- 913 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İNSAN NEDEN VAZGEÇER?
İNSAN NEDEN VAZGEÇER?
Neden hayatta tek umduğu şey için bir anda çıkan o soğuk rüzgarla karşılaşınca kendine hakim olamadan, o zayıf noktasına yenik düşer. Kendi bile istemediği, yaşamayı dilemediği her şeye boyun eğmek zorunda kalır.
Bir insan hayatında birçok zaman diliminden geçer.Hayat bazen o zaman dilimi içinde insandan en riskli kararlar vermesini ister. Bazen o kararlar insana gönlünde saklayacak kadar değerli hale getirir, bazense değere alınmayacak kadar önemsiz gördürürdü. Bu değersizlik çok istemekten kaynaklanır. Hayattan dilenmek denir buna aslında hayattan umduklarını istemektir ya o yüzden insanın yüzünü ışıldamıştır bu masumiyetlik. Bir gün bu istenilenler insanın hayatına bahşedilmeyince insan kendiyle yabancı bir hale gelirdi. Bir şeylerden vazgçmek zorunda kalırdı, hem de sonsuzca vazgeçerdi…
Haklıdır belki insan o an için başka bir açıklaması yoktur.Hayata karşı göstereceği bir sebebi bir güvencesi kalmamıştır elinde avucunda o an için bile olsa…
Ve hayat insanı yorardı. Her defasında beklemediği birçok nefes onun hayatını elinden alacak kadar güçsüz bırakırdı. Bunu en çok yapanda kendi nefsimizdir. İnsan bir tek ona gücünü geçiremiyor ya zaten...
Ve insan da bu hayatta yaşadığı sürece, hayattan her an bir şeyler umar, bir şeyler hep istenir. Neyin yanlış,neyin doğru olduğunu bilmeden hep istenilir hem de hep...Sessizce beklenilir ,belki olmayacağını bilirdi kalp ama yine de dilemekten vazgeçmezdi.Çünkü inanılır ki bütün karanlıklar üstümüze düştüğünde bir yerlerde ışıklar tek tek yanmaya başlardı.Ama onu bulmak için insan kendini feda etmesi gerekirdi.Tabi bunu başararan en büyük zaferi hak eder.Ama başarmayan ise hayattan en büyük çizgileri alır.Belki bu yüzden bu kadar yorgun ve yenik düşer. Bir anda kendini karanlığın içinde uçurumların kıyısına sürüklenmiş halde bulur.
İnsan bunların pençesinden kurtulmak için hayatın zamanını önemsemelidir ve o anlar insanın yaşama çizgisini belirleyen tek kurtuluştur ya da yeni başlangıçlardır.O yüzden o anlar insana kendini önemsettirir ya ve vereceği her karar da insanın hayata karşı ilk resmi kanıtı olur.
Hayatla ilk defa bir savaşma konumuna girer. Ya bu savaşta cesurca savaşacak istediğini almadan geri gelmeyecek, kendi için en iyi kararı alacak, çevresinden gelen seslere de kulak tıkamadan onları dikkate alacak . Asla o zayıf noktasını ele vermeden, vazgeçme duygusunun içinde kendini kaybetmeden o merdivenleri tek tek geçecektir. Dayanmasını bilerek, inanmasını bilerek…
Ya da vazgeçmenin içinde kendini kaybedecek. Çaresizliğin en dip noktalarına vuracak. O savaştan yenik olarak çıkacak ,ama nasıl bir yenikliktir eğer hayatına daha fazla bir renk katarsa o zaman ona sarılmasını bilip daha iyisini inşa edecektir. Ama bunun farkına varmaz kendini derin suların içinde boğarsa o zaman bu hayata insanlık namına hiçbir şey kalmaz.
Yani insan hayatın aynasına baktığı o anlarda hayal ettiği bir gerçekliği göremezse içten içe kendini ölümün kıyısında bulunabilir. Bizi bu kıyılara sürükleyen bir çok şey var ki… Mesela aşktır, en çok emek isteyendir en çok dayanılması gereken bir gururla saklanılmış kalbin kutusudur. Değerlendikçe o daha da yenilenir ama o değeri gerçekten hak ediyor mudur orası muammada. Her insanın yaşamına farklı yerden eser , beklemeden içeri girer ya da geceleri umutsuzca parlayan bir yıldız gibi asla sönmeyip, istediğini alıp gitmeyen bir gizemli yürektir o. Ama önemli olan sonuç eğer o aşk kalbi acıtıyorsa o zaman yakmalıdır ona ait her şeyi ve onu o kalpten atmalıdır. Başka masum kalplerin içine girmek için... Ama insan onu istemeyerek bıraktıysa o zaman o kalbi hiç çıkarmayacak kadar kabinin derinliklerinde saklamalıdır, hep gizlemelidir onu… Ya da dostluktur aynı aşk gibi insanın çok ihtiyacı olan bir besindir. En çok güven isteyendir de, bir paylaşım o dostluğu nasıl yüceltiyorsa ve nasıl sonsuzluğa getiren bir bağ yapıyorsa bir güven eksikliği de bir o kadar o bağı kopara biliyor. O yücelen duygu sinebiliyor bir anda. Yani o değer kalbe zarar verirse onun adına uğraşılacak bir şey yapılmaması gerekir.Eğer haklıysa bir insan ve yeteri kadar o uğraşın hep çıkar peşinde sürüklendiğini de görmüşse bu gözler işte o zaman hayatın derin sularına bırakmalıdır. Yani vazgeçmesini bilmelidir. Unutmayalım her ağalanılan gözyaşları aynı karın içinde parıldayan güneşi andırır. Hiç umulmadık bir yerden bir dostluk sizi huzura kavuşturur hayat daha iyisini daha sadık olanın sunar size. Ve ya iştir, insanın geceyi gündüze kattığı ve uğraşların karşılığı alınmak istenilen bir yoldur. İnsan bu yolda kaybolabilir ,engellere takılabilir.Direnmek, inanmak ister ama olur mu olmaz mı o da bilinmez ya... Ama o istek insanın hayatıdır. Zamanla onunla bir olur, o zaman bunu gerçek olup olamayacağına da zamanın ellerine kalmıştır. Gerçi her şeyin habercisi odur ya, zamanla her şey gün yüzüne çıkar ama nasıl, hangi uğraştan sonra hangi can yanmadan sonra.
