- 3160 Okunma
- 23 Yorum
- 3 Beğeni
BİR YASTIKTA KOCAMAK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ayşegül çocukken hayaller kurardı; okuyacağım, öğretmen veya avukat olacağım ya da bir iş, bir yuva kuracağım diye… Âşık olmak, sevmek ve sevilmek en güzel hayalleri olacaktı zamanı geldiğinde…
Anne babasını, akrabalarını, köyünde en az seksen yaşına gelmiş nineleri, dedeleri görünce; hele eşleri ile geçen onca seneleri düşününce hayallere dalardı. Kendisinin de okuduktan sonra bir işe girip, münasiplisi ile evlenip, güzel bir yuvada çoluk çocuğa karışacağını düşünmek onu mutlu ediyordu. Güzel nadide bir aile hayat kurup, gürbüz çocukları olsun istiyordu ve mutlu bir hayat düşlüyordu.
Böyle yıllar gelip geçiyordu, Ayşegül köy hayatı, iş tarla, bağ, bahçe olmasına rağmen okulunu da başarılı bir öğrenci idi. Öğretmeni onu çok severdi, çok zeki bir öğrenci olduğunu söylerdi ve derslerde onu ‘’okulun örnek öğrencisi’’ gösterirdi. Zaman zaman yanına çağırır konuşurdu, Güler Hanım Ayşegül senden çok ümitliyim çok inşallah okuyacaksın ve başaracaksın derdi.
Okulda ki davranışlarını, ders çalışmasını, disiplinini örnek gösterirdi öğretmeni, okulda arkadaşları tarafından sevilen bir öğrenci idi Ayşegül. Okul bitmiş karneleri almışlardı. Öğretmeni Güler hanım Ayşegül’ü yanına çağırdı onla bazı konular görüştü ve sakın bırakma sen okuyacaksın diye de tembih etti.
Ayşegül öğretmenine son kez sarılıyordu ve duygularına hâkim olamamıştı hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bu durma arkadaşları da karışmıştı.
Öğretmeni de duygulanmış onunda gözlerinden yaşlar süzülüyordu sonunda ayrıldılar el sallayarak öğretmeni arkasından diyordu seni hep özleyeceğim Ayşegül diye selendi son kez arkadaşlarından ve öğretmeninden ayrılmanın karmaşık duyguları içinde evin yolunu tutmuştu Ayşegül.
Nihayet okulunu bitirdi. Okurken köyünde yaşıtları görücü usulü ile evlendirilmişti. Bazıları gönlünün istediği ile evlense de görücü usulü evlilik çoğunluktaydı. Ayşegül içinden görücü usulüne karşı çıkıyordu ama gelenekler karşısında pek bir şey söyleyemiyordu…
Ayşegül henüz on altı yaşını bitirmişti ama köyde adetler üzerine gelinlik kız olmuştu. Şaka yollu da olsa annesiyle evde bazı konularda konuşurken,’’ Ben kimseye varmam istediğimin dışında. Adet, töre beni bağlamaz.’’ diyordu. Dilinin altındaki baklayı çıkarıyordu annesine ve kardeşlerine…
Köydeki kadın hayatı çok zordu. Ev, bağ bahçe işleri, koyun, inek bakımı çok zordu… Aile bağları o kadar kuvvetli idi ki, hiç boşanma ya da terk olayı yoktu. Yağlı, yavan, acı, tatlı, beraberlerdi ve çok da mutlu şekilde yaşıyorlardı. Gelenek görenekler dâhilinde modern dünyaya inat gibi… Çocuklar, ‘’ölüm’’ olayları dışında, annesiz babasız büyümemiş ya da yetim, öksüz kalmamışlardı.
Ayşegül liseyi kasabada bitirdikten sonra köyden bazı akrabaları istemeye gelseler de Ayşegül reddedip, “Ben okuyacağım,” derdi.
Fatma teyze, kızını bir türlü ikna edemez ve kardeşi Aysu’ya da kızar, ‘’Sende söz dinlemezsin yarın bunun gibi!’’ derdi.
