- 1094 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BURSA KALESİ
Şair Nazım Hikmet yukarıdan verilen emirle, düzmece bir yargılama sonucu 28 yıl hapse mahkum olur. İlk olarak Ankara Askeri Cezaevi’ne gönderilen şairin tutsaklığı İstanbul Tevkifhanesi,Çankırı Cezaevi ve son olarak ta Bursa Cezaevi’nde sürecektir.
Nazım 10 yıldır hapistir ve kendi deyişiyle daha onsekiz yıl vardır demir kapının açılmasına
Bursa Cezaevi şairin acı ve hasretle dolu, ama çok verimli yazarlık yıllarına tanıklık edecektir.
Nazım Hikmet yaşamından çalınmış tam 10 yılı Cezaevinde yaşayarak sürgündür bu kentte. 1940’ın sonunda siyatiği nedeniyle Çankırı Cezaevi’nden Bursa’ya gönderilen komünizm propogandasından tutuklu Nazım’ın ününün kulaktan kulağa yayılıp efsaneye dönüştüğü hapisane ’Bursa Kalesi’ diye anılmaktadır.
Bu kentte , bu cezaevi avlusundan bu hapisane pencerelerinden izleyecektir meşhur Uludağ’ıda:
Yedi yıldır Uludağ’la göz göze bakışıp dururuz.
Ne o kımıldanır yerinden, ne beN
Lakin birbirimizi yakından tanırız.
Gerçekten yaşayan her şey gibi gülmesini ve kızmasını bilir.
Bazan,
Hele kışın, hele geceleri,
hele rüzgar kıbleden estiği zaman,
Karlı senaberlikleri, yaylaları, donmuş gölleriyle
uykusunun içinde şöyle bir kıpırdanır.
Ve orda, en yukarıda , en tepede oturan keşiş,
uzun sakalı darmadağın
ve etekleri savrularak,
Rüzgarın önünde haykıra haykıra iner ovaya.
Sonra bazen,
hele Mayısta şafak vakitleri,
masmavi, uçsuz bucaksız, koskocaman,
hür ve bahtiyar
yepyeni bir dünya gibi yükselir.
Sonra bazen, gün olur,
gazoz şişelerindeki resimlerine benzer,
Ve ben anlarım ki, görmediğim otelinde
kayakçı bayanlar kanyak içerek
kayakçı baylarla dalga geçmekteler.
Ve gün olur,
şalvarı sarı pırpıt bezinden, kara kaşlı dağlılardan biri
Mukaddes Mülkiyetin mihrabında kesip komşusunu
misafir gelir bize,
71’inci koğuşta on beş yıl yatmaya
Yüce bir dağın Uludağ’ın eteğinde kurulmuş Bursa şehrinde hem uludağ’ın eteklerini hem de şehrin bir çok yerini kaplayan çoğu yüzlerce yıllık ulu çınarları anlatır şiirinde:
Memleketimi seviyorum :
Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım.
Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.
Memleketim :
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
kurşun kubbeler ve fabrika bacaları
benim o kendi kendinden bile gizleyerek
sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.
Memleketim.
Memleketim ne kadar geniş :
dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana.
Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum
ve güneye
pamuk işleyenlere gitmek için
Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye
utanıyorum.
Memleketim :
develer, tren, Ford arabaları ve hasta eşekler,
kavak
söğüt
ve kırmızı toprak.
Memleketim.
Çam ormanlarını, en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven
alabalık
ve onun yarım kiloluğu
pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarla
Bolu’nun Abant gölünde yüzer.
Memleketim :
Ankara ovasında keçiler :
kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması.
Yağlı, ağır fındığı Giresun’un.
Al yanaklı mis gibi kokan Amasya elması,
zeytin
incir
kavun
ve renk renk
salkım salkım üzümler
ve sonra karasaban
ve sonra kara sığır
ve sonra : ileri, güzel, iyi
her şeyi
hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır
çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım
yarı aç, yarı tok
yarı esir...
Ve bu cezaevi’nde resim öğrettiği köylü çocuğu İbrahim Balaban’ın bir tablosuna yazar şiirini:
İşte seyreyle gözüm, hünerini Balaban’ın.
İşte şafak vakti, Mayıs ayındayız.
İşte aydınlık :
akıllı, cesur, taze, diri, insafsız.
İşte bulut :
kaymak gibi lüle lüle.
İşte dağlar :
hem de mavi, hem de serin.
İşte sabah seyranı tilkilerin :
uzun kuyruklarında ışık,
sivri burunlarında telaşları…
İşte seyreyle gözüm :
işte karnı aç
tüyleri diken diken
ağzı kırmızı
işte kurdun biri.
Kendinde hiç duymadın mı sen
aç kurdun öfkesini sabah vakitleri?
İşte seyreyle gözüm: kelebekler, arılar,
işte kıvıl kıvıl devranı balıkların.
İşte bir geyik :
daha güzel bir dünyanın hayvanı.
İşte seyreyle gözüm :
inin önünde ayı,
uyku sersemi henüz.
Sen aklından geçirmedin mi hiç
toprağı koklayarak,
ayılar gibi dalgın yaşamayı,
bala, armuda, yosunlu loşluğa yakın
insan sesinden, ateşten uzak?
İşte seyreyle gözüm: sincaplar, tavşanlar,
işte kertenkele, işte tosbağa,
işte üzüm gözlü eşeğimiz.
İşte seyreyle gözüm : bir ağaç pırıl pırıl,
güzellikte insan en çok benzeyen.
İşte çayır çimen :
İşte, kokla burnum : nane, kekik.
İşte sulan ağzım : labadalar, ebegümeçleri…
Ellerim, ellerim dokunun, okşayın, avuçlayın.
İşte anamın sütü, karımın eti, gülüşü çocuğumun.
İşte sürülen toprak…
İşte seyreyle gözüm, işte insan :
dağın, taşın, kurdun, kuşun efendisi,
işte çarıkları,
işte poturunda yamalar,
işte karasaban,
işte sağrılarından kederli, korkunç oyuklarıyla öküzleri…
Ünlü düşünür Jean Paul Sartre ’Onun ölüm son uykusu oldu’ demişti büyük şair için. Ona bir türlü ölümü yakıştıramıyordu çünkü. Evet, Nazım ölmedi, yaşamaya devam ediyor hala eserleriyle, resimleriyle, şiirleriyle...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.