- 2113 Okunma
- 18 Yorum
- 0 Beğeni
KABAĞIN SAHİBİ.
Benim genelde mizah yazıları yazdığımı bilen değerli dostları sükut-u hayale uğratmamak için peşin peşin söyleyeyim: Bu söyleşi bir mizah yazısı değildir.
Önce - hikaye gibi görünen- gerçek bir olay anlatacağım. Sonra da bu olayı niçin anlattığımı...
İstanbul’un Tahtakale semtini en azından ismen bilmeyenimiz yoktur sanırım.
Osmanlı Devleti zamanında Taht-ı Kale, yani kalenin altı olarak bilinen bu semt o zamanlarda da canlı bir ticaret merkeziymiş. Her türlü esnaf orada icra-i sanat eylerlermiş. Aynı zamanda oldukça ucuza yemek veren aş evleri olduğu için yoksulların, gariplerin, miskinlerin, gezgin dervişlerin en çok uğradığı mekanların başında gelirmiş Tahtakale.
Yine o dönemlerde kendilerine ’’ Cavlak’’ Denilen gezgin dervişler varmış. Bunların saçları, sakalları, bıyık ve hatta kaşları tamamen usturaya vurulmuş olduğundan kendilerine ’’ Cavlak’’ denirmiş. ( Şems-i Tebrizi de bunlardan biriymiş deniyor bazı kaynaklarda.)
Bu cavlak dervişlerinden birisi bir gün bir berber dükkanına girmiş uzayan saçlarını ve sakallarını kazıtmak için. Ancak tam berber sandalyesine oturup kafası sabunlandığı anda içeriye zengin, şımarık, küstah, gururlu, haddini bilmez bir ağa girmiş. Ağa doğruca gelmiş cavlak dervişin kafasına tokadı indirmiş.
-Ulan kabak..Kalk bakalım. Önce ben tıraş olacağım.
Tasavvuf dünyasında dört mertebe vardır.
Cavlak derviş Şeriat ehli olsa kalkıp o da ağanın ensesine tokadı indirecek. Ama değil...Tarikat ehli? O da değil...Tarikat ehli olsa bakacak ’’ Bana acep kim vurdu?’’ Diye...Dördüncü mertebe olan Hal ehli olsa o tokadı hiç duymayacak bile ama duyuyor acısını...Demek ki üçüncü mertebede derviş. Yani Marifet ehli. Tokadı vuran el kimin olursa olsun onun Allah’tan olduğunu bilmiş ve susmuş...Kafası sabunlu sabunlu kalkmış ve bir boş sandalyeye oturarak beklemeye başlamış.
Haddini bilmez ağa başlamış tıraş olmaya ama tıraş olurken de ’’ Kabak aşağı, kabak yukarı ’’ Dervişi rencide etmeye devam etmiş aklı sıra.
Sonunda ağanın tıraşı bitmiş. Dışarı çıkıp orada beklemekte olan adamlarının yanına gitmiş. Eğilen adamlarından birinin sırtına çamurlu çizmeleriyle basıp süslü atının sırtına çıkmış. İlle velakin atın sırtına oturur oturmaz at başlamış dört nala koşmaya. Ağa attan düşmüş ama ayağı üzengiye takıldığı için sürüklenmeye başlamış.
Ağa bu minval üzere sürüklenirken berber, cavlak dervişi tıraş etmeye başlamış. Tam tıraş bitmiş ki berber dükkanının önünde bir vaveyla kopmuş. Berber dışarı baktığında ne görsün? Demin dört nala koşan at tam olarak dükkanın önünde duruyor.Ağanın ayağı hala atın üzengisinde lakin kafası yok. Sürüklenirken paramparça olmuş.Kopmuş gitmiş vaziyette.
Dervişin bir Allah dostu olduğunu bilen beber ’’ Erenler...Bu ceza biraz ağır olmadı mı?’’ Diye sorunca Derviş cevap vermiş:
- Ben, vallahi de billahi de gücenmemiştim ona...Hiç bir bedduam olmamıştı. Lakin kabağın sahibi çok gücenmiş demek ki.
