UYDURALIM MI, DAĞARCIĞI MI KULLANALIM?
Çoğu duyarlı insan, kültürel iletişiminin bozguna uğramaması için, geçerli sömürü düzeninden etkilenmemek adına, anadiini korumanın gerekli olduğunu bilir. Özgün kültür konusunda ülkeler arası gizli çabaların olduğunu; bunun da kültürün eritilerek özümsenmesiyle gerçekleştirildiğini; dilin özünde, yabancı sözcüklere veya farklı harflere bağlı olarak bir kıvam yitiminin olacağını da anlar.
Öte yandan anadili korumak adına, bu kez kimsenin kullanmadığı, seslendirmekten de tiksindiği çoğu kere de kök+ek yoluyla uydurulan sözcüklere yer verilir. Bu durumda anadili gibi akıcı konuşmak yerine, aynı tümce içinde bir arı, bir karma dil sözcüğünü seçmek zorunda kalan bireyler ortaya çıkmaya başlar. Ulusal çerçevede yürütülmekte olan aynı kurultayda bile anlaşmakta zorluk çeken veya üyelerinin yönetişim (politik) görüşlerine de konu edilmesiyle birlikte, aynı çalıştayda yer alamayan yurttaşlarla dolu bir ülkeye dönüşürsünüz.
Bir zaman dile yerleşikliğinden, bir zamansa kültürün böylesi bir kavramı içermemesi gerekçesiyle, dilimize yabancı bazı sözcüklerin karşılığının bulunmaması; bazen onların daha uzun uzadıya anlatılmasına, bazan da karşılığının atlanmasına ve konuşmadaki (en az güç gerektiren bir yöntem olarak) yabancı sözcük kullanımı kolaycılığının seçilmesine yol açabiliyor.
Bir yandan da kültürün geçmişinde unutulan onca tanımsal, kavramsal ve eylemsel sözcüklerin diriltilmesine ilişkin çabalar boy gösteriyor çoğu duyarlı kişilerce. Bunların canlandırılmasıyla birlikte, yabancı kökenli sözcüklere karşılık bulmak için köklere onca eklerin sözcük sonlarına sürülmesi yerine, doğrudan karşılığının sergileneceği durumlar olasıdır. Bu şekilde karma dile ilişkin açmazlar da aşılabilir.
Uydurmacılığın kanıksandığı, üstelik yönetişim (politik) olarak tiksinildiği ve zararlı sonuçlarının da dilimize dokunduğu yapay sözlerin, aslında yine anadile ket vurduğu açıktır. Anadil, günlük kullanımda zaten doğal konuşmanın akışına göre ve doğaçlama yöntemiyle birey kendi kendini dışa vurma yolunu bulmakta, hiç beklenmeyen bir anda dilden dökülen bu kök+ek giderek yaygınlaşırsa, dilimizin esnekliğinin bir getirisi olarak bu yeni imce dizilimleri, bir sözcük dağarcığı kazancına dönüşebilmektedir.
Yani dili arılaştırmak;
i-uydurmacılıktan kaçınma,
ii-Orta Asya Türkçeleri’nin dağarcığının dilimize eklenmesi,
ilkelerinin uygulanmasına bağlı olarak yürütülebilecek bir bilimsel etkinlik olarak göz önüne alınmalıdır.
Beri yandan bu, demek değildir ki; akademik olmayan çevrelerden gelebilir sözcük önerileri olmasın. Aslında toplumdaki gerçek kullanıcılar; tüm bu sözcükleri sınayan, doğaçlayan, üstelik unutası gelen bileşenlerdir. Yerel/yörel ağızları bilenler, birçok tanımsal, kavramsal ve eylemsel sözcüklerin henüz anailin canlı örnekleri olarak kullanıldığını bilirler; ancak bunlar sonradan uydurulmuş değillerdir. Çünkü bu izler, Orta Asya’daki soydaşlarımızın kullandığı çoğu kalıntının henüz geçerli olduğunu göstermekte olup, eski dağarcığın kullanılmasının, dilin arılaştırılmasında doğru yöntem olacağının da bir kanıtıdır.
Dayatma ile bir kişiyi konuşturmanın olanaksızlığını bilenler; kendisi açıklamalı kullanarak ve eşdeğerini/karşılığını aynı tahtaya yazarak ancak bir sözcüğün yerleşmesini sağlayabilirler. Diğer durumda bu, orta öğrenimde zorla ezbere aldırılan ama diploma sonrasında öğrencilere tiksinilesi gözüken onca yorumsuz/gerekçesiz bilgiye benzer.
www.turkcevarken.com; bu anlamda eski dağarcığa önem verirken, yeni önerileri de kapsamaktadır. Ancak yapaylığa giden bulanık alanda, kırmızı çizgiye basılmaması gerektiğini düşünüyorum.
Nice başarılı çalışmaya, selamla.
