- 375 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ben Kendim Okurum
Ben Kendim Okurum
Yıl bin dokuz yüz yetmiş yedi, bin dokuz yüz seksen iki arası…
İlkokul tam beş yıl sürdü. Torpilli olmasam hala ilk okul sıralarında olmasa da sıra üstünde oturarak ders dinleyen, hala sorulara yerin çekim gücüne saygısından dolayı parmak kaldırmayan ve ders çalışmanın salakça olduğunu düşünen bir öğrenci olabilirdim. Toplam beş yılda on iki öğretmen değiştirme rekoru kıran biri olarak, hiçbir öğretmene ısınamadığım gibi hiç birinin adını da hatırlamıyorum. Tek hatırladığım dayak yerken eşeğin sudan gelmesini beklememden ibaret. Öğretmen dövmekten yorulmasa, teneffüs zili çalmasa, başka dayak yiyecek arkadaşlar olmasa ve sadece eşeğin keyfine kalsak ne ben bu klavyeyi tuşlayabilirdim nede siz bensizliğin farkında olurdunuz.
Ayıca eşşoğlueşşeğin suya gittiği falan da yok. Ortada eşek gören hiç yok! Bir zamanlar öyle bir eşek varsa bile çoktan firar etmiş. Bunun farkında olmayan öğretmenin bana ne faydası olacak?
Tembel bir öğrenci döverek çalışkan yapılmaz ki. Hem öğrenci tembel ise o kadar çalışmak yerine dayak yemeği her zaman tercih eder. Hiç anlamadığım dersler için o kadar kafa yoracağıma öğretmen benle uğraşsın; dayak atarken o benden daha çok yoruluyor. Ben çalışmamamın bedelini yanaklarımın kırmızılığıyla, kulaklarımın kepçemsi bir hal almasıyla ödüyorum. Öğretmenim, aç parantez öğretmenlerim demek daha doğru zırt pırt değişiyor kapa parantez, buradan kendine hiç pay çıkarmıyor. Belki ben geleceğin Aynştayn’ı olacağım belki dersi sen anlatamıyorsun, belki sen bana nasıl öğreteceğini bilmiyorsun. Neden hep öğrenciye yükleniliyor? Kırk kişilik koca sınıfta iki tane çalışkan öğrenci olması, otuz sekiz kişilik tembel öğrenci grubunun hatası olamaz. O her sınıfta gözlemlenen birkaç inekimsi tipler. Bize o iki inekimsi tipi gösterilip onlar gibi olmamız söyleniyor. Ulan biz otuz sekiz kişi o iki ineğe örnek olamamışsak o iki kişi bize nasıl örnek teşkil etsin!
Net olarak hiç unutamadığım şey, okulun son günü sınıfı geçer notla geçerek diploma almamdı. Diplomayı bir elime alıp esaretimin bitmesi ve özgürlüğe kavuşmamın sevincini hiç unutamam.
O dönemin tek katlı bir gecede konuşlandırılmış bir evin önünden geçerken okul çantama gerek yok artık diyerek evin damına fırlatıp attım. Çantayı birinin damına koymuş, çüküm testislerime denk oynaya zıplaya geldim eve. Verdim anneme İlkokul’dan azat edildiğim belgeyi.
Ben iş hayatına atılıyorum; bundan sonraki okuma durumum hobisel kıvamda çükündürük şeyler olma ihtimali yüksek; bunun için devletin öğretmenini meşgul etmenin salakça olacağını söylerken... Saadete gelinmesi istenen bir soru gelir.
Ortaokula gitmeyecek miymişim?
Okul bitti. Okul falan yok!
Hem okumanın sonu yok ki? Başı var, ortası var. Ama sonu yok! Hele Üniversite için en az dört seneni ver, bu yetmedi tezini ver, vermişken şurada ki doktora da ver. O kadar sene bunun için mi okunuyor?
Okumasını öğrendim. Bundan sonrasını ben halledebilirim. Öğretmen benim. Ne okuyacağıma kim karışır? Yok modern matematikmiş, yok fenmiş, yok sosyal bilgilermiş, müzikmiş. Ben ne istiyorsam onu okurum. Kapı gibi ilkokul diplomam var hiç kimse orta okula gitmem için bana baskı yapma hakkına sahip değil. O dönemler böyle söylendiğinde bundan bir bok olmaz verelim bir yere meslek öğrensin denirdi. Benden bir bok olmayacağı düşüncesinin üstüne sifonu çekerek kapatıyorum okul konusunu.
Okuma öğrenmişim boşuna gitmesin bir şeyler okumak lazım. Beş yılımı verdim boru değil.
Gidiyorum gazete bayine ver bir gazete diyorum, alıp okuyorum, ertesi gün tekrar gittiğimde okuduklarımdan dolayı beni sorumlu tutup yazılı, sözlü gibi gereksiz şeylerle beni sıkan kimse olmuyor. Okuyorum işte kafama göre, anlamıyorsam benim salaklığım, Ayrıca ben TAN gazetesi okuyorum. Tam benlik bir gazete; bir sürü çıplak hatun fotoğrafı var, fotoğrafın altına bir şeyler yazılması zorunlu olduğundan bir şeyler yazılmış. Hatun dört ayaklı cıbıl bir şekilde poz vermiş, altındaki yazıda, “boruyu döşettim” yazmakta, daha detay okursan hatunun evindeki su borularının patladığı tekrar döşettiği, döşetmekten zevk aldığı gibi okuyanı aydınlatan detay yazılar var. Gayet gözümlenesi bir gazete, her gün alınıyor gayet düzenli okunuyor daha farklı amaçlar için kullanan abiler var. Fakat ben henüz o aşamaları gelememişim. Ben henüz çükümün keyfine okur bakar durumlardayım, büyük abiler bakar çeker durumdalar.
Başlıyorum eniştemin Kapalıçarşı’daki iş yerine çırak unvanıyla. Tamamen bitiyor gereksiz okul müfredatı.
Hoş gelmişim, burası dünyanın en büyük Kapalıçarşı’sıymış, içinde üç bin altı yüz dükkan varmış. Tüm dünyadan turistler mutlaka buraya gelirmiş, zamanla satacak kadar tüm dilleri öğrenecekmişim, yabancı sevgililerim olacakmış, ticaretin de tam kalbiymiş burası…
Ama şunu asla unutma diye son söz söyleniyor buraya “KAPALIÇARŞI ÜNİVERSİTESİ” denir.
Hassiktir ya!!! Diyeli otuz yıl geçmiş...Ve bu yazı, iki bin on üç yılının Temmuz ayının yirmi altısında o üniversiteden yazılmıştır.
Temmuz 2013
ABDAL YAZILAR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.