Ayşegül tüm zorluklara rağmen üniversite imtihanına girer ve istediği bölümü de kazanır. Babası Ahmet Bey çok sevinir kızının bu durumuna, bir de bizden okuyan çıkacak diye…
Ayşegül, Cumhuriyet Üniversitesi Matematik Öğretmenliğini kazanmıştı. Annesine,’’ Az kalsın senin yüzünden hayallerim yıkılacaktı, iyi ki de seni dinlememişim!’’ diyordu.
Fatma Hanım bir yandan kızının Üniversiteyi kazanmasına seviniyor bir yandan da çaktırmadan kızıyordu,” Seni çokbilmiş!” diye… Diğer yandan, ”Köy hayatı zor, ben çektim çocuklarım çekmesin!” diye, iç geçiriyordu.
Evin oğlu Gökhan askerdeydi. Ayşegül ağabeyi ile de paylaşmıştı Üniversiteyi kazandığını… O da çok sevinmişti kardeşi için… Ayşegül, Ahmet Bey ile gidip okul kaydını yaptırdı ve artık Üniversite öğrencisi olmuştu.
Köy ve okul hayatı arasında yıllar gelip geçer. Ayşegül, üçüncü yılının sonuna doğru tanıdığı, Selami isimli bir gençle yakın arkadaş olur. Zamanla birbirlerinden hoşlanırlar. Son yıl bu arkadaşlık iyice belirginleşir. İleriye yönelik planlar yapmaya başlarlar.
Okul bittiğinde iki genç öğretmen olarak ayrı şehirde göreve başlar. Selami Bey durumu ailesine anlatır. Ailesi hoşgörü ile karşılar ve Ahmet Bey’den Ayşegül’ü isterler… Kız ve oğlan istediğinden, kimse zorluk çıkarmaz ve söz keserler.
Selami Bey de nâkilini Ayşegül’ün bulunduğu ile alır ikinci ders yılında. Okullar başlamadan bir ev tutarlar. Ailelerinin de yardımı ile gerekli eşyaları alırlar. Aileler, kısa süre sonra kendi aralarında sade bir törenle nikâh kıyarlar. Ayşegül ve Selami birlikte yeni bir hayata başlarlar…
Aradan seneler geçer, iki çocukları olur. Birisi Orkun isminde erkek, diğeri de Birsu isminde kız çocuğu… Selami Bey’in ilgisizliği, hesapsız harcamaları, yeni teknoloji merakı, televizyon bilgisayar derken Ayşegül’e ve çocuklarına hiç zaman ayırmıyordu. Ayşegül ise çocuklar, okul, ev arasında bayağı yorulup yıpranıyordu ve artık huzursuzluk başlamıştı evde… Kırıcı konuşmalar, aksi hareketler kavgaya dönüşmüştü. Bundan en çok da Orkun ve Birsu etkileniyordu.
Birbirlerine saygılarını yitirmişlerdi. Ayşegül,’’ Benim sana ihtiyacım mı var? Allaha şükür maaşım var.’’ diyordu. Selami Bey de:’’ Ne halin varsa gör!’’ diyor, kesip atıyordu.
Sonunda iş mahkemeye intikal ederek, boşanma davası açıldı. Ayşegül davayı açtığında, konu şiddetli geçimsizlikti… Birkaç mahkeme sonra 4.cü celsede boşandılar. Çocukların velayeti Orkun’unki on sekiz yaşına kadar Ayşegül’e Birsu’nun ki de Selami Bey’ verildi.
Ayşegül’ün yıllar önce düşlediği, hayalini kurduğu evliliği; kendi inadı ve Selami Bey’in vurdumduymazlığına kızarak, kör gurura kurban etmişti. Mahkemeden ağlayarak çıkıyordu, çünkü Birsu’dan ayrılmıştı. Birsu anne diye ağlarken Orkun da hem Birsu hem de baba diye ağlıyordu. Selami Bey de çok üzülüyordu çocukların anne diye feryat etmelerine. Selami içinden ağlıyordu ama kör gurur bir türlü kırılamıyordu ve bir aile böylece parçalanıyordu.