-------------------------------------------
Dipnot:
“Anlayın Artık! Uydurukçuluk devri bitti! Bitti! Koskoca Türk dünyası dururken uydurduklarınızı yutturamazsınız. Biri önerdiğiniz sözü ilk anda kabullenebilir ama sonra diğer Türk dillerindeki karşılıklarını öğrenince, önermiş olduğunuz uyduruk söz için size kin ve nefret besler. Benim şu anda tüm uydurukçulardan duyduğum nefreti duyar size, ama bunu şahıs olarak kimseye yöneltemediği, maddileştiremediği için Türkçeciliğe yansıtır. Türkçeciliğe nefret duymaya başlar.İşte siz UYDURUKÇULAR farkında olmadan TÜRKÇEYİ BALTALAYANLAR DURUMUNDASINIZ. Yeter artık UYDURMAYIN!”
(turkcesivarken.com/yazismalik/index.php?topic=6955.15)
YORUMLAR
Merhaba,
Makalenin konusuna ilgi göstermeniz, yazarını çok sevindirdi.
Aslında uyduruk sözcükler listesini verme amacının çok üzerinde bir tartışma yapma çabasındaydım. Bu nedenle, yeniliklere karşı dayanması gereken bir dilin, kendi içinde boğulmaması için önümüzde bulunan seçeneklerin değerlendirilmesini beklemekteyim. Belirttiğiniz konuya girseydik, örneğin 'şu sözcük, uydurma; şu ise değil' deseydik; zaten varlığı bilinen bir karmaşayı yok sayıp, uydurmanın niteliğini veya hangi sınırın uydurmacılık olduğunu tartışmaya başlar ve çözüm aramak yerine kısır çekişmelerle zaman harcardık.
Yine de yaşanan deneyimlerle birlikte, toplumun artık gördüğü dil yapaylığının, kurumları bile daha özenli davranmaya yönlendirdiğini görüyoruz. Dipnot, bu konuda değerli bir örnek olabilirdi.
Uydurma sözcükler; Türkçe kök ve eklerine, sözcük yapısına aykırı olmasına karşın önerilen (ama kullanılmayan) sözcüklerdir. "Sözcük karşılıklarının bulunmasındaki dayanak noktası, dilbilgisi kurallarıdır. Yeni türetilen bir sözcük Türkçenin türetme kurallarına, anlam bilimi ilkelerine uygunsa doğrudur; uygun değilse yanlıştır. Bilimsel yöntemlere göre değerlendirme yapılacaksa, 'uyduruk / ucube' gibi dilbilimde bulunmayan kavramlaştırmalara başvurulmamalıdır. Dilbilimde 'uyduruk sözcük' diye bir kavram yoktur; 'kurallara aykırı sözcük' kavramı vardır." Ancak bu doğrultuda ortaya konulan örneklerin ilkesi; tek sözcükten oluşana tek, çokluya çoklu kuralı gereğince ve anlamını da içinde barındıran bir harf dizisi yaratmak olarak algılanmaktadır. Bu gerekçeyle bazen doğrudan eşdeğeri değil, denginin, bazen de çok sözcüklü bir tamlamasının kullanılabilirliğini niçin tartışmıyoruz?
Bir dilde, bir kavram, nesne veya varlığı karşılayan birden çok sözcük varsa, zamanla bu sözcüklerin arasında ince anlam farkları doğar ve aralarında böyle ayrımlar bulunanların birini dile dolayıp diğerlerini unutturmak da uygun olmazdı; çünkü dilimizin anlatım zenginliğini de daraltmış olurduk. Yani öneriler yaparken, var olanları atmak, bugünkü yaşayışı veya iletişimimizi örseler veya kopukluk yaratırdı. Bu yüzden yenilerini getirmenin anlamı ('olmazsa olmaz' koşulu), eskileri çöpe atmak değil, kullanım dışı kalmasını beklemektir.
TDK Başkanı da "Geçmiş dönemlerde Arapça, Farsça gibi dillere öykünmeyle o dillerden sözlerin ve kimi yapıların dilimizde karşılığının olup olmadığına bakılmaksızın alınması dilimiz adına çok olumsuz sonuçlar doğurmuştu. Bugün ise Fransızca ve İngilizce gibi Batı dilleri karşısında benzer bir süreç yaşanmaktadır. Türk Dil Kurumu, dilimizin özleşmesi ve dilimizin gelişmesi temel amaçlarıyla kurulmuş olup bu amaçları doğrultusunda dilimize yerleşme eğilimi gösteren yabancı sözlere karşılıklar bulmakta; dilimizde karşılığı olan yabancı sözler yerine de karşılıklarının kullanılmasını önermektedir..." demektedir. Yani neredeyse çevrilmeksizin kolaycılığa kaçarak yabancı kavramları doğrudan almakla, dilimizi koruma kalkanı işletilemezdi.
