na ne giyinse yakışıyor. Kravat da, kalpak da, cepken de, çizme de..Karizmadan öte bir duruşu var çünkü O’nun.
Kimisi kravatı kısa ve küt bağlar, kimisi ise uzun bağlamayı tercih eder. Özellikle filmlerde izleriz Zeki Alaysa, Güdük Necmi, Tulum Hayri gibiler neredeyse yarım karışı geçmeyen ve çenesinin hemen altındaki bir uzunlukla yetinirler ve kendilerine böyle yakıştığını düşünürler.Gerçi bunlar komedi amaçlı, güldürelim düşüncesiyle yapılan bir bağlama tarzı ama toplumda da çoğu kişide rastlarsınız bu tarz kravat bağlayanlara ve bu bağlama şekli o kişiyle bir nevi özdeşleşir.
İşte bir de tam bunun aksi tarzda oldukça uzun bağlayanlara da rastlanır kimi zaman. Bazen de kişinin cüssesinden kaynaklanan nedenlerden dolayı güdük kalır kravat. Eğer boyunuz uzun, boynunuz küt ve kalın, göbek de çok ilerdeyse ne yapsanız kısa kalır kravat üzerinizde. Özel yapım gerekir daha uzun bağlamak için o zaman, sipariş vermeniz gerekir bir firmaya.
Standart tiplerin kravat boyu zaten bellidir, tam kemerinin metalinin boyundadır kravatın uzunluğu. Açıkçası ben de hoşlanırım kravattan. Ceket pantolon giyindiğimde, yani resmi bir hüviyete büründüğümde, her nedense; kravat olmaksızın, bir eksiklik varmış gibi hissederim kendimde, hatta bazen o kadar önemserim ki; iki yakamı bir araya getirdiğini düşünürüm kravatın. Tercihim ise; kravatın, ne geniş ne de ince, boyunun ise; kemerin metalini de aşacak uzunlukta olmasıdır.
Ben bugüne kadar, gördüm gördüm de Yavuz kadar uzun bağlayanına görmedim kravatı. Yavuz’un kravatının boyu, mübalağasız iki katıdır bizimkinin, neredeyse dizine yakındır ve kendine özgü bir model oluşturur bu haliyle. Her nedense ben de çok hoşlanırım bu tarz bağlamasından Yavuz’un. Zaten şimdiye kadar hiç böyle bağlayanına da rastlamadım. Der ki Yavuz; ben kendimi ancak böyle güvende ve etkin hissediyorum,memur olduğumu böyle anlıyorum,bu bana özgüven sağlıyor ve hemen her zorlu meselenin altından kalkacağım hissi veriyor bana diye.
Kravatından açmışken konuyu Yavuz’dan bahsedeyim size biraz. İyi ki tanımışım Yavuz’u, iyi ki tanışmışım İncesu da Yavuz’la. Genç, neredeyse aramızda on, on beş yaş fark var ama,inanın insan ancak bu kadar örtüşür,belki doğrudan bir benzerlik yok tarzımızda ama birbirimizi anlama konusunda cidden üzerimize yok. Bir araya geldiğimizde, sohbet ettiğimizde,konudan konuya girdiğimizde hiç sıkmayız birbirimizi,saatlerce konuşuruz karşılıklı. Zaten istediğim de budur benim. Daha ben bir şeyi zihnimden geçirirken, konuya girerken bir ipucu verirken, Yavuz ne demek istediğimi anlar ve gireriz konunun özüne.
Mıymıntı, pısırık, şapşal,, sünepe adamlardan hiç haz almaz Yavuz. Varsa yoksa açık,net,girgin,atak,cesur olacaksın sizden hoşlanması için Yavuz’un. Gerçi ben de Yavuz’un aradığı bu özelliklerin hiç birisi yok ama her nedense tuttu beni bir kere. Nedendir bilemiyorum ama güvenir bana Yavuz. Herhalde test etmiştir diye düşünüyorum.Yanlış olmadığımı,kendisine yanlış yapmayacağımın farkındadır. Konuştuğu, açtığı mevzuların bizde kaldığını, başkalarıyla paylaşılmadığını, zorda sıkıntıda kaldığında arkasında olduğumuzu bilir ve bilir ki biz bir arkadaşı, ağabeyi ve bir büyüğü olarak hep O’nun iyiliğini düşünür ve isteriz. Bir şey sorduğunda,bir konuyu açtığında,bir görüş ve fikir almak istediğinde bilebildiğimiz kadarıyla hep doğruyu söyleriz,doğru yolu gösteririz O’na.
İnce, cılız sıskadır Yavuz. Uzun görünür inceliğinden dolayı,avurtları çökük,beli içine geçik, kemer neredeyse iki tur bindirecek düzeydedir pantolonun üzerine. Bu görünümünün aksine kendinden emin,dik ve sesi gürdür. Neredeyse sesiyle karşıdakini tırsıtır. Bazen kendini bilmezlere haddini bildirir, onlara bir zavır çeker adamlar neye uğradığını bilemezler. Hele masasına bir geçsin,kendisinden habersiz otursun koltuğuna birisi,hemen Yavuz’un hışmına uğrar ve oradan derdest uzaklaştırılır.
Çoğu zaman sorar bana yeni giyindiğinde; abi nasıl olmuş bana uymuş mu,yakışmış mı giyindiğim diye.İyi olmuş Yavuz iyi duruyor üzerinizde;kravatla bütünleşmiş,zıt renkler seni daha iyi açıyor,hem günümüzde zıt renkler tercih nedeni ancak; bizim yaş grubu uyumlu renkleri tercih ediyor derim ve arkasından sorarım: Yavuz hiç kot giyinmiyorsun sebep nedir diye, hemen ne demek istediğimi anlar ve abi kot yakışmıyor bana, düdük gibi oluyor, bir tuhaf gösteriyor beni,o nedenle giyinmiyorum der. Bazen araziye çıktığı zaman ender de olsa giyinir ve bakarım ki Yavuz haklı, aşırı zayıflıktan olsa gerek yakışmıyor kot O’na. Cılızlığını en iyi kapatan biraz geniş klasik kıyafetler Yavuz’un..
Bendeki farklılığı Yavuz da görür hemen.Saatler(oysa sıhhatler)olsun tıraş olmuşun abi der,berberin iyi anlaşılan,enseyi düzgün almış;favorini düzgün,kulak girintisini de yivli almış, ustanın hasıymış, kısa saç da sana gidiyor becermiş güzel ve hoş olmuş tıraşın,bu sefer değiştirme berberini der ve kaç lira verdin tıraş için berbere,çırağa da bahşiş verdin mi? Diye sorar.Berberin parasından kaçınmam ama tercihim; çırağı ve ortağı olmayan ve kafa ütülemeyen berber derim, beğendiğin usta da tek çalışıyor ne ortağı ne de çırağı var diye söylerim Yavuz’a.
