- 2647 Okunma
- 17 Yorum
- 5 Beğeni
Reklamlar
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çok sık televizyon izleyen biri değilim. Nadiren açtığım zamanlarda bile bazı programlara oldukça sinir oluyorum. Bunların içinde bir de reklâmlar var. Tabii ki reklâmlarla alıp veremediğim yok. Vatandaş malının reklâmını yapacak ki satsın.
Buraya kadar gayet doğal ama bana doğal gelmeyen reklâmın şekli. Nasıl mı? Bu kısma tekrar geri döneceğim. Çünkü o reklâm bana çocukluğumdan bir kesiti hatırlatıyor. Aslında alakası yok ama ben yine de anlatayım.
Beş altı yaşlarımdaydım. Büyük bir çiftliğe komşu olan bağımızdaydık o yaz da. Yazlarımızı genellikle bağ evinde geçiriyorduk. Hem köye gel git yaparak zaman kaybetmiyor, hem istediğimiz saatte işimizin başında oluyor, hem de bağa bekçilik ediyorduk.
Her ne kadar işten bahsetsem de, o zamanlar benim işle uzaktan yakından alakam yoktu. Rahmetli annemle babam bağda çalışırken, benden küçük iki kız kardeşimle oyun oynamak için her canlının yanına koşardık. Halimizi gözünüzde canlandırabilirsiniz…
Yok, eğer canlandıramıyorsanız ben anlatayım. Ben altı yaşımdayım, benim küçüğüm üç yaşında, en küçüğümüz de altı aylık falan. Üç yaşında olan neyse de, altı aylık olan hep benim sırtımda. Şimdi ne demek istediğimi anladınız sanırım.
Oyun oynamak için bulduğumuz canlılar; bazen köy bekçisinin iki küçük kızı, bazen de çiftlikteki yatılı işçilerin çocukları olurdu. Ben, genellikle bekçinin kızlarını da alıp çiftliğe giderdim. Orada beni çeken bir kız vardı. Onüç ondört yaşlarında oldukça güzel bir kızdı. Onun, gün yanığı yüzünü, nasırlı ellerini inceler, elbisesinde kalırdı gözlerim. Bu yaşıma geldim hâlâ öyle yamalı bir elbise görmedim. Benim annem de yamardı giysilerimizi ama onunki kadar değil…
Zaten yamasız bir giysi görmek de mümkün değildi o zamanlar. O kızın elinden tutar gözlerine bakardım uzun uzun. Sonra elbisesinden bir parça seçer, “bundan mıydı senin elbisen?” diye sorardım.
Kız da beni seviyor olmalıydı ki, onunla geçirdiğim zamanlarda sıkıntı emaresi görülmezdi yüzünde.
Elimi bırakır elbisede, elbisenin ilk kumaşını aramaya başlardı. Bazen ufacık bir parçayı tutup bana gösterir, bazen de bulamazdı. Nedense ben her zaman sorardım. Çok mu meraklıydım, yoksa rengârenk yamalı olan o elbise çok mu hoşuma giderdi bilmiyorum.
Şimdilerde düşündüğüm tek şey, her şeyde yapılan israf ve o zamanlarda yaşanan sefaletin büyüklüğü…
Şimdi gelelim baştaki reklâma; belki sizin de gıcığınıza gidiyordur bu reklâm. Oldukça genç ve güzel bir bayan, evi de oldukça güzel ve yeni eşyalarla döşeli. Bir telefon görüşmesi yapıyor. Telefondaki arkadaşı, “Falanca mobilyada bin lira indirim var” diyor. İndirim sözünü duyan bayan, kocasına “Kak kak kak kak….. bin lira indirim varmış” diyor. Bin lira indirimi duyan kocanın heyecanı da karısından kalan yanı yok. O da elindeki telefonu kapatırken karşısındaki kişiye indirimden bahsediyor ve oraya gideceklerini söylüyor. Koskoca ev, iki iletişimsiz insan… Bu mu bizim yaşamımız? Bizden bir şeyler var mı bu tür reklâmlarda?
