- 1549 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Yaşlanıyor muyum Ne?
Ne zaman başladığını tam hatırlamıyorum, ama son yıllarda biraz daha sulugöz oldum gibi sanki..
Çocukken taş kafaymışım,ona buna kafa attığımda “maşallah taş gibi kafası “ dediler diye arada annemin sandık üzerine dizdiği yer yataklarına, bayramlarda serelim diye rulo yapıp kapının arkasına diktiği halılara, hatta çok abarttığımda oda kapılarının kasalarına, tabi elimi alnıma koyarak kafa atarmışım..
Annem, yatak yorgan kümesinin örtüsünü bozduğuma mı yoksa, tam hatırlayamıyorum “Bu çocuk kafasını çok vuruyor öteye beriye, aptal olacak” diyenlerin dolduruşuna mı kızardı, arada cezalandırırdı..
Kafama vurmazdı ama, kolumun etli kısmına düğüm atmaya çalışırdı..
Hiç yüzümü buruşturmuyorum diye de “Bu oğlan dokuz canlı galiba” diyerek hayıflanırdı..
Okulda aşıdan hiç kaçmazdım,hatta iğnenin üstüne üstüne giderdim meydan okur gibi,ön sıradaki beyaz yüzlü kız başta olmak üzere diğer çocuklara karşı tartışmasız üstünlüğümü kabul ettirmiştim bu konuda.. Tam iğnenin dalma anında, sıradaki çocuklara bakarak “Leventtt benden sonra sıra sende oğlum” diye bağırırdım..
Her ne kadar sünnette yüzümü buruşturduğum bir resmi hala en az okunan bir kitap arasında saklasam da diğer çocukların salya sümük resimleri karşısında cesurluk abidesi olarak bile sayılabilirdi benimkisi..
Kötü bir şey bu ağlayamamak aslında..
Onca ağır hastalık döneminde herkes gizli açık gözyaşlarına boğulurken, babama dahi ancak kefenin ayakucundan tutup mezara indirdiğimde ağlayabilmiştim..Dirisini de ölüsünü de artık göremeyeceğimin ancak ayrıdına vardığımda..
İki gün sonra Urfa şantiyesine giderken yan koltuktaki amcaya anlattığımda da tutamamıştım kendimi, ne oluyor bana diyerek sorgulamıştım kendimi bir müddet, uyumak için hayatımda ilk kez yorganı başıma çeker olduğum o sıkıntılı dönemde..
Hayat sizi öyle bir öğütüyor ki, geriye dönüp baktığınızda hayatınızı karartmış olması gereken üzüntüleri nasıl atlattığınıza şaşıyorsunuz..
Geçenlerde beni gördüğünde duraklayıp,sonra hızla kaçan sol gözü akmış küçük kediye kim bunu yaptı diye gözlerim dolduğunda aklımdan geçirdim bütün bunları..
Daha annesiyle, kardeşleriyle alt alta üstü üste oyunlar yapacak, bir sokak köpeğinden kaçarken arabanın altına gizlenecek, belki de kuyruğu yukarıda çöp konteynerlerinin dibine kafasını uzatıp karnını doyurmaya çalışacaktı, tek gözüyle ne kadar olursa..
Sokağa çıkan çocuğunun yakasını boğazını düzelten, şapkasını kulaklarından aşağıya çekiştiren, ayakkabısının bağcıklarını itinayla, takılıp düşmesin diye pabuçlarının içine tıkıştıran annenin endişesi niye gözlerimi doldursun ki durup dururken şimdi?
Özürlü çocuğunu kucaklayıp, güneşli bir İstanbul öğlesinde arabadan sahile taşıyan, beraberce oltalarını denize sallayan babanın ellerine niye hıçkırıklara boğulup sarılma isteği duyayım ki?
Hani insan alışınca kanıksardı? Niye madem her şehit cenazesi görüntüsünde tabut sıvazlayan elleri gördüğümde tutamıyorum kendimi?Teselli vermeye çalışan komutan gibi göz yaşlarımı içime akıtmayı niye beceremiyorum da, yüreği kavrulan babaya faydası olacakmış gibi yanaklarımı beyhude ıslatıyorum ?
Kesin, bir tuhaflaşıyorum ben gün geçtikçe..
Neredeyse koca bir bahar birlikte yaşamış,tomurcuktan hazan sarartmalarına kadar hemhal olmuş yaprağın,ağaçtan ayrılışına niye şiirler yazıyorum? Başka bahar yokmuşçasına sanki..
Hani söylenir ya hep, insan yaşlanınca daha bir duygusal olur diye..
Niye ki?
Göz pınarlarına su taşıyan isale hattı ancak kırk ellili yaşlarda mı tamamlanmış oluyordu ki? Ya da Kerkük’ten pompalanan petrolün iki ayda Yumurtalığa ulaşması gibi bir şey miydi bu? Çabucak hayatın başka boğuşmalarına dalıp içinde bulunduğum zamanı unutmadığımda düşünürdüm, ağlayabilmek için acaba erken doğmuş bebeği kuvözde geliştirmek gibi insanı da gençlikte “yaşlandırma” ünitesine mi bağlamalıydı ?
Beni bağlayan olmadı sahi öyle bir makinaya..
Öyleyse?
Yoksa, yoksa yaşlanıyor muyum ben?
Eyvah..!
erol başçı
YORUMLAR
Çabucak hayatın başka boğuşmalarına dalıp içinde bulunduğum zamanı unutmadığımda düşünürdüm, ağlayabilmek için acaba erken doğmuş bebeği kuvözde geliştirmek gibi insanı da gençlikte “yaşlandırma” ünitesine mi bağlamalıydı ?
Beni bağlayan olmadı sahi öyle bir makinaya..
Öyleyse?
Yoksa, yoksa yaşlanıyor muyum ben?
Eyvah..!
Evet Hocam yaşlanıyoruz galiba.
Harika bir yazıydı.
Erol Başcı şiirlerinde alıştığımız lezzet düzyazıda da damak tadımızı yineledi.
Saygılarımla.
Gözlerinizi dolduran olaylar bennim de gözlerimi doldurdu.
Güzel bir yazıydı...