Tıraştan açmışken sözü, Yavuz’un bir özelliğini daha hatırladım hemencecik. Öyle genç ustaların önüne oturup tıraş olmaz Yavuz. Ustası en az orta yaş olacak,hatta ileri yaş olursa daha da tercihlidir. Zannederim Ayrancı’daki ustası neredeyse ihtiyar denilecek yaşta olsa gerek. Konu buradan açıldığında anlatmakla bitiremez. Hemen Ayrancı’daki ustasından konuya girer. Ve anlatmakla bitiremez.
Yavuz’un ustada aradığı; öncelikle narin kişilikli ve gün görmüş olacak. Zaten gençlerden uzak olmasının nedeni de onların sert ve haşin olmaları ve tıraş boyunca alakasız konulara girip baş ağrıtmalarıdır.
Tıraş tarzlarını da beğenmez genç ustaların. Abi der bir tuhaf kesiyorlar saçı bir garip görünüyorsun sonrasında. Enseyi bir farklı,tepeyi bir farklı alıyorlar,maganda tıraşı yapıyorlar ve kendime yakıştıramıyorum diye bahseder.
Yaşlıların gün görmüşlüğü cezp ediyor Yavuz’u. Bir de özel bir uygulamasından bahseder ustasının.Her kişiye ayrı bir tarak,makas,ve havlu kullanır ve hiç birini diğerine karıştırmaz diye bahseder ve tıraş sonrası bir de duş imkanı sunduğundan bahseder. Açıkçası tıraş olmuyor dinleniyor ve günün yorgunluğunu atıyorsunuz berber koltuğunda. Naif kişiliğin ve yılların deneyiminin verdiği yaklaşımla sizi hiç usandırmadan, sıkmadan hoşnut ederek işlemini tamamlayıp yolcu ediyor.
Yavuz Ayrancı’dan Kayseri’ye tayin olduktan sonra bile kimi zaman hiç erinmeden yorulmadan arabasına atlayarak yine tıraş için eski ustasına gidip geldiğinden bahseder.Vefanın,bağlılığın,sadakatin ölçüsünü de bir nevi bize aktarıyor böylece Yavuz.
Tıraşla kalmaz, giyimimi de hemen fark eder Yavuz. Abi yeni anlaşılan bu kıyafetin,iyi olmuş kip duruyor üzerinde; markası nedir, kaça aldın, çok para verdin mi? diye sorar. Yavuz üzerimdekilerin en yenisi ceket, o da en az beş altı yıllık, diğerleri daha da eski; önceden giyinirdim ama ne oldu bilemiyorum bana, son on senedir hiç yeni bir şey almak, giyinmek istemiyorum,içimden gelmiyor derim.
Cidden bir dönem çok boşladım, her nedense giyimi kuşamı,içimden gelmezdi hiç yeni bir şey alıp giyinmek. Dönemsel olsa gerek bu durum,yeni yeni bir şeyler bakıyorum bazen ve öyle marka falan da değil,ucuz yollu alıp bir şeyler geçiriyorum üzerime. Eskiden olduğu gibi yakışmıyor da zaten,her ne kadar Yavuz çok yakıştığını söylese de,iltifat ediyor sanırım,moral vermek istiyor bu ihtiyar delikanlıya,bu ilerlemiş yaşında…
Yavuz’da soyadı ve bıyık takıntısı da var, Meyva soyadına nedense çok takılır ve ben bunu mutlaka mahkemede değiştireceğim der. Nedense pek hoşlanmaz Meyva soyadından. Cidden Yavuz’un karizmasına pek uymuyor ben de katılıyorum kendisine bu konuda, O’nun mizacına uygun bir soyadı ne olmalıdır denilse ben bir iki isim sıralayabilirim. Mert ve sert soyadları çok uyar O’na. Erdem, hatta biraz metal çağrışımı yapsa da Demirkol, belki yine hoşnut olmaz ama Ayrancı uyabilir,orada bir süre kalmış ve çok beğenmiş çok sevmiş Ayrancı’yı, bazen biz esasında Konyalı’yız der yavuz,Yavuz Konyalı ne kadar da hoş geliyor kulağa. Evet evet Yavuz’un soyadı Konyalı olmalı. Gerçi o da biraz oyun havası çağrıştırıyor ama olsun o kadar, her kadı kızında olur biraz kusur.
Bir kaç kez bıyık bıraktı Yavuz.Kirli sakalı kesti, neredeyse bir haftalık bıyıkla geldi daireye.Yavuz, sakal ve bıyık bir arada iken inanki çok yakışıyordu sana ama sakalsız bıyık karizmanı alt üst etmiş dedim,hak verir Yavuz bana. Abi iyi farkediyorsun nedense, bıyık bana hiç yakışmıyor, birkaç kez denedim baktım olmuyor, hemen kesiverdim der Yani Yavuz hep bıyığa hasret kalacak,emekli de olsa yaşlansa da bıyık bırakamayacak bu gidişle.Belki ilerde bir umre,arkasından bir haç yapar ve iyi bir ihvan olursa sakalla bıyığı bir arada bırakır ve hiç olmazsa bu özlemini gidermiş olur.
Her yörenin adamını sever deYavuz, nedense Nevşehir’in adamına karşı bir antipatisi var. Oysa eşi de Nevşehirli ama herhelde O’nu artık Kayserili olarak görüyor. Bize hiç benzemez Nevşehirliler diye söze başlar,her şeyi kendisi için ister, bir başkasını hiç düşünmez der;varsa yoksa kendi çıkarı,aklından bile geçirmez bir başkasını,darda ve zorda kalmışsan bir tekme de sen yersin der Yavuz Nevşehirliler’den. Aman aman dikkatli ol hiç yanaşma Nevşehirliler’e diye özellikle tembihte bulunur.
Biraz yaşamın yorgunluğu var Yavuz’un üzerinde. Bazen sessizlik, sakinlik,dinginlik ister.Kuru gürültüden,lüzumsuzluktan hiç hoşlanmaz. Kendisi lafı çok uzatmaz, uzatandan da çok rahatsız olur. Mesajını doğrudan vermektir tercihi. Uzun uzun dinleyemez ,lafı dolandırıp duruyorsa bir kişi hemen oradan uzaklaşır. İki kişi kendi arasında konuşurken üçüncü kişinin araya girmesinden de uyuz olur. İstediği,sakin ortamda dinlendirici sohbet.Argodan hiç hoşlanmaz,güncel meseleler konuşulduğu gibi Yavuz’la bazen Mevlana’dan, Şems’ten bazen Yunus’tan,kimi zaman da günlük siyasetten konuştuğumuz olur ve dinleriz birbirimizi hiç sıkılmadan usanmadan.