Ben bu reklâmı hiç sevmedim. Reklâmlarda birazcık da olsa mantık olmamalı mı? Kuzu gibi gelip koyun gibi gitmeye devam mı edelim? Azıcık inandırıcı olsa olmaz mı? Yepyeni ev, gıcır gıcır mobilyalar… Bir marka indirim yapıyor diye onları atıp yenilerini almak zorunda mıyız? Alalım. Taksitle verilen her şeyi alalım ve kredi kartı borçlarıyla bir ömür savaşalım (!) İhtiyaç halinde neyse…
Şimdilerde o elbisesi çokça yamalı kızı gözümün önüne getirmeye çalıyorum da gelmiyor bir türlü. Ne ara unuttum yüzünü. Bu cicili bicili dünya mı boyadı gözlerimi?
24.08.2013 /Emine UYSAL
YORUMLAR
Sevgili Emine
Anlaşılan tam anlamıyla zülfü yare dokunmuşsun. Sen bir dokunmuşsun binlerce ah çıkmış.
Görünen o ki herkes muzdarip bu reklamlardan ve herkes o eskiden yaptığımız gibi yamalı entariye özlem duyuyor. İyi de neden hâla elimize iğne iplik alıp yırtılmış entarilerimizi, dizi üzülmüş pantolonlarımızı yamalamıyoruz?
Bir tezat var ama nerede?
Her ne ise...Biz iki ay kullandığımız elbiseleri atmaya, onlar bin lira indirim için yepyeni mobilyaları değiştirmeye devam ede dursunlar yazın bir harikaydı.
Ben seviyorum böyle yalın yazıları.
Haklı olarak verilmiş kurdeladan dolayı kutluyorum.
Selam ve sevgilerimle.
Ancak bir yazı bir çok açıdan ele alına bilirliği ile yansıdı yaşama vede ancak bu kadar olur dedirttiniz bana. Bir reklamın geçmişten yansıyan bir öyküyle bütünleştiğini gördüm, dün, bugün vede yarın endeksinde gidip geldik her bir okuyucu olarak.
Yansıdı içten içe acı yönüyle yoksulluğun onuru ve gururunun varlığının yoksunluğundan daha çok önemli olduğu. Öyküde gözlemlediğiniz kızın yamalarındaki anlatım bizim olay ve olgulara bakışımızı da belirlemekte. Görselliğin yazıyla manidar vurgu olduğunu var saysakta demeden yapamıyoruz. Zira makarnanın da ne tadı kaldı nede niteliği.
Belki hemcinslerimizin reklam ve meta olma uğruna kullanışlarıdır içimizi acıtan. Aslında yıllar ötesinden yansıyordu ve bir çoğumuz yadsıyorduk laf arasındaki yansımayı "kadının saçı uzun ve aklının olmadığını. Zira aklını kullanana da çok müsaade edilmedi sağolsun reklam ve pazarlama anlayışında etken görsellik.
Reklamı yazana mı, reklamın içeriğine mi, onu bu hale getiren izleyiciye mi kızsak yada reklamların gücünü bu hale getirenlerin artık insanların reklam izlemediğimi avazımız çıktığı kadar yazsak ta artık hayal gücü yüksek olan absürt olanlardan vazgeçmelerini sağlasak. Siz hala annenizin yağını mı kullanıyorsunuz sorusunda yenilenen bir çok yansıma artık annelerini babalarını beğenmeyen evlatlar ve umursamazlıkları da arkalarından getirdiğini fark etmediler.
Kadına hırsı ihtirası ihtişamı ve kolay kazanmayı öğretenler, onu her dönemde kullanılan hale getirdiler maalesef. Onun hiç mi suçu yoktu, kolayı tercih ederken. Hoş onunda hoşuna gitti doğası gereği. Zira alışmıştı bunca yıl koruyucu ve kollayıcılığıyla yol alırken. İnsandı inandı ve güvendi kimbilir. Sömürüldükçe önce farketmedi, farkettiğinde de sömürmeyi mi öğrendi dersiniz. Yada sonunda sömürülenin kendisi olduğunu anladığında kaybettiği paylaşım yoksulluğunu yansıttı acımasızca.
