- 656 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
O Çocuk Halin
Onca yıl geçmişti. En son görüştüklerinde saçları upuzun akıyordu şelaleler gibi, incecik beline doğru. Şimdiyse anca değiyordu omuzlarına: Okşarcasına, belli belirsiz… Kendini delice bir akışa bırakıp koyvermeyi simgeleyen bir görünümden kurtarmak istemişti belki de saçlarını böylece. Onu görenler tanısın tanımasın anlasın istemişti, öyle kolay kolay koyvermeyeceğini kendini akışa. Ve içindeki o koskocaman kayayı görmelerini belki… Kimi zaman dalgalar ona unutturur gibi olduğunda olduğu yerde kalmaya devam etmesini gerektiren şeyleri, azgın sulara kapılmamak için sıkı sıkı tutunduğu… Sertliğiyle güveni, kalıcı olmayı simgeleyen…
Sadece tahminden ibaret bu düşüncelerle ona yaklaşıp onca yıl hiç geçmemişçesine bir aşinalıkla merhaba diyebilir miydi? Yollar ayrı ayrı uzar giderdi. Kimi zaman kesiştikleri de olur, sonra yine ilerlemeye devam ederlerdi kendi hedeflerine doğru. İki yolun kesişmesi ille de ortak bir nokta olduğu anlamına gelmezdi yani. Kesişen iki yol çok farklı yerlere de çıkabilirdi pekâlâ.
Bu rastlaşmanın ortak hedeflerden mi ileri geldiğini, yoksa sadece öylesine bir tesadüf mü olduğunu çözmek adına her türden tepkiyi göğüslemeyi göze alarak ilk adımını atmıştı bile.
Ünlü bir yazarın imza günüydü. Göz göze geldiklerinde ellerinde sıkı sıkı tuttukları kitaba kaymıştı hemen ikisinin de gözleri. Kitabın kapağı benzerliklerinin bir itirafı gibiydi sanki. Utangaç bir pembe yerleşmişti yanaklarına ikisinin de. Sanki farklı olduklarını haykırmak için araya soktukları onca yıl bir anda sert bir rüzgâra karışıp gitmiş, giderken de az ötelerindeki yazarı bile unutturacak kadar birbirlerini yaşamlarının en orta yerine savuruvermişti bir anda.
Sadece biten bir arkadaşlık söz konusu olsaydı, çok da üzerinde durmazlardı bu karşılaşmanın. Havadan sudan iki laf edip ellerindeki kitaba yönelir, hayatlarından çıkarmak istedikleri birinin yıllar sonra yeniden kapılarından süzülüvermesini bir oldubittiye getirmemek için var güçleriyle tutunurlardı ellerindeki şeye. Mesela yazarın çekici gülümsemesinden söz açar, konuyu aralarındaki durumdan bambaşka bir noktaya çekerlerdi böylece.
Ama akrabalık vardı işin içinde. Zihinlerde hiç kaybolmayan çocukluktan kalma bazı yankılar… Neden çocuk sesleri diğer sesler gibi uçup gitmezdi ki belli bir zamanı aştıktan sonra? Neden o kadar güçlü tutunurlardı bir zamanlar kök saldıkları ruhlara? Bu yüzden çocukluk arkadaşlıkları da tıpkı akrabalığa benzerdi. Başka arkadaşlıklar gibi hafif bir esintiye bakmazdı çekip gitmeleri, arkalarına bile bakmadan.
“Bir kitabını gizlice almıştım, hatırlıyor musun?” dedi kuzeni, aradan o kadar yıl geçmemiş gibi son derece teklifsiz bir ifadeyle. Aralarında birkaç adım kalmıştı sadece.
“Pollyanna…” diye karşılık verdi gülerek. “O iyi kalpli kız aramıza nasıl girdiğini bilseydi üzüntüden yataklara düşerdi herhalde. O kitap yüzünden haftalarca konuşmamıştık.”
“Sen iyimserlikte onu hiç aratmıyordun. Ben de feci sinir oluyordum buna. Bu durumdan o kitabı sorumlu tutuyordum. Onu yok edersem benim görebildiklerimi fark etmeni önleyen o perdeyi de yırtıp atabilirim sanmıştım.”
“Ama sonra geri getirdin kitabı.” dedi, kendisini kaybetmektense onaylamadığı biri olarak da olsa yaşamında var olmasını yeğleyen o tatlı, küçük kızın körpecik yüzünü hatırlayarak birden…
Yakışıklı yazarın önünde uzanan, çoğunluğunu genç kızların oluşturduğu kuyruk, bir yerinden içine dâhil olmazlarsa asla sonlanmayacak bir uzunluğa erişecek gibi göründüğünden daha fazla oyalanmadan, sessiz bir anlaşmayla sonuna ekleniverdiler usulca. Ama o an akıllarındaki belki de en son şeydi yazarın masmavi denizlere benzeyen gözleri.
Ellerindeki O’na ait kitap içinse aynı şeyi söyleyemezlerdi kesinlikle. Yıllar önce, küçük birer kızken onları kısa bir süre için de olsa ayıran o kitap gibi, şimdi orta yaşın eşiğinde iki kadın olarak yıllar sonra birleştiren de yine bir kitap olmuştu çünkü: Artık yanakları pembeleşmeden tutabildikleri şu an ellerinde…
“Ne tuhaf!” dedi anca duyulabilecek bir sesle. “Görüşmeyeli o kadar uzun zaman geçti, bahsettiğin ilk şey çocukken aramızda geçen bir durum oldu. Paylaştığımız tatlı tatsız onca şey arasından bir tek onu seçip çıkardı belleğin.”
“Akrabalık ya da dostluk fark etmez, böyle aralar biraz da gerekli aslında. ” dedi kuzeni, sanki bu soruya hazırlıklıymış da cevabı çok önceden saklı tutuyormuş gibi içinde. “Geçip giden onca yılın ardından ne kalmış o insana dair, anlama imkânı buluyorsun bu süreç içinde… Ve şunu görüyorsun: O şahsın, senin yaşamında kalmasını gerektirenler mi daha baskın, yoksa çekip gitmesini gerektirenler mi?”
“Peki, sende hangi taraf ağır basıyor benimle ilgili?” diye soracaktı ki birden cevabı zaten bildiğini fark etti. Eğer birini yıllar boyu görmediysen ve o biri günün birinde seninle karşılaştığında aklına gelen ilk şey senin çocukluğuna dair bir şeyse doğru taraf ağır basıyor anlamına gelirdi bu. Çünkü seninle ilgili diğer hiçbir şey o çocuk halin kadar seni tanımlamıyor demekti bu bir bakıma… Kirlenmemen demekti, büyümene yetecek kadar.