- 794 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Sevdanın Dağlarında Vuruldum Ben
Seninle kurduğum tüm köprülerin omurgası yine sevdayı taşır
Her şafakta kardelenler bir bekleyişin, özleyişin acısını yansıtır
Sensizlikten dağılsam, savrulsam tane tane, vurulsam da alnımdan
Bu yürek kaç sevdalının yoksul yüreğini doyurdu, sapmaz yolundan
İzahı olmayan, yüreği çile kokan bir şiir dökülür şimdi dilimden. Yıldız küllerinin savrulduğu girdapta seninle aşka uyanmak, seninle gri bir düş yumağına sarılmak ve Yunus’un geçtiği tüm yollardan teğet geçerek gönlümü soyut şarklarında soymak yetmedi. Buncadır ne selim ulaştı sana, ne milim. Yürüdükçe sana kaldım geride ve ben gözlerinin ırmağında yıkanmalara durdum bir filmin tam finalinde. Gözlerimdeki alınganlıkla, yüreğimdeki gerdanlıkla, hücrelerimdeki hüzün kümesiyle sevdanı kelimelerle değil, henüz doğmamış ceninlerle kundakladım.
Oysa, her aynanın bildiği, her sevdanın sindiği basit yalanlar, düşündürücü doğrular dolaşır bu hayatın garip labirentlerinde. Mor gecelerde emdirdiğimiz dudaklarımız, kurumuş ırmaklarda yürürken ezdiğimiz karıncalarımız, gönül kafesimizi zedeleyen isyanlarımız, kahpe bir sevdadan dönen, döndükçe kurşunlanan bedenimiz ve hançerlenen hayat dolu yüreğimiz. Şimdi, ruhumuzun son adımında, sol yanında varsıllığımızı bitiren ayrılık senfonisindedir kulaklarımız.
Gök mavisini örterken denizin, düşlere gömülür sevda. Her karanlıkta binlerce diş parçalar yıldızları gövdesindeki terk edilmişlik hıncıyla. Taş ufalanır, anaların, kızların, çocukların düşlerine girer engerek gülüşlü zebaniler. En uzunundayım yolun, bundan sonra olsan da gül suyum, her yanıma girse de ölüm, konuşsan da her gece tanrılarımla bu yitik sevdaya yön bulamazsın. Binlerce bozkırın, binlerce bağın dumanı tüter şimdi bağrımda. Çatlamış narımdan, artık bir daha ağarmayacak tanımdan, binlerce günümden dünümü yitiren bir savaş mağlubuyum ben.
Çığlığını kasıklarının pınarlarında yıkadığında, şiirlerimi mevsim dallarına astığında, özlemim canına tak dediğinde, yoksulluğumu an. Korsanların tamlanınca, bekleyiş duvarlarındaki gözlerin nemlenince hücrendeki izlerimi anımsa. Oyuk oyuk delinmiş, taşlarla dikenlerle dostluk edinmiş kimliksiz insanların yaşadığı bu gök kubbe altında, nedensiz kucaklaşmaların sahnesidir bu dünya. Aç olanların hırçınlıklarını sergilediği, dağdaki çobanların sürülerini beslediği, hiç çiğnenmemiş çimenlerin bile gün gelince toprağa gizlendiği kül ve çiyler hengâmesidir bu derya.
Bundan sonra bilmiyorum kim alnımdan öper beni. Kim yüreğine beler şiirlerimi? Bu pençe tutmaz ayakkabılarla eskittiğim dünya yollarında neylersin ki bir kırlangıç göğsü atar içimde. Yüreğinde hep ihaneti taşırken sırtlanlar, tilkilere hep çekici gelir çığlıklar. Bütün ilençlerinin, tüm beddualarının üç güneş, üç ışık yılı aştığı zaman da gelecek elbet. Ana dili sevda olan, sevdikçe bağrı talan olan bir yürektir taşıdığım. Ceylanların yeşil tomurcuklar için ölümü göze aldığı bu yeryüzü atlasında şiirlerle doğan, onlarla ölen isimsiz bir çiçeğim ben.
Köklerini dirimselleyen, bedenindeki suları gölgesinde gizleyen, derelerin kirlisini mucizeyle yeşillendiren ve gözesindeki tüm bal sızıntılarını ayrılığın kovanında istifleyen bir özneyim ben. Açlığını yazgı bilen, rüyanın ve gerçeğin inlerinde ömür tüketenlere inat, acıktıkça memeye saldıran bebelerle döner bu dünya. Gürül gürül ırmaklarımda sevdayı, umut teknesinde aşkı yoğururum. Işığınla açtım dünyaya gözümü, seni sevmemek, sensiz yaşamak olur mu? Ellerime zincir, ayaklarıma pranga, şiirlerime yıldırımlar yağsa da benim sevdam şahmeran bir sevdadır.
Selahattin YETGİN