İzliyor ve görüyoruz, görüyor ve izliyoruz, tüm primleri veren olarak, metasını, doğasını bozup tekrar doğal yansıma arıyoruz sağlam olmasını bekleyerek. Asıl olan varolma da büyük balığın küçük balığı yeme lüksünü veren bir doğal yaşam var insanda düşünen özelliğinden sıyrılıp bu doğaçlamaya hemen uyum sağlamayı yeğledi akıl var fikir var denmekten yoksunlaşarak. Zira artık hiperler var hayatımızın her yerinde, hiper marketler, hiper hızda imkanlar, hiper aktif çocuklarımızda ve imkanlar ve imkansızlıklarda dahi imkanlı hale gelmekte. Kimine öyle kimine böyle kıyaslarken ya nasipse hep uyur gezer artık.
Gitiği yer neresi bilinmez. Kimbilir bir uzun yolda U dönüşü yapar da herkes rahatlar insanlıktan yana.
İletişimde ise insanı yoldan çıkarmak çok kolayda yola koymanın çok engebeli olduğunu görmekteyiz.
Zira akıldarlar kayıp herkes ekmek peynir gibi aklını yemekten başkasını ne dinler olmuş nede inler olmuş. Günümüze bakalım iki laf bir cadı, iyi desen iyiye, kötü desen kötüye götüren nitelikte. İyilik timsali eskilerin yansımaları davranışsal takdir edici yönler ve eleştirirken doğruya yönlendirmekten ibaretken şimdi ne desek problem oldu ya şaşmayalım. Susalım en iyisi sessiz çığlıkları da yüreğimize gömerek madem iyi birşey yapamıyoruz kötüye de dilimiz değmesin diyerek.
Sevgili Emine Hanım yazdıklarınız yazdırttı uslup biraz karamsar gelse de birazda kendi gerçeğimizle kavrulalım dedim. Kimbilir böyle ferahlarız belki farkındalıklarımızla.
Samimi sıcak yansıyan yazınız için kaleminizin sesi yüreğinizle yol alsın hep daim olun, yamalarımızı yapmaya devam edelim hep beraber. Saygı ve Sevgilerimle
Çocukluğuma götürdü eser...
Yarım asır öte...
Bayramlık ayakkabılarımı yastığımın altında sakladığım yıllara..
Kıtlık vardı ama,herşeyin mevsiminde yendiği ve uzun süre özleminin çekildiği yıllar,
Yokluk yoksulluk vardı ama mutluyduk,
Reklam mı dedinizzzz?
Hiç bilmezdik o neydi...
Pazarda tellal vardı sadece...
Trampa vardı para yerine....
Ver buğdayı al gazyağı ve lambaya fitili..arpa da olur..
Ama mutluyduk...
Kredi kartı mı? Ne kartı yaf...o zamanlar bankalar para satmıyordu...Para biriktirin diye kumbara dağıtıyor ve yatırım için bankaya yatırırlıyordu..Şİmdi sat parayı kazan parayı...
Hadi 0000 numaraya bir mesaj çek kredin cep telefomunda..
Peehhh.."Silahsız soygun"
Ben de sevmiyorum reklamları ama geçmişin reklamını mı yaptık ne...
Fevkaladenin fevkinde bier eserdi.
Kutladım
Tebriğimle,
KUL FİGANİ
Kul Figani tarafından 8/26/2013 7:52:02 PM zamanında düzenlenmiştir.
80'den sonra ülkemizde son hızla değişen yenilenmek adına popüler kültürün hızla hayatımıza geçişi sağlanılmıştır. TÜKETİMSAVARLIK canavarını yaratan sistem ile birlikte görsel, yazılı medya zenginliği şişirerek pompalamaya, paran varsa değerlisin sloganlılığıyla başarmıştır.
Geri dönüşü olmayan bir yoldayız çünkü ortadirek yok, ortası yok, ya zenginsin ya fakirsin; aradaki uçurum gittikçe artmaktadır. iki denge arasında oluşan farklılklar ister istemez olumsuzlukları beraberinde getirmektedir.
