- 456 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kelebekleri Hatırlatan
Kız çapkın bir gülüş gönderiyor yaşama. Ayakkabılarını fırlatıp çimenlerde koşturmaya başlıyor. Tıpkı elbisesi gibi tiril tiril bir hafiflik var üzerinde…
Öyle genç ki daha… Yaşamın karşısında öyle küçük… Birilerini öfkelendirecek kadar geniş bir tebessüm var yüzünde… “Gülmeyi unutmuş, ruhu hantallaşmış, çimenlerde koşamayacak kadar yorgun insanlar ya bir yerlerden çıkıp gelerek bu kelebekleri hatırlatan, rengârenk genç kızın yoluna çıkarlarsa birden..? Ya kıskanıp ondan renklerini çalmak isterlerse..?” diye endişelere salıyor yolu oraya düşmüş, yaydığı ışıktan nasiplenmiş birkaç kişiyi.
14 yaşında görünüyor en çok… Kadınsı hatlar belirmeye başlamış bedeninde… Ama henüz yüzüne dokunmamış kadınlık…. O tarafı hala bir çocuk…
“Kızım biraz bakar mısın?” diyor güngörmüş, yaşlıca bir kadın. “Gel bakayım buraya!”
Genç kız bu yarı azarlar ton karşısında bir parça ağırlaşıyor sanki, koşturan ayakları daha sıkı basmaya başlıyor yere. ‘Ben’ diye bir şey duyumsuyor bastığı noktada. Ayaklarına takılıyor gözleri. Az önceki uçuşmayı, kendinden ötelere kaçmayı öyle özlüyor ki!..
“Buyurun teyzeciğim? Bir şey mi söyleyeceksiniz?”
Kız yanına gelene kadar tek kelime çıkmıyor kadının sımsıkı kapalı dudaklarından. Bu kararlı bekleyiş hali bile bir şeyler söylüyor genç kıza aslında: Yanlış bir şey yapmış…
“Bir şey mi oldu teyze?”
Derin bir iç geçirdi kadın, söylemek istediklerini diyebilecek cesareti toplayacak birkaç saniye daha vermek için kendine. Nasıl söyleyebilirdi ki bu rengârenk, parıltılı görünümüyle buralarda dolaşmaması gerektiğini? Bu tıpkı bir kelebeği uçmaktan mahrum bırakmaya benziyordu… Ona “Açık bir pencere bulup gir şu evlerden birine, orada uç uçacaksan… Çünkü dışarıda renklerin, varlığından saçtığın bu şen kahkahalar fena halde göze çarpıyor. Tehlikeyi davet ediyorsun bu şekilde…” demek gibi bir şeydi.
“Bak güzel kız, sen yanlış bir şey yapmadın.” dedi, kızın yüzündeki soruyu baştan def ederek. “Ben başka bir şey için çağırdım seni… Uyarmak için…”
Kız gülmemek için zor tuttu kendini. Uyaracak ne vardı ki? Ağaçlar mı devrilecekti üzerine birden? Serçeler bir olup elbisesine mi pisleyecekti? Hem pisleseler ne olurdu ki? Onlardan bir parçaya temas etmiş olup onlarla bir olmaz mıydı böylece? Hiç de ikaz etmeyi gerektiren, korkunç bir durum değildi bu.
Ama kadının gözlerinde ne ağaçlar vardı, ne de kuşlar… Derin bir karanlık vardı orada sadece. Kadın “Erkekler…” diye kestirip attı o karanlığın anlamını… “Çocuk değilsin artık!” diye de ekledi, erkeklerle çimenleri koca bir uçurumla ayırarak birbirinden.
“Bu ıssız yerlerde tek başına böyle sere serpe gezinmen çok yanlış… Koca kızsın artık! Ya serserinin teki çıkarsa karşına… Allah korusun!”
Belleğinin çok gerilerine ittiği bir resim geldi gözlerinin önüne birden: O turist kadın fotoğraf çekiyor… İzlendiğinden habersiz… Bu yaşlı kadını sözlerinde haklı çıkaracak kadar çirkin bir anlam var peşindeki adamın gözlerinde… O kadının adı, günlerce haber bültenlerinde kayıp olarak geçmişti. Sonra bir gün bir yerlerde cansız bedeni bulundu. Ölmeden kısa süre önce fotoğraf çekiyordu. Issız bir yerde, tek başına…
Ama Hasan abisi vardı. Babası, tanıdığı birçok erkek… Bu yaşlı kadının gözlerindeki karanlıkta ifade bulamayacak kadar hayatına parıltılar saçan… Sırf erkek diye kaçacak mıydı onlardan şimdi? İlle de birileri mi olmalıydı yanında, bir erkeğin ona zarar vermemesi için? Büyük bir saçmalıktı bu!
Ama öte yandan o turist kadını öldüren sapık gibileri de vardı maalesef. Gönlünce koşturup kahkahalar atmak için kalabalıklara saklanmayı gerektiren… “Çocuk değilsin artık!..” diyen bu yaşlı kadının sesindeki o çok ayıp, çok kirli şeyde tanımlayan ‘büyümek’ denen şeyi… Bütün renkleri kire çamura bulayan…