İnsanoğlu maalesef kabağın bir sahibi olduğunu unutuyor bazen. Sonra da başına bir musibet geldiğinde ’’ Bu neden böyle oldu acaba ? ’’ Diye hayret ediyor, şaşkınlığa uğruyor.
2009 Yılında göreve başladığım özel akşam lisesinde 2012-2013 Öğretim yılında kurucu değişikliği oldu. Anlayacağınız patron değişikliği oldu. Yeni patron da okulu hem akşam lisesi hem de anadolu lisesi olarak açmaya karar verdi. Akşam lisesinin bir müdiresi vardı zaten ama anadolu lisesine müdür lazımdı. Bir müdür ataması olmadan okul açılamıyordu çünkü. Ancak bir sorun daha vardı: Yaz tatilindeydik ve öğretmenlerin çoğunun tatillerini yarıda kesip okula müdür olma gibi bir niyetleri yoktu. Bir kısmının evi barkı okula uzak olduğu için gidip gelme sorunu yaşanacaktı. Ama hepsinden önemlisi millet ’’ Özel Anadolu Lisesi ’’ Deyince öyle asgari ücrete yakın bir maaşla gelip de çalışmak istemiyordu tabii olarak. Bir diğer taraftan da okulun anadolu lisesi olmaya uygun olup olmadığını denetlemeye gelen müfettişler ’’ Bu okulun müdürü kim?’’ Sorusunu sormuşlardı. İşte o soru üzerine akıllara gelen en uygun isim ben olmuşum. Neyse..İşte bu sebeplerden dolayı ’’ Koyunun olmadığı yerdeki Abdurrahman Çelebi’’ Misali bendenizi müdür yaptılar okula.
Okula açıldı..Lakin çok geç kalındığı için ve belki başka da sebeplerle sadece dört öğrenciyle tamamlayabildik I. Yarı yılı. II. Yarıyılda ise sayımız ancak 15 e çıktı. Başka özel anadolu liseleri ful kadro çalışırlarken biz neden böyle fakr-ü zaruret içinde harap ve bitaptık? Anlayabilene aşk olsun.
Başa doğru dönelim tekrar.
Okul, açıldıktan sonra bir kez daha el değiştirdi. Patronlardan biri okulu tamamen öteki patrona devretti. Okulu tek başına alan patron ise bir gün ’’ Burası nasıl bir okul böyle? Okul değil mübarek Darül Aceze ’’ Demiş ... Darül aceze...Yani acizler ve düşkünler yurdu.
İlk etapta bu sözü üzerime almadım. Yani tek başına bu sözün muhatabı ben değilim sanıyordum. Hatta adam haklıydı. Ben, akşam lisesinin müdiresi, matematik öğretmenimiz ve edebiyat öğretmenimiz hep emekli, yaşlı öğretmenlerdi. ’’ Darül’ Aceze’’ Tabirini ’’ Yaşlı ve modası geçmiş ’’ Olarak yorumladım ve ’’ Adam çok da haksız sayılmaz ’’ Dedim. Yani Cavlak derviş gibi ben de çok gücenmedim bu söze.
Lakin..2013- 2014 Öğretim yılı başladı...Bana şut..Kapatılan akşam lisesinin yaşlı müdiresi yeni açılan sağlık meslek lisesinin müdürlüğüne, eski yaşlı matematik öğretmeni göreve devam...eski yaşlı edebiyat öğretmeni çalışmak istemedi. ( Ama isteseymiş göreve devam ettirilecekmiş)Benim yerime alınan yeni müdüre hanım ise yine yıllar önce emekli olmuş bir arkadaş. Yani o da öyle yirmi-yirmi beş yaşlarında bir taze değil.