Çok teşekkürler, selamla.
Dipnot:
TDK Başkanı Şükrü Haluk Akalın, yabancı kaynaklı sözcüklere Türkçe karşılık bulma çalışmasının uzun süreden bu yana yürütüldüğünü belirterek, başlangıçta Fransızca'dan, günümüzde ise İngilizce'den Türkçe'ye giren ya da girme eğiliminde olan sözcüklere karşılık bulma çalışmalarının yoğunlaştığını anlattı.
Yabancı Sözcüklere Türkçe Karşılıklar Bulma Çalışma Grubu tarafından yürütülen çalışmalarda, belirli bilim dallarına yönelik terimlerin o bilim dalının uzmanlarınca değerlendirildiğini anımsatan Akalın, vatandaşın az ya da çok benimsediği yaklaşık 1400 kelimenin sözlüğe gireceğini kaydetti.
Hiç kullanılmayan, toplumca benimsenmeyen ve komik olduğu düşünülen sözcükler ise sözlüğe alınmadı. Bu sözcükler dil uzmanları tarafından incelemeye alınarak neden kabul görmediği belirlendi.
TDK, kimi sözcükleri küçük kitapçıklar halinde basarak vatandaşlara ücretsiz dağıtacak. Sözlüğe girecek bazı sözcükler şöyle: "Transparan: iç gösterir, dekolte: açık giysi, diyet: besi düzeni, masaj: ovma, gevşetme, metroseksüel: bakımlı erkek, terör: yıldırı, Video Compact Disk (VCD): Görüntülü Yoğun Disk (GYD), banliyö: yörekent, fantezi: düşlem, fast food: ayaküstü, klasik: kökleşik, aqualand: su bahçesi, anchorman: ana haber sunucusu, arbitraj: ara kazanç, arboretum: ağaç parkı, avans: öndelik, avantaj: yarar, çıkar, üstünlük, kazanım, brifing: bilgilendirme, damping: düşrüm, dizayn: tasarım, jenerik: tanıtımlık, light: hafif, laptop: dizüstü, lobi: dalan, mini market: bakkal, nickname: takma ad, performans: başarım, popüler: tutulan, reyon: sergen, sendika: birlik, sponsor: destekleyici, sürpriz: şaşırtıcı, tiraj: baskı, web sayfası: ağ sayfası."
Afaki bir makale bence.
Beyefendinin şikayet ettiği uydurukçadan kasıt sol edebiyat diliyse, geçmiş olsun artık o dil kültür dili haline geldi.Konjonktür güllerinin dahi tv.lerde Ecevit Türkçesiyle muhafazakar demeçler vermesini kanıksadık.Hatta gayet de güzel konuşuyorlar, zaten adamlar hatip, Arapçaya vakıf adamlar, bunun yanında pırıl pırıl:olanak, olasılık, aşama,yatay, dikey, düşey,gelir, gider,varsayım,tut ki...gibi Türkçe sözcükleri bu harmana kattıklarında musukisi oldukça yüksek bir belagata ulaşıyorlar.
Orhanti rumuzlu arkadaşımızı dil konusundaki duyarlığından ötürü kutlarken, bilgi kazandırmaya yönelik metinlerde örneklere çokça ihtiyaç olduğunu da hatırlatırız.Sayın yazar sürekli "uydurukça" deyip duruyor, ama kastettiği sözcükler hangileridir örneklemiyor.Dolayısıyla ha babam top çeviriyor.
Yine de dile gönül veren bu arkadaşımıza emekleri için teşekkür ediyoruz.
Saygılar.
Kendi dilinin engin eylem ve tanımlama (fiil, isim, sıfat) sözcüklerini giderek unutanlar, yabancı dilden içeriye gelenlerin açıklamalarını yaparak anlatmak zorunda kalırlar dileklerini.
Yani okuldan aldıklarınız, yetişkinlerin içinde yaşadığı karmaşayı anlamak için yeterli olmaz; böylece paçallanmış bir dilin eğreti hecelendirmesi (telâffuz), sizin özgür konuşmanızı bağlar.
Yeni sözcük uydurmaksızın, doğudaki soydaşlarımızın kullandığı çoğu kalıntıyı bile değerlesek; hem onlarla kültürel iletişimi güçlendirmiş olurduk, hem de bir tek eylemi anlatmak için beş yabancı dil eylemi kullanmazdık.
Bu durumda her yeni eylemin ya da tanımın eşdeğerini, dilimizin insanın doğasında var olan eylemlerle karşılasak; anadilin anlatım özgürlüğünü kısıtlamamış olurduk. Tıp deyimleri gibi özel adların tanımsal karşılığını da yanına yazmakla, anlamını es geçmeksizin, daha bilinçli ve ezberciliğe daha az pay bırakan bir yola da girebilirdik.
Nice yararlı çalışmaya diyelim efendim, esenlikle..