Orkun ile Birsu’nun hiçbir günahı olmamasına rağmen, en çok hayatın tokadını onlar yemişti. Tam da Annelerine, babalarına muhtaçken nasıl sağlıklı yaşayacakları, nasıl bir ruh halinde büyüyecekleri belirsizdi. Toplumda bu olaylar o kadar yaygınlaşmıştı ki bir milletin geleceği söz konusu olur duruma geliyordu. Ayşegül köyündeki seksen, doksan, yaşındaki yaşlı çiftleri düşündükçe hayıflanıyordu böyle modernliğe… O cahil, okumamış, adını yazamayanlar kadar olamamıştı ve bir ömrü bir yastıkta kocatamamıştı. Düşleri, duyguları, gelecek hayalleri bir serbesti ya da bir ‘’ben’’ uğruna heba ediliyordu. Cezasını da minicik, günahsız yavrular çekiyordu.
Bir toplumu ‘’bitirmenin’’ en kolay yolu ‘’Aile hayatını’’ bozmaktır…
Bekir AKBULUT
09.08.2013
YORUMLAR
Sevgili Bekir.
Yazındaki olaylar çok hızlı başladı, hızlı bir şekilde devam etti ve çok hızlı bir şekilde ayrılıkla noktalandı. Yani: Bir kaç bölüm olabilecek bir önemli yarayı tek bölümlük bir yazıda bitirmişsin.
Ama hani hiç bir şey yazmayıp da sadece o son sözü yazsaymısın da başlı başına bir roman olurmuş.
''Bir toplumu ‘’bitirmenin’’ en kolay yolu ‘’Aile hayatını’’ bozmaktır''
İşte bu...Başka söze hacet var mı?
Ellerine, yüreğine sağlık gardaş.
Selam ve sevgilerimle.
efendim nedense hayatı daha iyi bilenler evliliklerini başarıyla sürdüremiyorlar bunun nedenide gerektiği yerde görmemezlikten gelmemek duymamazlık etmemek konuşmaması gerektiği yerde susmayıp konuşması gibi nedenler evliliği böylesine bitiri veriyor ne yazıkki çok güzel yazıydı kutlarım bu güzel paylaşımınızı saygılarımla selamlar
Ayrılıkları sevemedim bir türlü, ayrıldık.. ağlamadan geride bıraktığım olmadı, hatırlamıyorum. Öğretmenlerden ayrılmak da öyleydi.. Husus çok farklı belki ama inanın orada satırlara bakarken gözlerim doldu, hıçkırarak ağlamamak için epey uğraştım..
Sanki.. Yalnızca tahsilini tamamlamış, ekonomik özgürlüğü elinde olan, kimseye ihtiyacım yok diyen çiftler arası mı yaşanıyor boşanmalar?
Hayır. Şehir hayatına baktığımızda bunun okulla para pulla ilgisinin olmadığını anlamakta güçlük çekmiyoruz... Yeni nesil dediğimiz kuşak.. Konuşmaya çalıştığınızda konuşabiliyor musunuz? Bir İstanbul çocuğu ile misâl?
Genelleme söz konusu dahi değil ki istisnalar da var gözlemlediğimiz, boşanmayan ve çocukları ile konuşulabilen anneler babalar.. Onları tenzihen.
Köylerde nasıldır?
Evde ayakları uzatmış otururken ya da yatarken yaşça büyük biri içeri girdiğinde -inanın yaş yalnızca kural gibi ama kapıdan kim giriyorsa hemen onun için de- saygıdan ötürü ayağa kalkılır, buyur edilir.. Hoş kelâm hâl hatır sorulur.. Yemeği suyu ikrâm edilir..
Anne baba için de misâl.. Gelinler bilirim, kayınpederlerinin yanında, eşinden büyük abilerinin yanında yüksek sesle konuşmayan, ar eden.. Köylerde kimse kimsenin hangi markayı giydiğini merak etmez, temizliğe bakılır.. Kız istenecekse hattâ, dere boyunda çamaşırı bulaşığı nasıl yıkadığına bakılır. Hangi renk ruj, kaç cm etek, kaç taşlı yüzük muhabbete dâhil olmaz..