Hız tutkusu var Yavuz’un. İncesu’dan Niğde’ye otuz beş dakikada vardım der(110 km) ama bekarlığımda diye de ekler(Yavuz dediği için inanıyorum,yoksa inanılacak gibi değil). Deniz olalı hız yapmıyorum,canımızı yolda mı bulduk oğluma kıyamam der. Kafasına koyduğunu yapar Yavuz, yeterki aklına bir şey düşsün; öğlen vakti bir karar verir saat iki de Konya’ya yola çıkar, orada akşam yemeğini yer ve yatmadan gerisin geri döner yine İncesu’ya aynı gün.
Yolculuğu yalnız da yapmaz eşi ve Deniz’i de alır yanına. Ne yapayım abi arada bir değişiklik gerekiyor der ve çok geçmez aynı metotla iki hafta sonra Mersin’e gider. Zaten uzun gezi yapıyorsa dört-beş bin yapar,gerçi bu sene sekiz bin hedefliyordu, izin sorunu nedeniyle ancak yarısını yapabildi. Tatildeki tarzı az yemek Yavuz’un, mümkünse simit,kahvaltı, yanında içecek olmaksızın dürüm (içeceğe dürümden fazla para alıyorlar der)ve çok gezmeye dayalı bir gezi tarzı O’nunki.
Ziyaretleri de kendine özgüdür Yavuz’un. Bir akşam dört aile gezdiğini bilirim,fazla değil yarım saat çok çok bir saat oturur aile gezmelerinde, çoğu zaman oturduğuyla kalktığı bir olur ve ev sahibi neyi ikram edeceğini bilemez,çay demlemeye fırsat vermez olsa olsa hazırda ne varsa ayak üzeri atıştırır ve ayrılır hemen oracıktan.
O cılızlığı ile pehlivanlığı da vardır Yavuz’un,okul takımında yer almış,hemen kendini bir gösterir,hiç kaçmaz er meydanından. Beni de bir yoklamaya kalktı,bir adımı biraz ilerde güreş vaziyeti aldı,bir koltuk altı girmek istedi,bir elense patlatacaktı ama bizde de Maraşlılık var, Bekir Böke’nin memleketindeniz, hemen bir karşı atak bir çangal, ve sonrasında bir yanbaşı, meğerse Yavuz karşı atak ta geliştirirmiş, az kalsın en iyi uyguladığı oyuna geliyormuşum, kravatla işi bitirirmiş meğerse. Kravatı çekti ama cüsseli olduğum için atamadı, çünkü yerimiz dardı ve hareket edecek alan yoktu. Kurtulmuş oldum yerin darlığından dolayı yavuz’un elinden.İşe bakın ki Yavuz neredeyse kravatla özdeşleşmiş,en uçuk kravat bağlama da O’nda,en iyi güreş oyunu kravat da O’nda,Allah bileğine güç kuvvet versin.
İş ve oda arkadaşım Yavuz. Dört yıldır tanışıyoruz O’nunla. Hiç şikayetim olmadı bugüne kadar kendisinden. Unutulmazlar arasına kaydettim Yavuz’u. Tarafımdan her dönem hatırlanacak birisi.
Yazıda kravattan başladım nerelere kadar uzandım görüyorsunuz. Daha çok şey yazabilirim Yavuz’la ilgili, farklı ve özellikli bir kişilik çünkü Yavuz. Aslında ben ilerde yazacaktım Yavuz’u ama abi herkesi, her şeyi yazıyorsun beni ne zaman yazacaksın deyince,tamam Yavuz senin işe de bir el atayım dedim ve bu kısacık hikayesi çıktı Yavuz’un ortaya. Okumaktan sıkılmamışınızdır umarım..
Kemal GÜL
25.09.2012
Kravat
Konumuz niçin kravat, nereden açıldı bu konu diye düşünenler açısından, bir iki paragraf sonra bulacaksınız bunun cevabını ama onun öncesinde kravatla ilgili bilgilendireyim biraz sizi. Kravat, ülkemizde ve Batı Toplumu’nda bir aksesuar olarak kullanılan ve kostümü tamamlayıcı özellikte olan bir unsurdur. Zannedilmesin ki tarihi çok eskilere dayanıyor, daha topu topu şuracıkta yüz elli yıllık bir mazisi var yok.
İlk kez Hırvatlar bağlamışlar boyunlarına kravatı. Herhalde günümüz tarzı kullanılmaya başlandığı yıllar 1870 li yıllar olsa gerek. Ondan önceki dönemde de mutlaka farklı toplumlar kullanmış olabilirler ama bu kullanım şekli günümüzdekinden farklı olarak boyun bağı şeklinde bir tarz olsa gerek.Yani ilk kullanılmaya başlandığı dönemlerden çok eskiye de gitmeye gerek yok, ne İsveç Kralı Şarl, ne Rus Çarı Deli Petro,ne de Osmanlı’nın yenilikçi hükümdarı II.Mahmut böyle bir aksesuarı kullanmamıştır. Bizde kullanımı daha da yenidir yani Cumhuriyet sonrasıdır.
Kravatın en çok da Atatürk’e yakıştığını düşünürüm. İlginçtir,bir Osmanlı zabitine Frenk tarzı bir giysinin bu derece yakışması. Yakası dik gömlekte, gömlek üzeri yelek ve koyu renk takım elbiseli resimlerdeki Atatürk’ü bir gözünüzün önüne getirin, ne kadar da hoş duruyor üzerinde.
Gerçi; O’na ne giyinse yakışıyor. Kravat da, kalpak da, cepken de, çizme de..Karizmadan öte bir duruşu var çünkü O’nun.
Kimisi kravatı kısa ve küt bağlar, kimisi ise uzun bağlamayı tercih eder. Özellikle filmlerde izleriz Zeki Alaysa, Güdük Necmi, Tulum Hayri gibiler neredeyse yarım karışı geçmeyen ve çenesinin hemen altındaki bir uzunlukla yetinirler ve kendilerine böyle yakıştığını düşünürler.Gerçi bunlar komedi amaçlı, güldürelim düşüncesiyle yapılan bir bağlama tarzı ama toplumda da çoğu kişide rastlarsınız bu tarz kravat bağlayanlara ve bu bağlama şekli o kişiyle bir nevi özdeşleşir.
İşte bir de tam bunun aksi tarzda oldukça uzun bağlayanlara da rastlanır kimi zaman. Bazen de kişinin cüssesinden kaynaklanan nedenlerden dolayı güdük kalır kravat. Eğer boyunuz uzun, boynunuz küt ve kalın, göbek de çok ilerdeyse ne yapsanız kısa kalır kravat üzerinizde. Özel yapım gerekir daha uzun bağlamak için o zaman, sipariş vermeniz gerekir bir firmaya.
Standart tiplerin kravat boyu zaten bellidir, tam kemerinin metalinin boyundadır kravatın uzunluğu. Açıkçası ben de hoşlanırım kravattan. Ceket pantolon giyindiğimde, yani resmi bir hüviyete büründüğümde, her nedense; kravat olmaksızın, bir eksiklik varmış gibi hissederim kendimde, hatta bazen o kadar önemserim ki; iki yakamı bir araya getirdiğini düşünürüm kravatın. Tercihim ise; kravatın, ne geniş ne de ince, boyunun ise; kemerin metalini de aşacak uzunlukta olmasıdır.
