- 722 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bir inci tanesi üşüdü
Annem hasta. Çok hasta. Eriyor her gün. Farkında değil illet hastalığın. Ayağa kalkacağını sanıyor. İple çekiyor o günü. “Sıkıldım” diyor, “yatmaktan” Ev sürekli dolup taşıyor. Kalabalığa kızıyor. “Ayakkabılarıyla halılarıma basıyor birileri, evim kirleniyor” diyor.
“Boş ver anne” diyorum. “Düşünme sen bunları. Bir an önce ayağa kalkmaya bak”
“Öyle deme oğul, mal canın yongasıdır” diyor. Küçülmüş, ışığı sönmüş gözleriyle etrafı kesiyor.
“Anne” diyor erkek kardeşim. “Bak oğlun karşında duruyor. Şiir okumanı bekliyor”
Utanıyor. “Şiir bilmem ki ben” diyor. Sonra okuyor. Cümleler ağzında parçalanıyor, dağılıyor, anlaşılmaz oluyor. “Protezim ağzıma büyük geliyor” diyor. Ardından başlıyor şiirini okumaya:
“Mektup yazdım kış idi
Kalemim gümüş idi
Sana yazacaktım
Kalemim yere düştü”
Yüzüne çocuksu bir sevinç geliyor. Alkışlıyoruz hep birlikte onu. Mahzunlaşıyor, durgunlaşıyor. “Benim ellerim hiç kalem tutmadı ki!” diye hayıflanıyor. Kederi gözlerinde okunuyor. “Köyümüzde okul yoktu, tarlada, evde, ahırda iş çoktu…” diyor. “Anam bizi okula göndermek istedi. Ama o babam yok mu, o, bizi vermedi okula. Vereydi iyi olurdu. Okumam-yazmam olurdu” Cam’ın öteki ucunda olan bana baktı. “Beni görüyor musun?” diye sordu.
“He ana” dedim.
“Anamdan İnciler’i okumak isterdim.” dedi kederli bir sesle. “Şu çocuklara diyorum: Bana okuyun. Bir iki okuyup çaktırmadan sokağa kaçıyorlar…”
Sonra bana “Kamaraya az daha yaklaş” dedi. Yaklaştım. Uzun uzun baktı:
“Babana çok benziyorsun” dedi. “Ama baban çok yakışıklıydı.” Derin bir iç geçirdi.
Sustum. Boğazıma bir şeyler gelip düğümlendi. Gözlerim ıslandı. İçimde zehir zemberek tuzlu ırmaklar akıyordu. Çok erken ayrılmıştı aramızdan babam. Birlikte çekilmiş tek bir resmimiz bile yoktu. Ah ne kötü bir talihsizlikti bu. Olaydı resmi, şimdi bakar bakar kederlenir, hasretle ağlardım.
Serumdan şişmiş, yer yer morarmış, güçsüz elleriyle önce gözünün yaşını sildi ardından bir pamuk gibi bembeyaz olan saçlarını düzeltti.
“Bu ameliyat işi de nerden çıktı böyle?” diye kızdı. “Ne güzel eylülde yanına gelecektik…” Gözlerini kederle uzaklara dikti. “Bilsen ane kurban seni ne çok özlemişim” dedi. “Sen beni hiç kırmadın… Uzaklara, sürgünlere gittin, beni unutmadın. Adıma kitap yazdın…” Bir şeyler ekleyecekti ama tıkandı. “Hele kızım bir bardak su getir…” diye seslendi. Suyu içti. “Su tuzluydu” dedi. Ağzının tadı tuzu yoktu, bilemedi. “Şu klimayı azıcık kapatın” dedi, “dudaklarımı kuruttu.”
“Yine huysuzlandı “ dedi kardeşim Nuri, “canı sıkıldı mı, hiçbir şeyi beğenmiyor. Sataşıyor önüne gelene.”
Yatakta sağa sola dönmekten yoruldu. “Vücudunda yara var mı?” diye sordum Nuri’ye.”
“Yok, abi” dedi.
Duydu bizi hemen. “Kardeşim Mehmet’in kızı Ayten bana su yatağı aldı” dedi. “Öyle güzel ki, hiçbir yerim ağrımıyor.”
Kız kardeşim o sırada ilacını getirdi. Suyla yuttu. Yavaş yavaş gözleri kapandı, dalar gibi oldu. Uyandı birden, kamaraya baktı. “Sen ordasın ane kurban” diye sordu.
“He ana buradayım” dedim, “gitmedim daha”
“İyi iyi “ dedi, gözleri kendiliğinden kapandı. Daldı.
Nuri yanağına çocuk tadında bir öpücük kondurdu. Bana baktı. Bir kez daha öptü. “Bu senin içindi” dedi.