Hanımlar, çocukla, evle bâzen bağ bahçe ile ilgilenerek geçirirler günleri. Akşam eş eve geldiği vakit:
"de bakayım bugün nerelere gittin kimleri gördün.. vay sen bunu-şunu (bulgur pirinç..) nasıl unuttun.."
denmez!
Hoş kelâm buyur edilir, çorabı çıkarılacaksa çorabı çıkarılır ayağı yıkanır.. Ekmeği suyu nasıl istediği sorulur.
Şimdi derler:
-Ayakları yıkamaya ne kadar da meraklısınız..
Sonra gel de böyleli cümlelerin:
"aşkım'larına meşkim'lerine .. severim ölürüm'lerine inan ve evlen.."
Çarpık kentleşme deyi bir şey var ya hani, âhir vakitte ilişkiler de çarpılacak muhakkak! Önünü almak mümkün mü..
Verilen sözleri..bir sözcük vardı da buraya da bana da yakışmıyor. Sözün eri olamamak kadın için de erkek için de övülecek mesele değil. Oysa utanan kim..Bir halife hanımından boşanmak isteyen -yaşı da vardı oldukça- bir beye diyor ki "ahde vefa yok mu sende".. Bir de ahit vardı değil mi Hem Hak katında hem kanun huzurunda...
Eşe sevgi saygı için.. Ayrıca koşul mu aramalı. Benim mesleğim çok iyi ve çok da iyi kazanıyorum deyi ben “eşimin sofrasını kurmayayım mı, çorabını havlusunu sormayayım mı”.. Bugün okumak da şart çalışmak da. Erkeği kadını yok bunun. Ama diğer şartları yok saymak anlamına gelmemeli bu.
Annelerimiz.. Çok genç görünmemizin, bakımlı olmamızın muhakkak kendimiz için de eşimiz için de önemi büyük. Fakat yüzüm gözüm kusursuz olsun deyi çocuğuma edep ahlâk anlatıp öğretemiyorsam.. Bugün bir tokat yüzünden yollara düşüyorsam.. Gel de böyle bir dünyaya ağlama..
Uzaya yol yapıyorlar biliyorsunuz, uzaya gidip geliyorlar krallar var paradan çok denizde kum yok.. Yeni hayatlar aranıyor, astronomi bilimcileri, zoologlar da belki.. Su buz bilimcileri herkes başka yerde başka gezegenlerde hayat arıyor. Kıyamet’e inanıyorlar çünkü –din olsa da olmasa da-. Dünyanın yaklaşan bir sonu olduğuna inanıyorlar, biz son milletin felaketi diyoruz diğerleri dünyanın yaşam süresi dolmakta diyorlar.. Hayat arıyorlar, 10-30 yıl sonra belki yoklar ama gelecek kuşakların dünya gibi bir yerde hayatları olsun istiyorlar.
Bilime ve de ilimcilere saygımız sonsuz, emeklerine görüş ve tüm önerilerine sağlıklı yaşam için köyleri örnek gösterenlere de… Harfe minnetimiz tâ Hz. Ali’den gelir, yeni değil.
Lâkin!
Bu ne perhiz ne lahana..deyi devam etmezler mi görenler? Burada tüm dünyada kuşa böceğe bile –anlayacağı dille- kime isterseniz sorun “herkes çok barışçıl bir edâ ile mes’ut bir hayat diliyorum” deyi noktalar söylediklerini.. Bu dünya onun da değil mi? Zürriyeti dâhil değil mi? Dışarıda vuran vurulan ondan değil mi?
Şehir bugün tek yaşam alanı. Kalabalık ve de.. Nefes alınacak kadar yer yok sokaklarda ama bizler çok saygın hayatlar diliyoruz.. Arabamızın camı kırılıyor, halkımız bir ağaç deyip yıkmadık sokak kırmadık kapı pencere bırakmıyor.. bizler gelecek kuşaklardan ümitli olduğumuz hususunda diretiyoruz..