Ben bugüne kadar, gördüm gördüm de Yavuz kadar uzun bağlayanına görmedim kravatı. Yavuz’un kravatının boyu, mübalağasız iki katıdır bizimkinin, neredeyse dizine yakındır ve kendine özgü bir model oluşturur bu haliyle. Her nedense ben de çok hoşlanırım bu tarz bağlamasından Yavuz’un. Zaten şimdiye kadar hiç böyle bağlayanına da rastlamadım. Der ki Yavuz; ben kendimi ancak böyle güvende ve etkin hissediyorum,memur olduğumu böyle anlıyorum,bu bana özgüven sağlıyor ve hemen her zorlu meselenin altından kalkacağım hissi veriyor bana diye.
Kravatından açmışken konuyu Yavuz’dan bahsedeyim size biraz. İyi ki tanımışım Yavuz’u, iyi ki tanışmışım İncesu da Yavuz’la. Genç, neredeyse aramızda on, on beş yaş fark var ama,inanın insan ancak bu kadar örtüşür,belki doğrudan bir benzerlik yok tarzımızda ama birbirimizi anlama konusunda cidden üzerimize yok. Bir araya geldiğimizde, sohbet ettiğimizde,konudan konuya girdiğimizde hiç sıkmayız birbirimizi,saatlerce konuşuruz karşılıklı. Zaten istediğim de budur benim. Daha ben bir şeyi zihnimden geçirirken, konuya girerken bir ipucu verirken, Yavuz ne demek istediğimi anlar ve gireriz konunun özüne.
Mıymıntı, pısırık, şapşal,, sünepe adamlardan hiç haz almaz Yavuz. Varsa yoksa açık,net,girgin,atak,cesur olacaksın sizden hoşlanması için Yavuz’un. Gerçi ben de Yavuz’un aradığı bu özelliklerin hiç birisi yok ama her nedense tuttu beni bir kere. Nedendir bilemiyorum ama güvenir bana Yavuz. Herhalde test etmiştir diye düşünüyorum.Yanlış olmadığımı,kendisine yanlış yapmayacağımın farkındadır. Konuştuğu, açtığı mevzuların bizde kaldığını, başkalarıyla paylaşılmadığını, zorda sıkıntıda kaldığında arkasında olduğumuzu bilir ve bilir ki biz bir arkadaşı, ağabeyi ve bir büyüğü olarak hep O’nun iyiliğini düşünür ve isteriz. Bir şey sorduğunda,bir konuyu açtığında,bir görüş ve fikir almak istediğinde bilebildiğimiz kadarıyla hep doğruyu söyleriz,doğru yolu gösteririz O’na.
İnce, cılız sıskadır Yavuz. Uzun görünür inceliğinden dolayı,avurtları çökük,beli içine geçik, kemer neredeyse iki tur bindirecek düzeydedir pantolonun üzerine. Bu görünümünün aksine kendinden emin,dik ve sesi gürdür. Neredeyse sesiyle karşıdakini tırsıtır. Bazen kendini bilmezlere haddini bildirir, onlara bir zavır çeker adamlar neye uğradığını bilemezler. Hele masasına bir geçsin,kendisinden habersiz otursun koltuğuna birisi,hemen Yavuz’un hışmına uğrar ve oradan derdest uzaklaştırılır.
Çoğu zaman sorar bana yeni giyindiğinde; abi nasıl olmuş bana uymuş mu,yakışmış mı giyindiğim diye.İyi olmuş Yavuz iyi duruyor üzerinizde;kravatla bütünleşmiş,zıt renkler seni daha iyi açıyor,hem günümüzde zıt renkler tercih nedeni ancak; bizim yaş grubu uyumlu renkleri tercih ediyor derim ve arkasından sorarım: Yavuz hiç kot giyinmiyorsun sebep nedir diye, hemen ne demek istediğimi anlar ve abi kot yakışmıyor bana, düdük gibi oluyor, bir tuhaf gösteriyor beni,o nedenle giyinmiyorum der. Bazen araziye çıktığı zaman ender de olsa giyinir ve bakarım ki Yavuz haklı, aşırı zayıflıktan olsa gerek yakışmıyor kot O’na. Cılızlığını en iyi kapatan biraz geniş klasik kıyafetler Yavuz’un..
Bendeki farklılığı Yavuz da görür hemen.Saatler(oysa sıhhatler)olsun tıraş olmuşun abi der,berberin iyi anlaşılan,enseyi düzgün almış;favorini düzgün,kulak girintisini de yivli almış, ustanın hasıymış, kısa saç da sana gidiyor becermiş güzel ve hoş olmuş tıraşın,bu sefer değiştirme berberini der ve kaç lira verdin tıraş için berbere,çırağa da bahşiş verdin mi? Diye sorar.Berberin parasından kaçınmam ama tercihim; çırağı ve ortağı olmayan ve kafa ütülemeyen berber derim, beğendiğin usta da tek çalışıyor ne ortağı ne de çırağı var diye söylerim Yavuz’a.
Tıraştan açmışken sözü, Yavuz’un bir özelliğini daha hatırladım hemencecik. Öyle genç ustaların önüne oturup tıraş olmaz Yavuz. Ustası en az orta yaş olacak,hatta ileri yaş olursa daha da tercihlidir. Zannederim Ayrancı’daki ustası neredeyse ihtiyar denilecek yaşta olsa gerek. Konu buradan açıldığında anlatmakla bitiremez. Hemen Ayrancı’daki ustasından konuya girer. Ve anlatmakla bitiremez.
Yavuz’un ustada aradığı; öncelikle narin kişilikli ve gün görmüş olacak. Zaten gençlerden uzak olmasının nedeni de onların sert ve haşin olmaları ve tıraş boyunca alakasız konulara girip baş ağrıtmalarıdır.
Tıraş tarzlarını da beğenmez genç ustaların. Abi der bir tuhaf kesiyorlar saçı bir garip görünüyorsun sonrasında. Enseyi bir farklı,tepeyi bir farklı alıyorlar,maganda tıraşı yapıyorlar ve kendime yakıştıramıyorum diye bahseder.
Yaşlıların gün görmüşlüğü cezp ediyor Yavuz’u. Bir de özel bir uygulamasından bahseder ustasının.Her kişiye ayrı bir tarak,makas,ve havlu kullanır ve hiç birini diğerine karıştırmaz diye bahseder ve tıraş sonrası bir de duş imkanı sunduğundan bahseder. Açıkçası tıraş olmuyor dinleniyor ve günün yorgunluğunu atıyorsunuz berber koltuğunda. Naif kişiliğin ve yılların deneyiminin verdiği yaklaşımla sizi hiç usandırmadan, sıkmadan hoşnut ederek işlemini tamamlayıp yolcu ediyor.
