- 1266 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DEVRİMİN ŞAİRİ: VLADİMİR MAYAKOSVKİ
Petersburg’da, Aurora zırhlısından atılan toplar, 7 Kasım 1917’de sosyalist devrimin başladığını ilan ediyordu. Eski kuşağın bir çok yazarı panik içindeydi. İktidarın alınmasından bir kaç gün sonra, yeni rejim bir yazarlar toplantısı düzenledi. Bu toplantıya sadece bir kaç yazar katıldı. Bunlar arasında Aleksandr Blok ve Vladimir Mayakovski de vardı.
Blok, ince bir lirizme sahip, duyarlılığı her zaman uyanık olan ve kalbi çağının en küçük ürpertisiyle birlikte çarpan, bunalımları ve çelişkileri sonuna kadar yaşayan bir şairdi.
On ikiler şiiri, biraz da devrimin özü olan güzellik tutkusunun türküsüydü.
Blok 1921’de genç yaşta öldü. Devrim konusunda onun dile getirmeye zaman bulamadıklarını Mayakovski dile getirdi.
Mayakovski, Moskova’da resim eğitimi gördüğü halde şair oldu.1912’de edebiyata atılışı,
büyük bir toplumsal çalkantı dönemine rastlar. Kendisini ’ fütürist ’ sayıyor ve köhnemiş estetik ilkelere karşı çıkıyordu.
Mayakovski’nin şiirinin merkezinde şairin, insanı ilgilendiren her şeye karşı beslediği acılı duyguyla birlikte insanın kendisi vardır. Mayakovski kendisinden şöyle söz eder:
’ Ben nerede acı varsa oradayım. Her yerdeyim.’, ’İşte her yerim acı ve yara.’, ’Sayısız kalplerim, her yerinden kanıyor’..Onun gençlik mısralarının ana teması budur. Mayakovski ile Gorki’yi ayrı ayrı ekole mensup göstermek haksızlık olur. Üsluplarında da ortak hiç bir yan yoktur. Ama yine de manevi yönden son derece yakındırlar. İnsan adına verilen her kavgada buluşurlar.
İkinci Dünya Savaşı’nın tam ortasında, Mayakovski, Bir Böğürtlen Kadar Basit başlığını taşıyan bir şiir yayınladı. Alışılmadık bir ad taşıyan bu şiir, daha çok, bir feryat, bir çığlıktır. Biçiminde olduğu kadar özünde de öfke ile doludur. Bu şiir, zengin hanımların özel odalarının lirizmine, çöküntü ruhuna ve doymak bilmeyenlerin aç gözlü saldırganlığına karşı bir mahkumiyet fermanıdır:
’ Pisliğe bulanmış bir koltukta
yuvarlanıp göbek salan uşaklar.
Rehavet içindeki beyninizde
hayale dalan düşüncenizi
kanayan bir yürek parçasıyla
uyaracağım:
Pervasız ve zehirli,
eğleneceğim sizinle bildiğimce! ’
Mayakovski’nin şiirlerini okudukça onun çağımızın şairi olduğunu, halkın sosyalizm için verdiği savaşın şairi olduğunu anlar ve duyarız. Onu şair olarak dünyaya yeniden getiren 1917 Ekim Devrimidir. Gerçek ailesi kitlelerdir. Benliği ilham dolu yaratıcılığıdır. Şiirinin özü insanlığı gençleştirmek ve tüm geçmiş tortulardan arınmaktır.
O, ’ Yoldaşlar, siperlere. Yürek ve ruhlardan kurulmuş siperlere ’ diye bağırır. İnsanların binlerce yıllık tutkulu rüyasını: insanın en büyük rüyasını dile getirir. O hedefe sadece halkın mücadelesi ile varılabileceğini anlamıştır. Kanlı, acılı ve pek çok fedakarlık isteyen ama kaçınılmaz olan bir mücadeledir bu. Mayakovski, devrimin şairi olma görevini böyle anlardı ve bu anlayış, eserinin tüm özelliğini meydana getirir.
Şairlerin özgürlük konusunu işlemeleri yeni değildir. Rousseau, Byron, Lermantov, Heine, Whitman, Petöfi, Hugo bütün bu büyük şairler, insanlığın binlerce yıllık hayali olan güzel ve özgür bir insan özlemini dile getirmekle kalmamışlar, aynı zamanda şiirlerinde, toplumun gelişmesinin belirli bir aşamasını, çağlarında yansıtmışlardır. Bu şairlerin tümü de büyük özgürlük şairleridir.