Ahlâk bilgisi dersleri kaldırıldı mıydı seçmeli mi olduydu..
Velhâsıl kelâm..dünya da kendi kaderini yaşayacak, insan gibi.. Duâ edenlerimiz çok olsun diyelim.
Çalışmanız için teşekkür ediyorum kendi nâmıma. Hani kader elbet yaşanıyor da arada böyle “ne oluyor, ne yapıyoruz, ne bu dünyanın hâli..” dedirtecek satırlar okumak muhakkak gerekli. Yalnız.. Havin söylemezse olmaz.. Yer yer anlatım bozukluğuna rast geldim, bir okuyuşta görülen hâlden.. Ama hakikaten emekle yazıldığı belli..
Güne gelmiş olması da önemliydi benim için.. Çokça kişiye ulaşmasına vesile..
Esen kalın.
**Havin_** tarafından 8/14/2013 9:57:06 AM zamanında düzenlenmiştir.
Bekir Bey;Eseriniz mükemmel bir sosyal yaşam analizi olmuş...Eskiler dediğimiz,gelenek ve görenekleriyle mutlu hayat sürenlerin tabiridir bu"Bir yastıkta kocamak"Mana olarak derin ve bu deyime de vefa gösterircesine yaşarlar bir yastıkta dedelerimiz,ebelerimiz...Acizane,mesleğimin malzemesi insan olduğu için,sosyal hayatı gözlemlerken,eserinizdeki kahramanlara ve onların tam tersi mutlu yaşayanlara sık rastlarım...Benim de Rahmetli Anneannem,işte bir yastıkta kocayan o nadir kadınlardandı...Şiddetle karşı çıktığım erkek sopası olayına iki çarpıcı örnek vermek istiyorum ki,şaşıracaksınız,enterasan olması bakımından...dedem,birgün ekmek çıkınını geç getirdi diye,ebeme üvendire dediğimiz,uzun çomakla vurmuş...(sadece bir tanesi bu)ebem bayılmış orada...Anlatırken,asla beddua okumaz,Rahmetli böyle yaptıydı birgün dedi ve güldü...Ömrünün sonuna kadar hep rahmet okudu dedeme...Eşime de hep nasihat verirdi..."Ben yedi kere doldum,yedi kere boşaldım"dermiş...Fakirlik ve zenginlik açısından..Dedem için de anneme,arabanın yükü koca öküzün sırtında diye,ev idaresinin ağırlığını kasterdermiş...Birgün,uzman bir doktora göğüs filmimi gösterirken,içeri hızla bir nine girdi ve kızım şu filmime bak da ben gideyim dedi(Elinde de yetiştirdiği ceviz,kuru fasülye cinsinden hediyeler vardı torbalarda)Doktor hanım müsaade isteyip filme bakarak,omuzlarınızda kireçlenme var anneciğim,dedi...Nine ne derse beğenirsiniz...:O lekeler,Rahmetli dedeninizin sırtımda kırdığı çomak izleridir,dedi...donup kaldık...Hem de Rahmetli diye yad edilen bir koca..!Çok enterasan olaylardan birkaçı bunlar...
Eserinizdeki konuyu günlerce konuşsak az bile...Psikologlar ve evlilik danışmanları tıklım tıklım ve her geçen gün artıyor boşanmalar...sorun büyük ve acı...Aslında reçete belli ama,ne yapalım ki,batı batı diye aldık herşeyi...İnsanoğlu mutsuz...İnsanoğlu yapayalnız...Proplem büyük...Aklı başında herkese büyük görevler var...Önce örnek aile olmak,sonra,çevremizden başlayarak bişeyler yapmak...
Tebriklerim,acil ve çok önemli bir sosyal yarayı masaya yatırmanıza ve eserinizin,günün yazısı seçilmesinedir...selamlarımla...