Yavuz Ayrancı’dan Kayseri’ye tayin olduktan sonra bile kimi zaman hiç erinmeden yorulmadan arabasına atlayarak yine tıraş için eski ustasına gidip geldiğinden bahseder.Vefanın,bağlılığın,sadakatin ölçüsünü de bir nevi bize aktarıyor böylece Yavuz.
Tıraşla kalmaz, giyimimi de hemen fark eder Yavuz. Abi yeni anlaşılan bu kıyafetin,iyi olmuş kip duruyor üzerinde; markası nedir, kaça aldın, çok para verdin mi? diye sorar. Yavuz üzerimdekilerin en yenisi ceket, o da en az beş altı yıllık, diğerleri daha da eski; önceden giyinirdim ama ne oldu bilemiyorum bana, son on senedir hiç yeni bir şey almak, giyinmek istemiyorum,içimden gelmiyor derim.
Cidden bir dönem çok boşladım, her nedense giyimi kuşamı,içimden gelmezdi hiç yeni bir şey alıp giyinmek. Dönemsel olsa gerek bu durum,yeni yeni bir şeyler bakıyorum bazen ve öyle marka falan da değil,ucuz yollu alıp bir şeyler geçiriyorum üzerime. Eskiden olduğu gibi yakışmıyor da zaten,her ne kadar Yavuz çok yakıştığını söylese de,iltifat ediyor sanırım,moral vermek istiyor bu ihtiyar delikanlıya,bu ilerlemiş yaşında…
Yavuz’da soyadı ve bıyık takıntısı da var, Meyva soyadına nedense çok takılır ve ben bunu mutlaka mahkemede değiştireceğim der. Nedense pek hoşlanmaz Meyva soyadından. Cidden Yavuz’un karizmasına pek uymuyor ben de katılıyorum kendisine bu konuda, O’nun mizacına uygun bir soyadı ne olmalıdır denilse ben bir iki isim sıralayabilirim. Mert ve sert soyadları çok uyar O’na. Erdem, hatta biraz metal çağrışımı yapsa da Demirkol, belki yine hoşnut olmaz ama Ayrancı uyabilir,orada bir süre kalmış ve çok beğenmiş çok sevmiş Ayrancı’yı, bazen biz esasında Konyalı’yız der yavuz,Yavuz Konyalı ne kadar da hoş geliyor kulağa. Evet evet Yavuz’un soyadı Konyalı olmalı. Gerçi o da biraz oyun havası çağrıştırıyor ama olsun o kadar, her kadı kızında olur biraz kusur.
Bir kaç kez bıyık bıraktı Yavuz.Kirli sakalı kesti, neredeyse bir haftalık bıyıkla geldi daireye.Yavuz, sakal ve bıyık bir arada iken inanki çok yakışıyordu sana ama sakalsız bıyık karizmanı alt üst etmiş dedim,hak verir Yavuz bana. Abi iyi farkediyorsun nedense, bıyık bana hiç yakışmıyor, birkaç kez denedim baktım olmuyor, hemen kesiverdim der Yani Yavuz hep bıyığa hasret kalacak,emekli de olsa yaşlansa da bıyık bırakamayacak bu gidişle.Belki ilerde bir umre,arkasından bir haç yapar ve iyi bir ihvan olursa sakalla bıyığı bir arada bırakır ve hiç olmazsa bu özlemini gidermiş olur.
Her yörenin adamını sever deYavuz, nedense Nevşehir’in adamına karşı bir antipatisi var. Oysa eşi de Nevşehirli ama herhelde O’nu artık Kayserili olarak görüyor. Bize hiç benzemez Nevşehirliler diye söze başlar,her şeyi kendisi için ister, bir başkasını hiç düşünmez der;varsa yoksa kendi çıkarı,aklından bile geçirmez bir başkasını,darda ve zorda kalmışsan bir tekme de sen yersin der Yavuz Nevşehirliler’den. Aman aman dikkatli ol hiç yanaşma Nevşehirliler’e diye özellikle tembihte bulunur.
Biraz yaşamın yorgunluğu var Yavuz’un üzerinde. Bazen sessizlik, sakinlik,dinginlik ister.Kuru gürültüden,lüzumsuzluktan hiç hoşlanmaz. Kendisi lafı çok uzatmaz, uzatandan da çok rahatsız olur. Mesajını doğrudan vermektir tercihi. Uzun uzun dinleyemez ,lafı dolandırıp duruyorsa bir kişi hemen oradan uzaklaşır. İki kişi kendi arasında konuşurken üçüncü kişinin araya girmesinden de uyuz olur. İstediği,sakin ortamda dinlendirici sohbet.Argodan hiç hoşlanmaz,güncel meseleler konuşulduğu gibi Yavuz’la bazen Mevlana’dan, Şems’ten bazen Yunus’tan,kimi zaman da günlük siyasetten konuştuğumuz olur ve dinleriz birbirimizi hiç sıkılmadan usanmadan.
Hız tutkusu var Yavuz’un. İncesu’dan Niğde’ye otuz beş dakikada vardım der(110 km) ama bekarlığımda diye de ekler(Yavuz dediği için inanıyorum,yoksa inanılacak gibi değil). Deniz olalı hız yapmıyorum,canımızı yolda mı bulduk oğluma kıyamam der. Kafasına koyduğunu yapar Yavuz, yeterki aklına bir şey düşsün; öğlen vakti bir karar verir saat iki de Konya’ya yola çıkar, orada akşam yemeğini yer ve yatmadan gerisin geri döner yine İncesu’ya aynı gün.
Yolculuğu yalnız da yapmaz eşi ve Deniz’i de alır yanına. Ne yapayım abi arada bir değişiklik gerekiyor der ve çok geçmez aynı metotla iki hafta sonra Mersin’e gider. Zaten uzun gezi yapıyorsa dört-beş bin yapar,gerçi bu sene sekiz bin hedefliyordu, izin sorunu nedeniyle ancak yarısını yapabildi. Tatildeki tarzı az yemek Yavuz’un, mümkünse simit,kahvaltı, yanında içecek olmaksızın dürüm (içeceğe dürümden fazla para alıyorlar der)ve çok gezmeye dayalı bir gezi tarzı O’nunki.
Ziyaretleri de kendine özgüdür Yavuz’un. Bir akşam dört aile gezdiğini bilirim,fazla değil yarım saat çok çok bir saat oturur aile gezmelerinde, çoğu zaman oturduğuyla kalktığı bir olur ve ev sahibi neyi ikram edeceğini bilemez,çay demlemeye fırsat vermez olsa olsa hazırda ne varsa ayak üzeri atıştırır ve ayrılır hemen oracıktan.