O zaman demek ki bu okulu Darül Acezeye çeviren benmişim. Peki neden? Ötekiler de yaşlı olduğu halde neden sadece ben okulu Darül Aceeye çevirmişim? Onlardan eksiğim ya da fazlam var mı? Var elbette...Benim ayağım sakat...Böyle bir vaziyet, hem de özel bir okulda görüntü kirliliğine yol açıyor. ( Tabii ki bazı patronların nazarında...Daha önceki patronların böyle bir sorunu yoktu. )
Gücendim mi? Yok yok gücenmedim...Özel sektörde bir patrona ’’ Neden ben değilim?’’ Sorusunu sorma hakkınız yok...Vatandaşın canı öyle ister şutlar. Bunu bilerek başladık zaten başlarken.
Ben gücenmedim lakin kabağın sahibi gücenmiş besbelli. Anadolu Lisesinin öğrenci sayısı bu sene de dokuz- onu geçemedi...Yeni açtıkları ...Pardon henüz resmi olarak açılış iznini alamadıkları sağlık meslek lisesinin ise altmış civarında öğrencisi var ( Oysa 220 öğrenci dolduracaklarını bekliyorlardı. )
Demek ki kabağın sahibi çok kızmış. Oysa hep dua ediyordum: ’’ Ya Rabbim..Bu adam buraya bu kadar masraf yaptı, bu kadar sıkıntılar yaşıyor. Bu emeklerini zayi etme’’ Diye, ama kabağın, acezenin, gökte ve yerde her ne varsa herşeyin sahibi olan Malik-i Zülcelal çok fena gücenmiş besbelli.
YORUMLAR
Merhaba Sami hocam, yazıyı geç okudum ama okuyunca baya bi sarsıldım hani. Bir insanın engelini bahane eden gerçek engellileri kabağın sahibine ben de havale ediyorum. O, her şeyin en iyisini bilir.
Hakkında ne hayırlı ise o olsun demekten başka bir şey gelmiyor elimden.
saygı ve selamlar.
hocam kabağın sahibi varda acaba onu düşünecek zeka varmı bakalım o patronda anlaşılan bu yıl açıkta kaldınız açıkta derken yanlış anlaşılmasın o okulda çalışmayacaksınız anlamında söyledim sağlık olsun hocam kul bunalınca hızır yetişir derler biz yıllardır hepöylesi patronlarla uğraşıyoruz kaderimiz iki dudağının arasında evet veya hayır demekten geçiyor özel sektör böyle hocam naparsın başa gelen çekiliyor yazınızı ibretle okudum allah işinizi kolaylaştırsın saygılarımla selamlar
Yanılmışım. Doğrusu:
http://edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=78538
İlgi:
(http://edebiyatdefteri.com/yaziyorumduzelt.asp?y=332168&yazi_Id=120937)
Önceki "Kabağın Sahibi" başlıklı yazınızı(kestâne kabağı fotoğraflı), 2 adet yazıcı çıktısı alıp- birini bir işyeri vitrin camına astım ve şu an bile orada duruyor... o vakitki yazdığında, derviş- kabadayı ve atarabası ile idi.
Neyse, sadede geleyim... her iki yazınızın tamâmını okuduğum ve aklımda kaldığı ile yorumlamaya çalışayım.
Kabak, kendi bedenî azâsını hiçbir vakit öne sürmemeli ve içinde menfaat olduğu konuları, "Bak bana ne yaptılar ve şimdi başlarına ne geldi" kusûruna(dolaylı da olsa), düşmemeli... olur ki; Kabağın Sahibi, bu şer ile Seni denemeye devam ediyor; ki, öyledir de...
Her vakit örnek verip- söylerim: Terbananın enbüyük kusûru, dili idi. Rize'deki konuşması sırasında söylediği söz, târihe kaydedilmiştir.
İlk yazın daha orjinal idi.
Hâlis niyetli işlerin rast gele...
Sağlıkla kal...
Sizi anlayabildiğimi sanıyor ve Saygıyla Selâmlıyorum...
kadiryeter Kadir Yeter.
20 EYLÛL 2013- MERKEZ İLÇE- TRABZON.
tp://edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=120937
sami biberoğulları
kadiryeter tarafından 9/20/2013 4:42:26 PM zamanında düzenlenmiştir.