Bunlar bazen insanın hatası ile olmaz insan kendine atılan her sert taştan gönlünü, bedenini koruyamaz. Belki de kendi hatasıyla olur doğru adımları atmayarak, bir anda bakar ki hayatla pazarlık yapma konumuna gelmiştir. Kendini kendi elleriyle satar halde bulmuştur.Hayatta bekleyeceği her karanlık yarın için ve ümitsizlikten kurtulmak ,aklı ile gönlü arsında ki kaldığı o ikilem köprüsünü yıkmak için kendini ölümün kollarına atmaktan başka çaresi kalmaz bir insanın. Nedendir işte bu çaresizlik, bir anda kaybolduğu yolun içinde ki o ümitsizlik, her denmelerin ardındaki o son ,insanı götürecek sonsuz uçurumdur,
İşte, insan böyle zayıf ve çaresiz güçsüz kalabiliyor. Hayata karşı kendini korumasız bırakabiliyor.Belki her insanın değil ama bazı insanlar hayatlarını bunların kıyısında gözlerini açarak buluyorlar,her sabahın ışıldayan gökyüzünün içinde...
İşte asıl kayıpta bu oluyor, insanın en büyük kaybı ve en yaralayıcı ölümü… İnsan kendini karanlık sokakların içine atarak en büyük kaybı hayata hediye ediyor.Belki sesizce,belkide içlerden kopan en büyük çığlıklarla...
Ama vazgeçmek bu değil ,kendini ölüm kıyısına atamak değil.
Bir insan bununla karşılaşıyorsa ilk başta vazgeçmeyi kendine belleyecek kadar iyi öğrenip öyle yüzleşmelidir.
Hayata istenilen geri verilmeyince insan o anda gözlerini bir kere olsun hayatını yoklamalıdır. İçinde bulunduğu çerçeveye iyi bakması gerekir. Dışardan nasıl gözüktüğüne bir de kendi gözleriyle bakmalı.
Kendine sormalıdır istediğim her şey benim için doğru mu, benim için gerçekten önemli mi,ben onu hak ediyor muyum diye sormalı her insan kendine. Mutsuzlaşıp karanlığın içine kendine sürüklemek yerine ilk başta vazgeçmeyi öğrenip doğru kararlar verecek konuma gelmelidir insan. Eğer onun hayatında önemliyse, o değeri hak ediyorsa, insanın hayat huzuruysa ve onunla bir olmuşsa insan o zaman ona dokunmadan bu yolda attığı adımları daha da hızlandırmalıdır. Bu karanlığın içinden kalbinden aldığı sevinç ışıklarıyla o yolu öyle sonlandırmalıdır.
Ama eğer o değer verilenler kendi hayatına laik değilse o zaman hayatına sunduğu seçeneklerden kendine bir doğru yol biçmesini öğrenmelidir.Gerekirse kabullenmelidir, hayatına zarar verecekse ona şimdiden uçurumun kenarında bırakıp başka güneşle ışıldayacak olan gökyüzünün peşine sürüklenmelidir. İnanarak aşmalı bu zamanı güvenerek ve gerekirse vazgeçerek hayatında bir şeyleri feda edip daha iyisini yeşertme duygusunu ruhuna kazımalı, bu sefer yola öyle koyulmalıdır. O zaman bulunduğu o hayat çerçevesini içinde hak ettiği görümünü alırlar. Hayatlarında anlamlı kılan ne varsa ve kimler varsa bir yere saklarlar. Hep gizlerler ve onları yaşatmak için hep bir uğraş içinde çabalarlar sonundaki huzura kavuşmak içinyoksa hayatı başka türlü anlamlı kılamazlar.Ya da zararı dokunan her şeyi bir kenar biriktirirler ve bir gün çok istenilen umutlardan vazgeçerek ,daha iyisini yeşertme duygusuyla o küçük bahçelerine yeni çiçekler ekerler ve o çerçeveyi de daha anlamlı hale getirirler.
Unutmayalım hayat bir çerçeve gibidir,bazen dışarı çıkılmayacak anlar. Olur ama önemli olan da o çerçeve koyulan resimlerimizdir.İnsan bunu bildikçe hayatta hiç ama hiç yenik düşmez,düşemezde her yaşayan insan...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.