O cılızlığı ile pehlivanlığı da vardır Yavuz’un,okul takımında yer almış,hemen kendini bir gösterir,hiç kaçmaz er meydanından. Beni de bir yoklamaya kalktı,bir adımı biraz ilerde güreş vaziyeti aldı,bir koltuk altı girmek istedi,bir elense patlatacaktı ama bizde de Maraşlılık var, Bekir Böke’nin memleketindeniz, hemen bir karşı atak bir çangal, ve sonrasında bir yanbaşı, meğerse Yavuz karşı atak ta geliştirirmiş, az kalsın en iyi uyguladığı oyuna geliyormuşum, kravatla işi bitirirmiş meğerse. Kravatı çekti ama cüsseli olduğum için atamadı, çünkü yerimiz dardı ve hareket edecek alan yoktu. Kurtulmuş oldum yerin darlığından dolayı yavuz’un elinden.İşe bakın ki Yavuz neredeyse kravatla özdeşleşmiş,en uçuk kravat bağlama da O’nda,en iyi güreş oyunu kravat da O’nda,Allah bileğine güç kuvvet versin.
İş ve oda arkadaşım Yavuz. Dört yıldır tanışıyoruz O’nunla. Hiç şikayetim olmadı bugüne kadar kendisinden. Unutulmazlar arasına kaydettim Yavuz’u. Tarafımdan her dönem hatırlanacak birisi.
Yazıda kravattan başladım nerelere kadar uzandım görüyorsunuz. Daha çok şey yazabilirim Yavuz’la ilgili, farklı ve özellikli bir kişilik çünkü Yavuz. Aslında ben ilerde yazacaktım Yavuz’u ama abi herkesi, her şeyi yazıyorsun beni ne zaman yazacaksın deyince,tamam Yavuz senin işe de bir el atayım dedim ve bu kısacık hikayesi çıktı Yavuz’un ortaya. Okumaktan sıkılmamışınızdır umarım..
Kemal GÜL
25.09.2012
Kravat
Konumuz niçin kravat, nereden açıldı bu konu diye düşünenler açısından, bir iki paragraf sonra bulacaksınız bunun cevabını ama onun öncesinde kravatla ilgili bilgilendireyim biraz sizi. Kravat, ülkemizde ve Batı Toplumu’nda bir aksesuar olarak kullanılan ve kostümü tamamlayıcı özellikte olan bir unsurdur. Zannedilmesin ki tarihi çok eskilere dayanıyor, daha topu topu şuracıkta yüz elli yıllık bir mazisi var yok.
İlk kez Hırvatlar bağlamışlar boyunlarına kravatı. Herhalde günümüz tarzı kullanılmaya başlandığı yıllar 1870 li yıllar olsa gerek. Ondan önceki dönemde de mutlaka farklı toplumlar kullanmış olabilirler ama bu kullanım şekli günümüzdekinden farklı olarak boyun bağı şeklinde bir tarz olsa gerek.Yani ilk kullanılmaya başlandığı dönemlerden çok eskiye de gitmeye gerek yok, ne İsveç Kralı Şarl, ne Rus Çarı Deli Petro,ne de Osmanlı’nın yenilikçi hükümdarı II.Mahmut böyle bir aksesuarı kullanmamıştır. Bizde kullanımı daha da yenidir yani Cumhuriyet sonrasıdır.
Kravatın en çok da Atatürk’e yakıştığını düşünürüm. İlginçtir,bir Osmanlı zabitine Frenk tarzı bir giysinin bu derece yakışması. Yakası dik gömlekte, gömlek üzeri yelek ve koyu renk takım elbiseli resimlerdeki Atatürk’ü bir gözünüzün önüne getirin, ne kadar da hoş duruyor üzerinde.
Gerçi; O’na ne giyinse yakışıyor. Kravat da, kalpak da, cepken de, çizme de..Karizmadan öte bir duruşu var çünkü O’nun.
Kimisi kravatı kısa ve küt bağlar, kimisi ise uzun bağlamayı tercih eder. Özellikle filmlerde izleriz Zeki Alaysa, Güdük Necmi, Tulum Hayri gibiler neredeyse yarım karışı geçmeyen ve çenesinin hemen altındaki bir uzunlukla yetinirler ve kendilerine böyle yakıştığını düşünürler.Gerçi bunlar komedi amaçlı, güldürelim düşüncesiyle yapılan bir bağlama tarzı ama toplumda da çoğu kişide rastlarsınız bu tarz kravat bağlayanlara ve bu bağlama şekli o kişiyle bir nevi özdeşleşir.
İşte bir de tam bunun aksi tarzda oldukça uzun bağlayanlara da rastlanır kimi zaman. Bazen de kişinin cüssesinden kaynaklanan nedenlerden dolayı güdük kalır kravat. Eğer boyunuz uzun, boynunuz küt ve kalın, göbek de çok ilerdeyse ne yapsanız kısa kalır kravat üzerinizde. Özel yapım gerekir daha uzun bağlamak için o zaman, sipariş vermeniz gerekir bir firmaya.
Standart tiplerin kravat boyu zaten bellidir, tam kemerinin metalinin boyundadır kravatın uzunluğu. Açıkçası ben de hoşlanırım kravattan. Ceket pantolon giyindiğimde, yani resmi bir hüviyete büründüğümde, her nedense; kravat olmaksızın, bir eksiklik varmış gibi hissederim kendimde, hatta bazen o kadar önemserim ki; iki yakamı bir araya getirdiğini düşünürüm kravatın. Tercihim ise; kravatın, ne geniş ne de ince, boyunun ise; kemerin metalini de aşacak uzunlukta olmasıdır.
Ben bugüne kadar, gördüm gördüm de Yavuz kadar uzun bağlayanına görmedim kravatı. Yavuz’un kravatının boyu, mübalağasız iki katıdır bizimkinin, neredeyse dizine yakındır ve kendine özgü bir model oluşturur bu haliyle. Her nedense ben de çok hoşlanırım bu tarz bağlamasından Yavuz’un. Zaten şimdiye kadar hiç böyle bağlayanına da rastlamadım. Der ki Yavuz; ben kendimi ancak böyle güvende ve etkin hissediyorum,memur olduğumu böyle anlıyorum,bu bana özgüven sağlıyor ve hemen her zorlu meselenin altından kalkacağım hissi veriyor bana diye.
Kravatından açmışken konuyu Yavuz’dan bahsedeyim size biraz. İyi ki tanımışım Yavuz’u, iyi ki tanışmışım İncesu da Yavuz’la. Genç, neredeyse aramızda on, on beş yaş fark var ama,inanın insan ancak bu kadar örtüşür,belki doğrudan bir benzerlik yok tarzımızda ama birbirimizi anlama konusunda cidden üzerimize yok. Bir araya geldiğimizde, sohbet ettiğimizde,konudan konuya girdiğimizde hiç sıkmayız birbirimizi,saatlerce konuşuruz karşılıklı. Zaten istediğim de budur benim. Daha ben bir şeyi zihnimden geçirirken, konuya girerken bir ipucu verirken, Yavuz ne demek istediğimi anlar ve gireriz konunun özüne.
