BEKİR GELDİ
Sırtını bizim duvarda güvene aldığı yarı ahşap yarı tel bir villada bakardı ibiği pastel gagası safran çocuklarına hüseyin dedem. Yüksekliği neredeyse boyumla denk bahçe duvarından parmak uçlarımda izlerdim bütün büyüyü. Büyücüydü çünkü.
Pazarcıların özenle attıklarını o -boyumla bir- bahçe duvarının üzerine koyduğu eski tahta parçasının üzerinde zayıf ellerinden mi bilmem öyle yavaş ve öyle dikkatli keserdi ki, izlerlen çok önemli bir şey izlediğimi hissederdim. Marul doğrardı halbuki. Önce marul yapraklarını bahçedeki çeşmede yıkar, sonra her bir yaprağı hiç biri bir diğerinin üzerinden taşmayacak şekilde üst üste koyardı. Pasta yapıyor sanırdım. Cebinden çıkardığı küçük çakısını merdivenin basamaklarına bir iki sürter, sonra bir eliyle kavrayıp sıkıştırdığı marul yükseltisini incecik doğramaya başlardı. Kestiği her bir kısım önce kestiğinden büyük ya da küçük olmazdı. Hiç konuşmazdı bu iş tamamen bitene kadar. Ben de konuşmazdım.
Marulların doğranması bittiğinde başlardı büyü. Kümesin kapısını açar, onu görünce hiç kaçmayan , hatta kıpırdamadan ona bakan tavuklardan birini iki eliyle özenle kucağına alırdı. Tavuk kaçmaz mı ? Kaçmazdı işte.
Merdiven basamaklarından birine oturur, kıvrılan diziyle koltuk altı arasında bir yere yerleştirdiği tavuğu bir elinin avuç içiyle yavaş yavaş severdi. Severken de gözünün içine bakardı hayvanın.. Belli belirsiz "gıy , gıy " diye bir ses çıkarırdı aynı anda. İncecik ve kısık bir ses.. O tavuklarıin o seramonide hiç birinin kafasını dahi oynattıklarını hatırlamıyorum. Ve sonra o incecik kestiği marulları elleriyle tane tane verirdi kucağındaki tavuğa. Kursağından pazarcıların attıklarından başka bir şey geçmeyen o hayvanların o marulları sanki mısır yer gibi yiyip her gün yumurtladıklarını gördüm ben. Onun için büyücüydü bana göre Hüseyin dedem..
O tavuklar, Hüseyin dedemin onlar için her gün pazar yerlerine gidip birşeyler toplamasını, onlar için özenle temizleyip,doğramasını, en önemlisi de onları kucağına alıp sevmesini ve elleriyle beslemesini gördüklerinde, sırf o üzülmesin diye, yapabileceğini yaptığı için, elinden gelenin en iyisinin bu olduğunu bildikleri için maruldan yumurta çıkarırlardı.. O üzülmesin diye. Bununla sonuca ulaşabileceğini sandığı ve tavuklarını mutsuz görürse kalbi kırılmasın, dünyasında çaresiz kalmasın diye yaparlardı bunu. Çaresizliği yaşayıp onların mutsuzluğunu ve keyifsizliğini üzerine alırsa sanki kutsal bir varlığı kıracaklarını hissedip yumurtlarlardı.
Bekir kapıdan girdiğinde geldi aklıma Hüseyin dedem ve tavukları..
Olmayacak şeyler yüzünden tartıştığı abisinin, oğlunun düğünüydü bu. Çok sevdiği ve kendisini çok sevdiğini bildiği yeğeninin düğününde kapıdan içeri girdiğinde , yüzlerinde gördüm onunla aslında konuşmayan abisinin, diğer kardeşlerinin, halasının ve amcasının mutluluğunu.. Gelmeseydi kimse garipsemezdi oysa.
Tam takılar bitip davulcu ve zurnacının coşkuyla çalmaya başladığı, oradaki herkesin gülen yüzlerinin altında "gelmez artık " diyerek istemsizce eğlenmeye çalıştıkları anda
Bekir geldi.
Haklı olmayı düşünmeden..
Gelmezse ömür boyunca bunun acısını hissedeceklerini düşünerek
Gelmezse özünde onu çok seven insanların yüreğinde ukte kalacağını düşünerek
Yaşamını dolduran insanların mutluluklarından büyük bir parçayı çalacağını düşünerek
Kalpleri kırık, gönülleri kırık, kanatları kırık kalmasın diye geldi..
Maruldan yumurta çıkarmak için..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.