Uzmanlık reklam açısından dünyada ilk sıradayız! fakat kitap okumada dünya sıralamasının en altındayız; bence bu sıralamalar bizim içeriğinden çok dışı önemli oluyor yani ikna edilenlere çabuk kanıyor olmamız...
Reklam konusuna gelince zaten zamanlaması bile hatalı ben şahsen RTÜK ten görevli olsaydım sakıncalı diye reklamı kapatırdım; özelikle haberler, diziler ve filmin son bir dakikasında "devam edecek" deyip reklamı uzun uzadıya yayınlatıp bitirirken beklemede olan izleyici "yayının devam edeceğini bekleyerek-beklemiş- az önce izlediği programa izlemeye devam ederken Jenerikler akar bu düpedüz izleyici enayi yerine koymaktır.
Ben şahsen ne görsel ne de yazılı medya okumuyorum zaten haberleri etrafımda yaşayanlardan öğreniyorum en azında ne gözlerim ne de zamanım harcanıyor!
Hani reklam olsun ama bu kadar izleyici enayi yerine koymak bence suç olmalı, ki zaten ülkemizde denetleme mekanizması nerdeyse sıfırdır.
alternatif çözümler: sinemaya gidilebilir, aylık veya haftalık dergiler okunabilir, tiyatroya gidilebilir, kütüphaneye gidip kitap okuyup veya kitap emanet alıp evinde rahat rahat okuyabilir.
Aslında uzun ve üzerinde çok tartışılacak bir konudur.
Teşekkürler, güzel bir paylaşımdı
Sevgiyle selamlıyorum/ saygılarımla
Çok evvellere yetişmiş olmasam da o yamalı entârilerden nasibimi aldım ben de. Çocukluk, dağ bayır kumaş mı dayanır. Küçük yaştayken zamanı nasıl geçirdiğimizi hatırladım yazdıklarınızla. Oyunlar ki ne oyunlar. Futbol bile oynardım tabii çok küçükken, top farklı gibi görünürken.. Yazıyı okurken o mâsum çağlara dâir anılarım canlandı gözümde, buruk bir özlem sardı yüreğimi.. Zor sanki. Çok zor.
Şimdi... Yazının konusuna mı değinsem anafikrine mi değinsem tekniğe mi değinsem fotoğrafa mı değinsem yoksa halka mı değinsem..
İlk olarak şunu belirtmeliyim ki hakikaten üslûbunuz ve anlatım yeteneğinizi takdir etmemek olmaz. Anlatmak istediğiniz her ne ise, anlaşılır cümleler ve imlâsı terbiye edilmiş bir düzen ile sunuyor olmanız çok güzel bir şey. Okur olarak teşekkür etmeli..
Fotoğraf. Böyle makarna sunumu mu olurmuş demeden edemedim.. Zaman Emine hanım zaman.. Yapacak bir şey yok, daha neler olacak. Ha ne yapmalı göz mü yummalı.. Çocuklar için boşuna mı "geleceğimiz" diyoruz.. Evlâdı, hakikaten geleceği emânet edecek birey olarak yetiştirebilmeliyiz.. Başka çâresi yok. Ne perhiz ne lahana..olursa durum. Üzülmek faydasız, uzak yolda gibi dursa da güzel bir son var dünya için. İnancımız pek ve olacak olan da hak..
Ne kadar güzel anlatmışsınız. Ev dayalı döşeli yepyeni mobilyalarla ama sırf indirim diye hanım eşini iknâ ediyor..
Çok samimi söylüyorum -biraz da mâliye ile iç içe olduğum için emin konuşacağım- ya bu ülkede fakir yok ya da bu ülkenin kaç yüzü olduğunun hesabı yok. Kaç yüzü derken "çehre" mânâsında kullandım o kelimeyi, sayı değil. Çok ciddiyim. Ailenin gelirine bakıyoruz ve yine aynı ailenin harcamalarına bakıyoruz.. Evin içinde gömü saklıyorlar gâliba diyoruz. Asgari ücret olarak kabûl edilen tutar, bir ailenin yalnızca tek bir gece dışarı çıkıp yemek yemesine dahi yetmiyor ama model isimlerini bilmediğim o cihazlardan yine o maaşı akşam yemeğine yetemeyen ailenin tüm fertlerinde var..