Mıymıntı, pısırık, şapşal,, sünepe adamlardan hiç haz almaz Yavuz. Varsa yoksa açık,net,girgin,atak,cesur olacaksın sizden hoşlanması için Yavuz’un. Gerçi ben de Yavuz’un aradığı bu özelliklerin hiç birisi yok ama her nedense tuttu beni bir kere. Nedendir bilemiyorum ama güvenir bana Yavuz. Herhalde test etmiştir diye düşünüyorum.Yanlış olmadığımı,kendisine yanlış yapmayacağımın farkındadır. Konuştuğu, açtığı mevzuların bizde kaldığını, başkalarıyla paylaşılmadığını, zorda sıkıntıda kaldığında arkasında olduğumuzu bilir ve bilir ki biz bir arkadaşı, ağabeyi ve bir büyüğü olarak hep O’nun iyiliğini düşünür ve isteriz. Bir şey sorduğunda,bir konuyu açtığında,bir görüş ve fikir almak istediğinde bilebildiğimiz kadarıyla hep doğruyu söyleriz,doğru yolu gösteririz O’na.
İnce, cılız sıskadır Yavuz. Uzun görünür inceliğinden dolayı,avurtları çökük,beli içine geçik, kemer neredeyse iki tur bindirecek düzeydedir pantolonun üzerine. Bu görünümünün aksine kendinden emin,dik ve sesi gürdür. Neredeyse sesiyle karşıdakini tırsıtır. Bazen kendini bilmezlere haddini bildirir, onlara bir zavır çeker adamlar neye uğradığını bilemezler. Hele masasına bir geçsin,kendisinden habersiz otursun koltuğuna birisi,hemen Yavuz’un hışmına uğrar ve oradan derdest uzaklaştırılır.
Çoğu zaman sorar bana yeni giyindiğinde; abi nasıl olmuş bana uymuş mu,yakışmış mı giyindiğim diye.İyi olmuş Yavuz iyi duruyor üzerinizde;kravatla bütünleşmiş,zıt renkler seni daha iyi açıyor,hem günümüzde zıt renkler tercih nedeni ancak; bizim yaş grubu uyumlu renkleri tercih ediyor derim ve arkasından sorarım: Yavuz hiç kot giyinmiyorsun sebep nedir diye, hemen ne demek istediğimi anlar ve abi kot yakışmıyor bana, düdük gibi oluyor, bir tuhaf gösteriyor beni,o nedenle giyinmiyorum der. Bazen araziye çıktığı zaman ender de olsa giyinir ve bakarım ki Yavuz haklı, aşırı zayıflıktan olsa gerek yakışmıyor kot O’na. Cılızlığını en iyi kapatan biraz geniş klasik kıyafetler Yavuz’un..
Bendeki farklılığı Yavuz da görür hemen.Saatler(oysa sıhhatler)olsun tıraş olmuşun abi der,berberin iyi anlaşılan,enseyi düzgün almış;favorini düzgün,kulak girintisini de yivli almış, ustanın hasıymış, kısa saç da sana gidiyor becermiş güzel ve hoş olmuş tıraşın,bu sefer değiştirme berberini der ve kaç lira verdin tıraş için berbere,çırağa da bahşiş verdin mi? Diye sorar.Berberin parasından kaçınmam ama tercihim; çırağı ve ortağı olmayan ve kafa ütülemeyen berber derim, beğendiğin usta da tek çalışıyor ne ortağı ne de çırağı var diye söylerim Yavuz’a.
Tıraştan açmışken sözü, Yavuz’un bir özelliğini daha hatırladım hemencecik. Öyle genç ustaların önüne oturup tıraş olmaz Yavuz. Ustası en az orta yaş olacak,hatta ileri yaş olursa daha da tercihlidir. Zannederim Ayrancı’daki ustası neredeyse ihtiyar denilecek yaşta olsa gerek. Konu buradan açıldığında anlatmakla bitiremez. Hemen Ayrancı’daki ustasından konuya girer. Ve anlatmakla bitiremez.
Yavuz’un ustada aradığı; öncelikle narin kişilikli ve gün görmüş olacak. Zaten gençlerden uzak olmasının nedeni de onların sert ve haşin olmaları ve tıraş boyunca alakasız konulara girip baş ağrıtmalarıdır.
Tıraş tarzlarını da beğenmez genç ustaların. Abi der bir tuhaf kesiyorlar saçı bir garip görünüyorsun sonrasında. Enseyi bir farklı,tepeyi bir farklı alıyorlar,maganda tıraşı yapıyorlar ve kendime yakıştıramıyorum diye bahseder.
Yaşlıların gün görmüşlüğü cezp ediyor Yavuz’u. Bir de özel bir uygulamasından bahseder ustasının.Her kişiye ayrı bir tarak,makas,ve havlu kullanır ve hiç birini diğerine karıştırmaz diye bahseder ve tıraş sonrası bir de duş imkanı sunduğundan bahseder. Açıkçası tıraş olmuyor dinleniyor ve günün yorgunluğunu atıyorsunuz berber koltuğunda. Naif kişiliğin ve yılların deneyiminin verdiği yaklaşımla sizi hiç usandırmadan, sıkmadan hoşnut ederek işlemini tamamlayıp yolcu ediyor.
Yavuz Ayrancı’dan Kayseri’ye tayin olduktan sonra bile kimi zaman hiç erinmeden yorulmadan arabasına atlayarak yine tıraş için eski ustasına gidip geldiğinden bahseder.Vefanın,bağlılığın,sadakatin ölçüsünü de bir nevi bize aktarıyor böylece Yavuz.
Tıraşla kalmaz, giyimimi de hemen fark eder Yavuz. Abi yeni anlaşılan bu kıyafetin,iyi olmuş kip duruyor üzerinde; markası nedir, kaça aldın, çok para verdin mi? diye sorar. Yavuz üzerimdekilerin en yenisi ceket, o da en az beş altı yıllık, diğerleri daha da eski; önceden giyinirdim ama ne oldu bilemiyorum bana, son on senedir hiç yeni bir şey almak, giyinmek istemiyorum,içimden gelmiyor derim.
Cidden bir dönem çok boşladım, her nedense giyimi kuşamı,içimden gelmezdi hiç yeni bir şey alıp giyinmek. Dönemsel olsa gerek bu durum,yeni yeni bir şeyler bakıyorum bazen ve öyle marka falan da değil,ucuz yollu alıp bir şeyler geçiriyorum üzerime. Eskiden olduğu gibi yakışmıyor da zaten,her ne kadar Yavuz çok yakıştığını söylese de,iltifat ediyor sanırım,moral vermek istiyor bu ihtiyar delikanlıya,bu ilerlemiş yaşında…
Yavuz’da soyadı ve bıyık takıntısı da var, Meyva soyadına nedense çok takılır ve ben bunu mutlaka mahkemede değiştireceğim der. Nedense pek hoşlanmaz Meyva soyadından. Cidden Yavuz’un karizmasına pek uymuyor ben de katılıyorum kendisine bu konuda, O’nun mizacına uygun bir soyadı ne olmalıdır denilse ben bir iki isim sıralayabilirim. Mert ve sert soyadları çok uyar O’na. Erdem, hatta biraz metal çağrışımı yapsa da Demirkol, belki yine hoşnut olmaz ama Ayrancı uyabilir,orada bir süre kalmış ve çok beğenmiş çok sevmiş Ayrancı’yı, bazen biz esasında Konyalı’yız der yavuz,Yavuz Konyalı ne kadar da hoş geliyor kulağa. Evet evet Yavuz’un soyadı Konyalı olmalı. Gerçi o da biraz oyun havası çağrıştırıyor ama olsun o kadar, her kadı kızında olur biraz kusur.