Ne çok Ayşegül'lerimiz var hayatın içinde..Gittikçe çoğalan öyküler ,bizden ,gerçek .Aile kurumu üzerindeki eksik politika bir nedeni bu sorunun ,ama en önemli nedeni de birey olarak bizleriz..Kıssa gibi öyküydü okuduğum ama ne kadar hissemizi aldık bilemiyorum..Kutluyorum var olsun kaleminiz.
Başta iyi giden evlilikler özellikle erkeklerin aileden gelen görgü ve düzenleriyle, yani eşine de kendinde
gördüğü ayrıcalıkları tanımadığından bitme noktasına geliyor.
Oysa iki taraf da çalışıyorsa aile içindeki ortak yaşam dengelenmelidir. Sözgelimi sabah aynı anda evden
çıkan çiftlerden biri gece çocuk bakmaktan bezgin ve yorgun, diğeri ise bilgisayar başında oturup eşini
görmezden geliyorsa bu evliliğin er- geç biteceği bellidir. Zira burada böylesi bir boşanma oldu.
Tebrikler,
hayatın içinden sade yazılmış, anlamlı bir öyküydü..
Selâm ve saygılar..
Yaşam koçluğu Seminerinde doktorumuz; bundan elli yıl sonra aile hayatı diye bir kurum kalmayacak, boşanmalar hızla artıyor demişti. Yazınız bu konuşmayı hatırlattı bana.
Çevremde tanıdığım çiftlerde gözlemlerimde aynı doğrultuda; çalışan ve maddi kazancı kendisine yetecek durumda olan bayanlar, beylere müdara edecek bir yanları kalmadığı için bir çırpıda boşanma eğilimindeler. ''Analı- babalı yetimler'' çoğaldı. Evlatlarımız anne baba kanatlarından ikisine de ihtiyacı varken malesef tek kanatla uçmaya çalışıyor:(
Uçamadıkları içinde aklen, fikren, kalben, bedenen ve psikoljik bir sürü kötü alışkanlığa bulaşabiliyor. Geleceğimizi emanet edeceğimiz sağlıklı nesiller yetiştiremiyoruz!
Evlilik nedir?
Anne, baba olmak ne demek?
Çocuk ne demek?
İnsan yetiştirmek ne demek?
Hayatın gayesi nedir?
Gençkızları çok donanımlı yapalım derken iyice yalnızlaştırdık. Delikanlılarıda iyice tembelleştirdik. Güç dengeleri bozuldu sanırım. Evin reisleri bayanlar olmaya başladı ve duyguları ile hareket ederek boşanmaları hızlandırdılar.
Tanıdığım bir çift tam bu sınırdayken, şirketin iflası ile bayan işten çıkarılmıştı. Şu an çok mutlu bir evlilikleri var ve diyor ki; şimdi eşimin kazancı da çok bereketlendi, fuzuli bir sürü harcamalardan kurtulduk.
Hem kanseri yendiler hem boşanmaktan kurtuldular hemde çocukları ''analı -babalı yetim'' kalmadı.
Erkek Devlet'tir, Kadın Yurt'tur.
İnsanlar birbirinin tamamlayıcısıdır. Hepimiz birbirimize yapbozun parçaları gibi bağlıyız. Herkesin birbirinden alacağı nice güzellikler ve güçler vardır.
Gençliğine güvenip yuva yıkan nice yaşlılar ve hastalar yalnızlığa mahkumdur şimdi!
Teşekkür ediyorum Bekir bey, yazınız; sade, sürükleyici, içten ve nasihat içerikli olmuş.
Saygılarımla.
Günümüz aşklarının,evliliklerinin hazin sonuna ilişkin dramatik bir hikaye.Günümüzün eğitimli modern insanının geçmiş zamanlardaki sağlam aile yapılarının temel taşı olan saygı,sevgi,hoşgörüyüde rafa kaldırmadan iki tarafında gayretiyle evlilik birliğini korumaya çalışması gerekli diye düşünüyorum.Hem evli olalım hem özgür bekar gibi yaşayalım sorumluluk almayalım bunların hepsi bir potada erimiyor tabiki.Kaleminize sağlık,teşekkürler.