Üstad Arton
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Gökyüzü gıriydi,hatta grinin ötesinde koyu mavi ile siyah arasında bir renkteydi. Güneş doğalı epey olmuş, vakit ilerlemişti. Yazı aratmayacak bir gündü ama yakıcılığı, kavuruculuğu pek hissedilmemişti güneşin. Önünde kümelenen kar gibi parçalı beyaz bulutlar engel olmuştu buna. Hafif bir serinlik vardı dışarıda, her zamankinin aksine.
Ne zamandır adım atmamıştı, ne zamandır çıkıp dolaşmamıştı şöyle bir çevreyi. İç geçirdi, pencerenin çatlak ve puslu camından dışarıya şöyle bir baktı, gözünü güneşin alev renkteki kızıllığına dikti ve bir gözünü kısarak, denemeliyim diye düşündü. Denemeliyim ve adım atmalıyım, buluşmalıyım, kavuşmalıyım ne zamandır hiç görüşmediğim dostlarımla ve arkadaşlarımla diye.
Yanlışta ısrarcıydı. Neden hala anlamamıştı. O dost bildikleri değil miydi kendisini yatağa mahkum, eve hapsedenler. Uzunca bir süre olmuştu. Hatırlamaya çalıştı o hadiseyi. İçi titredi, gerildi, kaşları çatıldı, boğazı düğümlendi, yutkundu sıklıkla, gözlerini kıstı ve zihnini bütünüyle odakladı o güne.
Irmağı geçip asfalta çıkacaklar ve el kaldıracaklardı yoldan geçen bir dolmuşa. İlçeye ulaşacaklardı ve öncesinde kendilerini bekleyen bir arkadaşla buluşacaklar ve dörtlü bir grup oluşturacaklardı. Merak ediyorlardı o günkü gösteriyi. Ne zamandır bu günün hayalini kurmuşlardı. Ilık bir bahar gecesi, ay ışığında izleyeceklerdi. Yalnız kendileri değildi bu günü bekleyen, tüm bir ilçe halkı sabırsızlanıyordu o günün bir an önce gelmesi için..
Bu macera dolu yolculuk işte onun içindi. Günlerce düş kurulmuş, hayal alemine dalınmıştı. Çıkılmalıydı bu yolculuğa. Kararlaştırılmıştı ve geri dönüş yoktu, asla geri adım atılmamalıydı.
Baharla birlikte daha coşkulu akıyordu bu nehir. Daha düne kadar durgun ve dingindi. Sessiz ve sakin akardı ve hiç işitilmezdi bir kış boyu ama baharla coşar, yatağına sığmaz, kimi zaman da taşardı.
Birdenbire azgınlaşmıştı. Eriyen kar suları karışmış dalga dalga kabarmıştı ve yatağına sığmıyordu adeta.
İşte böyle bir günde geçilecekti bu ırmak. O yaşta hiç düşünülmezdi, hiç hesap edilmezdi, gözü hiçbir şey görmezdi insanın. Gençlik ve toyluk olduğu zaman bir adım sonrası bile hesaba katılmaz, canınızı hiçbir şeyden esirgemezdiniz.
Bilemezdi tabi, başına bir sürü işlerin geleceğini ve bu acıyı çekeceğini.
Irmağa yaklaştıklarında gördükleri karşısında bir ürktüler, vazgeçmeyi düşündüler ama yapamazlardı, günlerce hep bunun düşüyle yatıp kalkmışlardı. Nehri her şart altında en rahat geçecek kişi kendisiydi, küçüklüğünden beri az kulaç atmamıştı derede, ırmakta, gölde. Bir yüzücüden farksızdı ve gücü ve nefesi de yerindeydi. Gerekirse diğer arkadaşlarını bile karşı kıyıya ulaştırabilecek ustalık ve güçteydi.
İlk adım atan kendisi olmuştu. Ayağıyla yoklayarak, deneyerek geçmek istiyordu. Zemini bulmak, görmek istiyordu. Omuzunu aşmıştı suyun derinliği, şöyle yüzünü yalayarak geçmişti. Bir adım, bir adım daha derken ayağı zeminden kesilmişti ve sürüklenmeye başlamıştı. Ne yapsa olmuyordu ve derin dalgalar bir daldırıyor, bir çıkarıyordu. Sürükleniyordu ve elinden hiçbir şey gelmiyordu.