Bir kaç kez bıyık bıraktı Yavuz.Kirli sakalı kesti, neredeyse bir haftalık bıyıkla geldi daireye.Yavuz, sakal ve bıyık bir arada iken inanki çok yakışıyordu sana ama sakalsız bıyık karizmanı alt üst etmiş dedim,hak verir Yavuz bana. Abi iyi farkediyorsun nedense, bıyık bana hiç yakışmıyor, birkaç kez denedim baktım olmuyor, hemen kesiverdim der Yani Yavuz hep bıyığa hasret kalacak,emekli de olsa yaşlansa da bıyık bırakamayacak bu gidişle.Belki ilerde bir umre,arkasından bir haç yapar ve iyi bir ihvan olursa sakalla bıyığı bir arada bırakır ve hiç olmazsa bu özlemini gidermiş olur.
Her yörenin adamını sever deYavuz, nedense Nevşehir’in adamına karşı bir antipatisi var. Oysa eşi de Nevşehirli ama herhelde O’nu artık Kayserili olarak görüyor. Bize hiç benzemez Nevşehirliler diye söze başlar,her şeyi kendisi için ister, bir başkasını hiç düşünmez der;varsa yoksa kendi çıkarı,aklından bile geçirmez bir başkasını,darda ve zorda kalmışsan bir tekme de sen yersin der Yavuz Nevşehirliler’den. Aman aman dikkatli ol hiç yanaşma Nevşehirliler’e diye özellikle tembihte bulunur.
Biraz yaşamın yorgunluğu var Yavuz’un üzerinde. Bazen sessizlik, sakinlik,dinginlik ister.Kuru gürültüden,lüzumsuzluktan hiç hoşlanmaz. Kendisi lafı çok uzatmaz, uzatandan da çok rahatsız olur. Mesajını doğrudan vermektir tercihi. Uzun uzun dinleyemez ,lafı dolandırıp duruyorsa bir kişi hemen oradan uzaklaşır. İki kişi kendi arasında konuşurken üçüncü kişinin araya girmesinden de uyuz olur. İstediği,sakin ortamda dinlendirici sohbet.Argodan hiç hoşlanmaz,güncel meseleler konuşulduğu gibi Yavuz’la bazen Mevlana’dan, Şems’ten bazen Yunus’tan,kimi zaman da günlük siyasetten konuştuğumuz olur ve dinleriz birbirimizi hiç sıkılmadan usanmadan.
Hız tutkusu var Yavuz’un. İncesu’dan Niğde’ye otuz beş dakikada vardım der(110 km) ama bekarlığımda diye de ekler(Yavuz dediği için inanıyorum,yoksa inanılacak gibi değil). Deniz olalı hız yapmıyorum,canımızı yolda mı bulduk oğluma kıyamam der. Kafasına koyduğunu yapar Yavuz, yeterki aklına bir şey düşsün; öğlen vakti bir karar verir saat iki de Konya’ya yola çıkar, orada akşam yemeğini yer ve yatmadan gerisin geri döner yine İncesu’ya aynı gün.
Yolculuğu yalnız da yapmaz eşi ve Deniz’i de alır yanına. Ne yapayım abi arada bir değişiklik gerekiyor der ve çok geçmez aynı metotla iki hafta sonra Mersin’e gider. Zaten uzun gezi yapıyorsa dört-beş bin yapar,gerçi bu sene sekiz bin hedefliyordu, izin sorunu nedeniyle ancak yarısını yapabildi. Tatildeki tarzı az yemek Yavuz’un, mümkünse simit,kahvaltı, yanında içecek olmaksızın dürüm (içeceğe dürümden fazla para alıyorlar der)ve çok gezmeye dayalı bir gezi tarzı O’nunki.
Ziyaretleri de kendine özgüdür Yavuz’un. Bir akşam dört aile gezdiğini bilirim,fazla değil yarım saat çok çok bir saat oturur aile gezmelerinde, çoğu zaman oturduğuyla kalktığı bir olur ve ev sahibi neyi ikram edeceğini bilemez,çay demlemeye fırsat vermez olsa olsa hazırda ne varsa ayak üzeri atıştırır ve ayrılır hemen oracıktan.
O cılızlığı ile pehlivanlığı da vardır Yavuz’un,okul takımında yer almış,hemen kendini bir gösterir,hiç kaçmaz er meydanından. Beni de bir yoklamaya kalktı,bir adımı biraz ilerde güreş vaziyeti aldı,bir koltuk altı girmek istedi,bir elense patlatacaktı ama bizde de Maraşlılık var, Bekir Böke’nin memleketindeniz, hemen bir karşı atak bir çangal, ve sonrasında bir yanbaşı, meğerse Yavuz karşı atak ta geliştirirmiş, az kalsın en iyi uyguladığı oyuna geliyormuşum, kravatla işi bitirirmiş meğerse. Kravatı çekti ama cüsseli olduğum için atamadı, çünkü yerimiz dardı ve hareket edecek alan yoktu. Kurtulmuş oldum yerin darlığından dolayı yavuz’un elinden.İşe bakın ki Yavuz neredeyse kravatla özdeşleşmiş,en uçuk kravat bağlama da O’nda,en iyi güreş oyunu kravat da O’nda,Allah bileğine güç kuvvet versin.
İş ve oda arkadaşım Yavuz. Dört yıldır tanışıyoruz O’nunla. Hiç şikayetim olmadı bugüne kadar kendisinden. Unutulmazlar arasına kaydettim Yavuz’u. Tarafımdan her dönem hatırlanacak birisi.
Yazıda kravattan başladım nerelere kadar uzandım görüyorsunuz. Daha çok şey yazabilirim Yavuz’la ilgili, farklı ve özellikli bir kişilik çünkü Yavuz. Aslında ben ilerde yazacaktım Yavuz’u ama abi herkesi, her şeyi yazıyorsun beni ne zaman yazacaksın deyince,tamam Yavuz senin işe de bir el atayım dedim ve bu kısacık hikayesi çıktı Yavuz’un ortaya. Okumaktan sıkılmamışınızdır umarım..
Kemal GÜL
25.09.2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.