Böylesine tezat dengeler ülkesi ülkemiz. Ya çok zengindir ya da çok fakir.. Burası olağan. Fakat insanımız ne yaptığını dahi ölçüp tartmıyor.
Fakir ve zengin dedik..
Fakir olanımız, şu yukarıda değindiğim aile gibidir yâhut ayağını yorganına göre uzatmayı bilen olur da huzur içinde yarı aç yarı tok yaşamayı umut edendir.. Yetinir. Öteki taraf peki..
Eşlerini öldüren adam.. deyi haberlerle başlıyor akşam programları ve gündüz kuşağı sabah 10:00 programları. Geçtiğimiz hafta üç gün içinde kaç haber yapıldı. Çoluğunu çocuğunu bir öldürüp sonunda intihar eden insanlar var. Borç batağına saplanmış çıkar yolu yolsuzlukta arayanlar var. Ülke, ne deyi böyle dengeyi bilemedi sanki kurulduğundan beri demokrasi neferi devlet..
Zenginimiz.. Fakirler geçim sıkıntısı dedik vs.. Peki oralarda huzur çok mu? Hepsi çok mu mutlu?
Geçen haftalarda yine uyuşturucu maddelerle ilgili haberleri izlemedik mi? Huzur olan evde onun işi ne?
Reklam değil sıkıntı. Reklam değil. Reklamları bu hâle dönüştüren yine çok saygı değer insanımızdır.
Hiç unutmam. 2000 yılına girerken "milenyum" deyi sûr'un nefesine çağrı deyi neler yaşandı ve nelerin başlangıcı oldu. Yaşım küçüktü çok anlamamıştım fakat şimdi izliyorum getirdiklerini milenyum dediklerinin..
"Siz uygarlıktan ve de çağdaşlıktan anlamayan insanlar yüzünden ilerleyemedik biz..."
Çağdaşlık nedir? Uygarlık nedir?
Uygar çağdaş deyi yetişen nesil lise çağında yazmayı bilmiyor, sorsanız kitap okumak nedir anlamıyorlar. Kılık kıyafet için hiçbir şey demiyorum. Benim zamanımda okula değil oje sürerek girmek saçlar hergün sabah kontrol edilir örülür de girilirdi sınıfa. Daha 15'lik kızın ayağındaki etek, gözündeki takma kirpik, burnundaki hızma... Erkeklerde saç sakal karışmış sanırsınız yıllardır mağarada ve daha yeni çıkış yolunu bulmuş. Hani annelerimiz? Hani saçları süpürge çağ annelerimiz.. Buyur hesaba başla derler adama..
Hani televizyon diyoruz ya.. bilgisayar ve interneti katınca, buralardaki reklamları görünce baş daha bir dönmüyor mu.
"Bilgisayar başka bir şey.."
Hayır efendim, bugün kimse televizyon izlemiyor herkes internette yaşıyor...
Reklamın da reklamı hazırlayanın da suçu yok. Halk istemediğini başa getirmediği gibi yine istemediğini izletmemeyi de bilir ama şikâyet eden emin olun siz ben ve katılan on kişi ve belki yüz kişi..sesinin faydası olacağına inanmayanları da katarsak bir milyonu buluruz herhâlde.. Yalnız İstanbul nüfûsu yirmimilyon üzerinde peki bu ülke nerede.... Bu hesaba kâlbim dayanmayacak..
Yazdıklarınız çok gerçekçi, bir sızı ki şiddetini sormayın. Şunu unutmadan, yukarıda genelleme olarak ekonomik durumlara değindim, okul öğrenci dedim lâkin istisnâi durumları göz ardı etmemek gerek. Ayakta ve de hayatta tutanlar zâten onlar..
Değerli bir yazı idi.. Kendi adıma teşekkür ediyorum.
Dâim olsun kelâmınız..
Esenlik diliyorum.