Zihninden bin bir düşünce geçiyordu. Yaşam buraya kadar mı diye düşündü. Erkendi daha, yaşamın baharındaydı. Allah ömür verse uzun, yaşanılası bir hayat vardı önünde.Hem annesi ne yapardı, nasıl yaşardı onsuz, yapayalnız.
Kendini toparlamaya çalıştı, direnmeliydi, teslim olmamalıydı, bırakmamalıydı bu azgın suya. Geri dönmeyi düşündü ama yapamazdı. Ne zamandır hayalini kurduğu bu geceyi kaçırmamalıydı. Hem geride iki arkadaşı kendisini bekliyordu. Ne yapıp yapıp geçmeliydi karşıya. Bir kulaç,bir kulaç daha..
Sürüklenmişti, yapacak bir şey yoktu,çarpıyordu sağdan sola. Kayalıklara doğru yol alıyordu. Biraz ilerisi zaten şelaleydi. Arkadaşları ne yapıyordu acaba. Kurtarmak için bir çabaları var mıydı? Bir şeyler yapabilirler miydi, ellerinden bir şey gelir miydi? Çaresizlik ne kötüydü. Şelalenin zirvesinden sonrasını hatırlamıyordu. Ne olmuştu, nasıl olmuştu, bir yere mi tutunmuştu, bir kurtaran mı olmuştu ama hayattaydı işte.
Vücudu sır sır sızlıyordu. Acımayan yeri yoktu neredeyse. Ayağının birini hissetmiyor gibiydi. Ne olmuştu acaba. Bakamadı, acı gerçekle karşılaşmak istemedi. Tek ayakla mı yetinecekti bundan sonra. Yaşam nasıl olurdu bir ayakla. Bir kola bile razı olabilirdi, tek kolla bile yaşam zor da olsa sürerdi ama ya tek ayak..
İçi acıyordu, yüreği dalga dalga kabarıyordu Timur’un. Aksaktı işte aksak kalacak ve aksak yaşayacaktı. Tıpkı tarihteki Timur, Aksak Timur gibi. Düşmanı dize getiren, dünyayı titreten, küçük bir obadan bir devlet, bir imparatorluk yaratan Ulu Hakan Timur gibi..
Şelaleden düştüğünde kendisini kaybetmiş, kayalıklara çarpmıştı ve kenara sürüklenmişti Timur. Ezilmiş, kırılmış ve parçalanmıştı dizden aşağısı bacağının. Yardıma yetişen kenarda bekleyen arkadaşları Kasım ile Rüstem’di.
Biricik annesi ne göz yaşları dökmüştü Timur için. Günlerce baş ucundan ayrılmamıştı, gözünü hiç kırpmamış ve uykusuz geceler geçirmişti. Ağzına bir lokmacık bir şey bile koymamıştı acısından üzüntüsünden.
Biri kaybedilmişti ayağın. Çaresizdi, yapacak başkaca bir şey yoktu ve yaşama sarılmak, tutunmak zorundaydı. Günlerini bu eski, köhne evin dört duvarı arasında geçirmişti, adım atamamıştı hiçbir yere. Sayısız ziyaretçileri olmuştu, ilk zamanlar Kasım ile Rüstem de gelip gitmişlerdi. Sonrasında sessizce uzaklaşmış gözden kaybolmuşlardı.
Gelip, kapısını itmez olmuşlardı bu yakın arkadaşlarının. Bir vefasızlıktı yaptıkları. Dost kötü günde belli olurdu. Aramalıydılar, sormalıydılar, yalnız bırakmamalıydılar bu zorlu ve sıkıntılı dönemde Timur’u. Görünmeliydiler, arada bir uğramalıydılar, kalbini gönlünü kazanmalıydılar arkadaşlarının.
Yaşam hep böyledir işte. Düşmeyiverin bir, gözden koybolmayıverin, dost dedikleriniz bir bir uzaklaşır çevrenizden, arayanınız soranınız olmaz. Ama sıkı olmak lazım. Bırakıvermemek gerekir insanın kendisini bu durumda. Daha katı olmak gerekir, boş bulunmamak, ümitsizliğe düşmemek gerekir. Mücadeleyi bırakmamak gerekir.
Timur için esas zorlu süreç bundan sonra başlayacaktı. Tek ayakla yaşama tutunacaktı. Dünün en cevval genci bir koltuk değneği ile halkın arasına karışacaktı. O da başka bir açmazdı, düşündükçe içi burkuluyordu. Nasıl olurdu, nasıl çıkardı, insanların arasına. Bir eziklik duyuyordu ve büsbütün sarıyordu bu duygu iç dünyasını.
