- 600 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
İlkin
Ne kadar çabalarsam çabalayayım, toplantıya Rahip’ten önce gelemezdim. O her zaman ilk gelir ve son giderdi. Bir keresinde Jahw bana Rahip’in hiç evine gidip gitmediğini sormuştu. “Sence evi var mıdır?” diye yanıtlamıştım. Cevabım şaka yolluydu ama belki de gerçeği içinde barındırıyordu.
Rahip her zamanki köşesindeydi. Gelişimi farketmemiş gibi duruyordu. Elindeki tabletten bir şeyler okuyor, sonra bir başka tablete notlar alıyordu. Karşısına ilişip, sessizlik içinde diğerlerinin gelmesini bekledim. Çok geçmeden, not almayı bitiren Rahip de bana katıldı. Eloy gelene kadar ikimiz de konuşmadık.
Eloy içeri gülümseyerek girdi. Üstü başı sırılsıklamdı.
“İnanabiliyor musunuz, yağmur yağıyor!”
Sözüne bir tepki beklemiyordu ama Rahip yine de karşılık verdi:
“Senin sözüne inanıyoruz Eloy. Yağmurun yağması ise bilgimizin içinde ya da dışında olabilir; inancın bu noktada önemli bir rolü yoktur.”
En az benim kadar, Eloy da Rahip’i tanıdığı için onun kategorik cevaplarına alışkındı. Keyfini bozmadı; dolaptan bir içecek seçip yanımıza oturdu.
“Jahw yine geç kalmış.”
“Son on toplantının sekizine Jahw’ın geç kaldığı doğru. Ama öte yandan sen beşine, Deuter da üçüne gecikmiş durumda.”
“Senin ise geç kalıp kalmadığını bilen yok, değil mi Rahip?”
“Girişteki kayıtlardan asla geç kalmadığım doğrulanabilinir.” diye cevap verdi Rahip.
Demek Rahip eve ya da başka bir yere gidiyormuş! Jahw’a bunu iletmeliydim.
Jahw’ın gelmesini beklerken ben de kendime içecek bir şeyler aldım. Dolabı kim dolduruyordu, bilmiyordum. Bu iş için Rahip’ten başka adayım yoktu. Ama o da bu konularla çok ilgisiz gibiydi. Bir an önce gündeme geçmek için sabırsızlandığını görüyordum.
Geldiğinde Jahw da ıslaktı. Ama yağmurdan bahsetmedi; geç kalmanın verdiği suçlulukla kalan son yere geçti.
“Başlayabiliriz, değil mi?”
Ben ve Eloy başımızı salladık, Jahw kımıldamadı.
Rahip sol eliyle kartlara uzandı. Desteyi karıştırmadan ikiye kesti ve elinde kalan grubun en altındaki kartı bize gösterdi: Asaların Kralı.
“Kararlı bir karakterimiz var. Ne istediğini bilen, bu yüzden de ortalığı velveleye vermeyen biri. Kararlılığı denenmeye hazır; o bu denemelerden başarıyla çıkacaktır. Karttaki semenderi görüyor musunuz? Ateşle verilecek sınavın habercisi...”
“Ateşle verilecek sınav mı?”
“Ben de ne olduğunu bilmiyorum; bakalım neymiş?”
Rahip desteyi tekrar kesip, bir kart daha çekti: Asaların onlusu.
“Verimli, bitek topraklardan kıraç olanlara gidecek belli ki.”
“Ceza olarak mı gidecek?”
“Bilmiyorum” dedi Rahip. “Belki inandığını savunduğu için cezalandırılacak, belki de birilerini bir şeyleri ispatlamak için gidecek.”
“Bu yolculukta tek başına mı?”
“Görelim” dedi Rahip.
Üçüncü kart yine Asalardandı: Kraliçe ama başaşağı bir kraliçe. Kartı görünce hepimiz gülümsedik, Rahip bize katılmadı.
“Yalnız değil. Ama yoldaşı da güvenilir biri değil.”
“Çöllere düşecekler; güvenilmez olsa ne olur?”
“Asıl o zaman dayanacağımız gövdeler gerekmez mi?”
Rahip’in bu pek de dikkatli olmayan sözcük seçimi hepimizi güldürdü. O ise ciddiye alınmayışına bozulmuşsa da renk vermedi.
“Peki bu adam... Bu adamın bir adı var mı?”
“Yok. Siz ne olmasını isterdiniz?”
Hiç bir insana daha önce isim koymamıştık. Birbirimize baktık. O ana kadar hemen hiç konuşmamış Jahw’ın sözü aldı:
“Gerçi adı farketmez ama onu eşlikçisinden bir şekilde ayırt etmek gerekir. İsterseniz Alf diyelim. Yanındakine de Bet.”
Adlar hoşumuza gitti. Bizi asıl sevindiren ise Jahw’ın somurtkan sessizliğini bozmasıydı.
“Çocukları var mı bu çiftin? Yola, yanlarına bir şey almadan mı çıkıyorlar?”
“Yolluk aldıkları kesin ama çocukları bilmiyorum” dedi çok bilir Rahip. “Sizce olmalı mı?”
Bu sefer doğrudan Jahw’a baktık. Otoriteyi ele alan Jahw bizi hayalkırıklığına uğratmadı:
“Henüz olmasın. Gittikleri yerde peydahlasınlar. Daha iyisini bilmesinler.”
“Madem öyle istiyorsunuz” dedi Rahip ve bir kart daha çekti: Tılsımların beşlisi.
“Kıraç topraklar onlara kucak açmayacak. Umutları da yok değil ama çok çalışmaları gerekecek.”
“Geri dönemeyecekler mi?”
Rahip daha önce çekmiş olduğu Asaların Onlusunu işaret etti:
“Dönüşü olmayan bir işe girişmişlerdi.”
Eloy’un yüzü asıldı. Ama itiraz Jahw’dan geldi:
“Peki bütün bunların hepsi neden? Neden bu adam, Alf, verimli ovadaki topraklarından ayrılıyor da, çöllere düşüyor? Neden başında bu güvenilmez kadın Bet var? Bir sebebi olmalı.”
Haklıydı. Üçümüz birden yanıt vermesi için Rahip’e baktık. O ise üzerine alınmadan bir kart daha çekti: Sır kartlarından Adalet!
“Yani?”
“Mantık ve akıl. Bunları kullanmış sizin Alf. Bu yüzden topraklarından sürülmüş.”
Eloy ikna olmamıştı:
"Bu ne saçma şey!"
“Niye olmasın ki? Bütün öyküler böyle başlar: Ya bir akılsızlıkla ya da yersiz kullanılan akılla.”
Rahip bu noktada kartları toparladı, desteye kattı. Sonra kapıyı işaret edip: “Öykünün gerisini getirmek size düşüyor” dedi. "Haftaya eliniz boş gelmeyin."
Biz toparlanırken onun yerinden kımıldamadığını farkettim. Tabletini almış, bugünkü gelişmeleri kaydediyordu. Bir ara girişteki kayıtları kontrol edip gerçekten oradan çıkıp çıkmadığına bakmak aklımdan geçti. Sonra boşverdim.
YORUMLAR
Öykü tek kelimeyle harika . Sanki olayın geçtiği kliseyi rahibi ve oranın kokusunu hissettim. Çok özel bir öykü.
Aklın götürdüğü yol...Nereye götürürse orada durur. Çok severek okudum size özel bir öyküydü yine.
Mantık ve akıl bir arada olursa duygular nerede olur.
Tebrik ve sevgilerimle. Güne gelecektir.