Merhaba canım bizim çocukluğumuz öyleydi, duyarsız kalmazdık ailemizin sefaletine annemiz bu akşam ne pişireceğim telaşına düştü mü anlardık sıkıntısını o çocuk ellerimizle koşardık kırlara en azından akşama yemeklik otlar toplayıp bir şeyler pişerdi o gün için..ah canım gene anılarımdan bir çoğunu aklıma dizdin...:(
öyle bir kaç anım var ki yazmadan yapamacağım bugün terziliğimi borçlu olduğum o günkü küçük terziyi anlatmam lazım..))).torundan zaman bulunca ilk işim onları yazmak oacak ..reklama gelince seninle bu konuyu tel de de konuşmuştuk evlerimizin odalarında bizim yerimize eşyalar yaşıyor bizde onların hizmetçisi olmuşuz aslında temizleyerek esir almış ruhumuzu maddeler ne kötü durumdayız .((((.artık hiç bir şey istemiyorum gerçekten pc mi alıp ıssız adamı olur, bir kulübe mi kaçayım dyorum ama bu seferde çocukların işi düşüyor bize can .. sevgilerimle kutladım yazını ve seni arkadaşım..
Ben sizi kaç kere tebrik etsem bilmiyorum Emine Hanım.
Yazının buradaki en önemli başarısı hayatın ne kadar alt üst olduğunu gözlerimizin önüne serip, ayaklarınızla gayet güzel çiğnediğiniz ve bunu da bizlere gösterdiğinizdir. Doğrusu önümüzdeki bütün yolları kapattınız... Çünkü, bu zaman da bırakın yamalı giymeyi, bugün aldığımızı yarın giymediğimiz günler bile oluyor.
Beğenmez diye fakire vermeyip çöpe attığımız kıyafetler oluyor. Bir de madalyonun diğer yüzü var...
Yani reklamlarımızın diğer bölümü.
Benim evimde çalışan yardımcı kadın son model telefon kullanıyor. Nasıl aldığını sorduğum zaman, kaşları çatılıyor. Artık Bodrum'un kıyısını köşesini benden daha iyi biliyor. Hangi uçağın, hangi saatte nereye gittiğini, kahvaltılarında ne verdiğini bile biliyor.
Söyler misiniz, fakir hangimiz? Tek fark o daha iyi cam siliyor. (Ben şimdi buna kullanmadığım kıyafetimi versem; Alim Allah, beni tuttuğu gibi beşinci kattan aşağı atar, sonra da doğru Bodrum'a:)
Sevgi ve selamlarımla.
Sizi bir kadın olarak bu reklamı kınamanızı tebrik ediyorum,kadın olarak demem şunun içindir,genellikle kadınlar isterler yeni eşyalarını atıp Ayşe hanımın,Zehra hanımın aldığı yeni eşyalarını gördükten sonra hemen bizde alalım bey derler.
Kısa bir öz eleştiri: Koyduğunuz resim bu yazıya hiç uymamış ve bu resim bana göre çok abes nedeni ise makarna nimetinin içinde yatan çıplak bir kadın, anlam veremedim ben doğrusu neden bu resim seçilmiş.
Yüreğinize sağlık...
srvt tarafından 8/25/2013 1:45:12 AM zamanında düzenlenmiştir.
Dün arabamın torpido gözünün kapağı bağlantı yerinden koptu ve bugün servise gittim. Fiyatına ne dediler biliyor musun! Tam 640 TL...Bilgisayar ekranına bakarken yetkili elemana dedim ki; açıklama kısmı falan varsa gün yüzü görmemiş küfürlerimi yaz benim için dedim...İyi ki sanayimiz ile içli dışlıyım ve dostlarım çok. 15 Liraya orijinalinden daha sağlam bir eser çıktı ortaya. Yarın ki sanat dostları toplantısına gelirsen eğer sana da gösteririm yaptığımız işlemi...
Sözün özü sevgili hemşehrim; bu memlekette aklı kıt ama cebi dolu çok şapşal var ve birileri çok iyi biliyor bu gerçeği. Bilinçli insan alış-verişe elindeki ihtiyaç listesiyle gider hemşehrim, öyle değil mi!...
Çektiğin dikkat takdire şayandı doğrusu.Paylaşımını ayakta alkışlıyor,gönül dolusu selam ve sevgilerimi sunuyorum...