İyiydi, kendinde iyi hissediyordu ve bu gücü buluyordu bu gün. Gri bulutların hemen üzerinde dolaştığı, hafif bir esintinin insanın suratını okşadığı, güneşin kızıllığının gözleri kamaştırdığı bu günde adım atmalıydı dışarıya ve günlerdir zihnini kemiren bitmez tükenmez gel gitlerden kurtulmalıydı.
Öyle de yaptı Timur. Kararını verdi, gücünü topladı kaldığı yerden yaşamın kucağına tekrar döndü.
Düşlediği, hayalini kurduğu,izlemek için her şeyi göze aldığı ve bedelini de pahalı ödediği gösteri o gün Timur’suz izlenmişti. Bir ilçe halkı ılık bir bahar gecesi ay ışığında Timur’un başına gelenlerden habersiz izlemişlerdi bu gösteriyi.
İzleyicilerine günler önce tarihini ve saatini vermişti usta tel cambazı Arton. Zaten telde yürümesi, zıplaması, ayağında su dolu kovalarla teli bir baştan diğer başa koşturarak geçmesi, düşüyor hissi vererek tele son anda tutunması yeterince hayran kitlesi kazanmasına neden olmuştu. Timur ve arkadaşları da hayranları arasındaydı Arton’un.
Esas gösterisi bundan sonra olacak olandı. Bir mezar açtıracaktı. Toprağın derinliklerine uzanacaktı ve üzerini tekrar kapattıracaktı. Bir süre kaldıktan sonra gerisin geri çıkacaktı, toprağın altından. Bu nasıl olacaktı, bir sihir, bir büyümüydü yoksa. Bu beden nasıl tekrar canlı çıkardı mezardan. Diri diri gömülmek buna denilirdi işte. Aklını mı kaçırmıştı yoksa. Normal birisinin yapacağı bir iş değildi doğrusu.
Kim kaçırırdı bu gösteriyi. Kapılmışlardı bir kere bunun cazibesine Timur ve arkadaşları. Sabırsızlıkla bekleyeceklerdi o günü. Çok merak ediyorlardı Arton topraktan diri mi, yoksa ölü mü çıkacaktı.
İşte gerçekleşmemişti, nehri geçip şehre varamamışlardı. Üstelik ölümden dönmüş ve sakat kalmıştı. O güne kadar hep yanında olan Timur sayesinde her imkan ve fırsattan yararlanan Kasım ve Rüstem bu olaydan sonra çevresinden uzaklaşmışlar adeta toz olmuşlardı. Görünmez olmuşlardı, buharlaşmışlardı. Yapayalnız bırakmışlardı arkadaşını.
İzlemek uğruna bir ayağını kaybeden ve yaşamı alt üst olan Timur ne yazık ki Arton’un yaşamını riske atarak deneyeceği bu gösteriyi seyretmekten mahrum kalmıştı. Evet gösteri Timur’suz başlamış ve bitmişti. O’nun olmaması mühim bir eksiklikti ama yapılacak bir şey de yoktu. Gösteri, Arton’un tüm hünerlerini sergilediği ılık bir bahar gecesi ay ışığında başlamış ve bitirilmişti Timur’un başına gelenlerden habersiz olarak..
Bir hayat dersiydi kazandığı Timur’un. Hem de acı bir hayat dersi. Kimlerle dost olunacağını, kimlerden uzak kalınacağını, nerede nasıl adım atılacağını ve nelerden sakınılacağını anlamış ve kavramıştı. Bedeli pahalı ödenmişti bu dersin ve bundan sonraki yaşamı ağır aksak geçecekti.
Şu var ki bir güçlü kişilikti Timur. Kolay pesetmez yaşama tutunmanın bir yolunu bulurdu.
Daha yapacak çok işi vardı hayatta. Geleceğe dair hesapları tükenmemişti. Ümidini koruması için yeterince neden vardı. Gücünü toplayıp adımını atmalıydı. Buna hazırdı. Başarabilirdi. Kaçınmamalıydı. bundan.Hiç şüphesiz başarabilirdi. Ümitleri boşa çıkarmazdı. Kendisi de O’nu tanıyanlar da buna inanıyordu.
Kemal GÜL
25.11.2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.