Proleter devrimin şairi olarak, Mayakovski’nin büyüklüğü, eserinin merkezine genel olarak baş kaldıran insanı değil, özgürlük ve insanlığın kurtuluşu için savaşan insanı koymuş olmasındandır. Halk, hümanizma özgürlük...Bütün bu sözcükler Mayakovski’de, halkın en ileri kesimlerinin çıkarlarını dile getiren yepyeni bir yankı, yepyeni bir tarihsel içerik kazanırlar. Mayakovski’nin mutlak anlamda yeni bir lirik heyecan yakalayabilmesini sağlayan da budur. Bu yüzden onun şiirinin konusu, soyut anlamda özgür insanın kutsaması değil, sosyalist toplumun vatandaşı olan insanın kutsanmasıdır. O zamana kadar, Rus şiirinde, Devletle birey arasındaki ayrılık ve çatışma vurgulanırken Mayakovski de aksine bu iki kutbun birleşip kaynaştığı görülür...
O şöyle der:
’ Hayır, şiir zarif bir ’ kır çiçeği ’ veya Baudelaire’in kara ’ kötülük çiçekleri ’ hatta Promete’nin dünyaya gururla meydan okunası değildir. Şiir askerdir. Şiir fabrikadır. ’
Mayakovski, Rusya’da sosyalizmin kuruluşu davasına sıkı sıkıya bağlı, yepyeni bir yurtseverliği şiirleştiriyordu...Onun şiirleri her sayfasında, insanı tek bir hedefe yönelmiş bir enerji ve fikir denizine sürükler; güçlü bir bileğin mısralara soktuğu her sözcükte, bu dev kişinin geri çevrilmez ileri atılımı hssedilir.
Mayakovski için ’ büyük ’ veya ’ küçük ’ konu yoktur. O yılların güncel olaylarının tümünden, ayrım yapmadan söz eder. Devlet borçları, bir işçinin yeni bir konuta yerleşmesi, Genes konferansı, köylü çocuklar için lastik emzikler, aşk ve arkadaşlık, Yesenin’in ölümü ve ebedi kavgalar...O güncel ve sıradan olandaki şiiri yakalamayı ve insanlara uzak, sihirli diyarların yolunu göstermeyi bilir.
Vladmir İliç Lenin şiirinde, Mayakovski, heyecan dolu mısralarla, tarihin adete kendi bağrından çekip çıkardığı izlenimi doğan Lenin’in dev bir heykelini yontmayı başarmış ve halkın önderine duyduğu sonsuz sevgiyi çok güzel yansıtmıştır. ’ İşler Yolunda ’ şiirinde özgürlüğünü kazanmış ve kendi devletini kurmuş muzaffer ve coşkulu bir halkı anlatır.
Mayakovski’nin şirsel imajları bazan bir devin eseriymiş izlenimi yaratır. Aşırı abartmalı anlatımlar ve benzetmeler birbirine karışır. Her sözcük, her kafiye bir iç ateşle tutuşur ve anlam yüklüdür. Benzetmelerin, yepyeni sözcüklerin cüretliliği, konuların kapsamı, insanı şaşırtır. Gogol Dervajin hakkında, onun abartmalarının ve fantazilerinin amacının ’ ele aldığı konuyu doğa üstü bir güçle donatarak, bize adeta binlerce gözle bakarmışçasına bir hava yaratmak ’ olduğunu söylerdi. Mayakovski’nin kalemiyle, hayatın kendisi de bize binlerce gözle birden bakar ve o binlerce göz, var olmanın trajik duygusuyla, insana karşı beslenen aşırı bir aşkla ve karmakarışık bir var olma bilinciyle alabildiğine genişler. Gogol’un düz yazıları gibi Mayakovski’nin şiiri de lirizmle ince bir alayın karışımıdır. Şair, alay ve taşlama ’ benim en sevdiğim silahlarımdır ’ der, ve bu iki silah, epik bir ilhamla birleşerek Mayakovski’nin şiirine o taklit edilmez rengini verir.
