- 829 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
72. KOĞUŞ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Orhan Kemal’in malzemesi insandır. Onun romanlarında, öykülerinde kimi zaman insanın acısı, kimi zaman sevinci, bazen hüznü, bazen kederi, iyisi,kötüsü,ayrılığı sevdası vardır. O hayatın çilesiyle küçük yaşta tanışmış ve çocukluğunu yaşamadan büyük adam olmuş değerli bir sanatçıdır. Aç kalan, ailesini geçindirmek için ölümüne çalışan ve insan gibi yaşama arzusuyla kıvranan herkes onun derdi olmuştur.
Önceleri işçilik, hamallık ve katiplik yapan yazar, daha sonra hayatını ölümüne dek yazdığı romanlarla ve makalelerle kazanmış ve roman kahramanları olan yoksullar kadar yokluklar, yoksulluklar yaşamıştır.
Bu güzel insanın ailesini geçindirmek için neler çektiğini , nelere katlandığını anlatmak için ne yerimiz ne zamanımız yeter. Öyleyse biz sözü yazara bırakalım ve kenara çekilelim:
1953 kışı...Vakit gece...Dışarıda sulu sepken kar, Haiç’in ahşap evlerine, ıssız sokaklarına vuruyordu...Tükürsem donacak bir soğuk...Kemali daha iki yaşında...Yıldız, Nazım küçük...Nuriye’yle çocuklar, her zamanki örtülerinin üzerine evde ne kadar battaniye, kilim varsa almış, birbirlerine sokularak uykuya geçmişlerdi. Ben uyanık, yalnız o gece değil, günler, haftalar gözüme uyku girmiyor. Ufacık, kutu gibi iç içe iki odada oturuyoruz. Aylık kira otuz mu, kırk mı ne?..Bu parayı bile ev sahibine aybaşı gelince veremiyorum.Kimi zaman iki ay, kimi zaman üç ay borcum oluyor. Bir de evin kaynaması gereken tenceresi var. Çocukların ayaklarında ayakkabıları yok. Üstlerinde ceket yok...Palto filan bizim için lüks. Evin reisi kim, ben...Ama cepte dolmuş, otobüs, tramvay parası yok...Soba, odun, kömür hak getire. ’ Ne halt edeceğim? Bu işlerin altından nasıl kalkacağım? Çoluk çocuğu bu kış dondurmadan bahara, yaza çıkarırsam iyi...’ diye kara kara düşünüyordum. Adana’dan İstanbul’a gelişime bin pişmandım ama, kalsaydım ne olacaktı? Veremle Savaş Derneğinde memur, Bağ ve Bahçeler Derneğinde katip, yazı, tahsilat işleri görmekten elime geçen iki yüz lirayla geçinecektim. Bu parayı bile Demokrat Partililer çok görüp beni işten çıkarmışlardı. Çaresiz büyük şehire göçecektim. Göçmek zorundaydım. Ve göçtüm...O zamanda İstanbul’a...Şimdi de kara kara düşündüğüm günler oldu.
Bir ara kendimi Fahir’e sigorta ettirip, bir hususi arabanın altına atmak...Sigortadan alınacak parayı çocuklara bırakmak gibi çılgınca düşünceler kafamda ciddi ciddi yer etmedi değil ama, can tatlı be!..Yapamadım. Geldi geçti...Yok, tek çıkar yol, büyük şehirde tutunmak, dedim. Bunun için savaşmak gerek dedim.
Mangal yok, soba yok evimde. O gün eski gaz ocağına yarım kilo mu, bir kilo mu ne gaz yağı doldurmuştum. Geçtim iç odaya. İç oda büsbütün soğuk, buz dolabı sanki. Yakıyorum ocağı. Avuçlarımı hohlayarak başlıyorum işe. Neye?..Günlerdir kafamda dönüp dolaşan 72. KOĞUŞ hikayesine....Daktilo filan yok. Eski yazım var ya...İşin tersliğine bak, daha hızlı yazıyorum bu harflerle. Kendimi bir işe kaptırdığımı hatırlamıyorum. Bir de kendime geliyorum ki, ohoo sabah olmuş. Ama hikaye de bitmiş. Attığım taş, istediğim kuşu vurmuştu. Kara, fırtınaya,soğuğa karşı ayaklı bir türkü, bir aşk türküsü gibi pırıl pırıldım. Keyiften dört köşe...Sabah kahvaltısı yerine hikayemi büyük bir coşkunlukla okudum onlara. Sonra oturup yeniden yeni harflerle temize çektim hikayeyi. Bu temize çekme işi öğleye kadar sürdü. Öğleden sonra magazinlerden birine koştum. İçim içime sığmıyordu.
Hikayemi hemen kapacaklar...Hiç olmazsa küçük bir avansla eve döneceğim. Et, ekmek, bir şişe Marmara şarabı alıp, o gece felekten bir gün çalacağım. Çalacağım ya!..
İlk hayal kırıklığı ...’ Eserinizi okuyalım. Mümkünse yarın bize bir uğrayın.’ oldu.
Eyvah!..Eyvahlar olsun!..Hık, mık...Başka çare yok. Onlar da kendilerine verilen bir eseri okumadan...Haklılar elbette...Ne yapalım?..Yarını beklemekten başka çare yok. Bekliyorum. Ertesi gün, alacağım küçük bir avanstan o kadar emindim ki, su bardağımda bilediğim paslı jiletle kıyak bir traş oluyorum...Ve koşuyorum...72.Koğuş’u teslim ettiğim derginin sahibi yerine karşıma odacı çıkıyor ve bana:
’ Eserinizi biraz müstehcen bulmuşlar. Müsveddelerinizi buyrun. Buyuralım bakalım...Elimde müsveddem , dolaşan ayaklarımla dergi idaresinden çıkıyorum. Kar dinmiş, güneş soğuğu kırmış ...Dünya pırıl pırıl, bu şıkır şıkır dünyadan o kadar uzaktım ki,alamadığım avanstan çok,yaptığım işin anlaşılmaması koymuştu bana.
Ne karım, ne çocuklarım...Kendimi sedire kalıp gibi bırakıyorum...Hani serde erkeklik olmasa ağlayacaktım...Hem de katıla katıla...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.