Bütün bu söylediklerimizden sonra şairin 14 Nisan 1930’da intihar etmesi, daha da anlaşılmaz bir olay haline gelir Mayakovski eserlerinde bütünüyle sosyalizmden yana olduğuna göre, yaratıcılığını yeni toplumun kuruluşuna adadığına göre, kendisini kitlelerin uyarıcısı, sözcüsü, yönlendiricisi saydığına göre, devrimci cüretle dolu yeni mısra biçimlerinin yaratıcısı olduğuna göre, neden, evet neden, birdenbire, hiç beklenmedik bir şekilde hayatına son vermiştir.
Bu son kararını uygulamadan hemen önce yazdığı bir mektupta, şair kişisel nedenler ileri sürüyordu: ’ Aşkın küçük gemisi, akıp giden hayata çarparak parçalandı’, ’ bu sonu kimseye tavsiye etmem ’ .
Saygıdeğer yoldaşlar’ a seslendiği son şiiri Bağıra Bağıra’da , Mayakovski, o sıralardaki ruh hali ile ilgili bazı ip uçları verebilecek çok güçlü deyişler bulmuştur.
’ İyiydi sizler için
Döktürmek aşk şarkıları
Hem daha kazançlıydı
Hem de daha havalı.
Ama ben,
O sırada,
Boğabilmek için kendi şarkımı
Ayağımı dayamıştım boğazıma. ’
Biraz ilerde Mayakovski şöyle der: Ciğerlerimden tükürdüğüm kanları , afişinlerin sert diliyle yaladım. ’
Mayakovski’nin intiharı bence içinde yaşadığı inanılmaz duygusal gerginlik yüzündendi. Mayakovski bir şehir çocuğuydu. Yeryüzünün yarısını gezmiş, Avrupa’yı bir baştan bir başa dolaşmış, Meksika’da, ABD’ de bulunmuştu. Yaşama aşkını dünya devrimini kendi kişiliğinde somutlaştırmıştı. Sovyetler ülkesinin çocuğu olmaktan her zaman gurur duymuştu.
Mayakovski’de, insanı en fazla etkileyen yanlardan biri de, ondaki ruh soyluluğu, o büyük nezaketiydi. Kelimenin tam anlamıyla soyluydu.
Mayakovski bir şiirinde şöyle diyordu:
’ Ağır bronz anıtlar
bana vız gelir...
Savaşlarla kurulan sosyalizm
hepimiz adına dikilen
bir anıt olsun. ’
Hayatta, onu en çok ilgilendiren bir şey vardı. Bu düşünce onu hiç terk etmiyordu: Bir toplantıda birden suskunluğa gömüldüğü zaman, şiir gecelerinde şiirlerini haykırırken, şakalaşırken veya hüzne gömülürken, bu duygu onu için için kemiriyordu. Bu duyguya tek bir ad vermek imkansızdı, evrensel boyutlar kazanıyordu. Bu siyasetti; bu, bazan insan, insanlık, iyilik ve varlığın güzelliği konusunda bir düşünce oluyordu. Mayakovski’nin dört bir yana çevirdiği bu mıknatısi siyaset mıknatısıydı. Mayakovski her şeyi siyasal açıdan yorumluyordu.
Ve ona göre, bu alanda hiç bir uzlaşmaya yer yoktu. Mayakovski çağımızın, yeni bir toplumsal rejime geçiş çağının ateşiniherkesten daha iyi dile getirdi.
Mayakovki’de Avvakum’dan bir şeyler vardı, Avvakum’da aşırılığa varacak kadar tavizsizdi. Onu kulübesinde canlı canlı yaktılar, yine de hiç bir şeyi inkar etmedi. Mayakovski’de Tatiana Yakovleva’ya ithaf ettiği şiirinde şöyle diyordu:
’ Bedenin titreşimlerinde bile sevgili cumhuriyetimin kızıl renkleri yanmalıdır. ’
Asıl önemli olanı unutmamaya çalışarak, sürekli uyanıktı: ’ Cumhuriyetlerimin kızıl rengi . ’ belki de sadece Nikola Otrovski, benzer şekilde duyabilir ve yazabilirdi.
Devrim, gerçekten, ne kadar şaşırtıcı insanlar yarattı ! Bu bağnazlık değil, düşüncenin fantastik aleviydi. Mayakovski bizi hala şaşırtıyor. Ama hayret duygusu , yaratıcılığın ilk adımı değil midir?