- 508 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ENDİŞE-3
İşte yine buradayım, merhaba… Voltaire benim peşimi ben de sizin peşinizi bırakacak değilim. Kaldığımız yerden devam… Şu “niyeti bozuk” adama bakın. Onaltıncı Lui tahta çıktığında çocuktur henüz ve ülkeyi kral adına Naip Philippe yönetir. Hani şu Marie Antoinette’in “halk ekmek bulamıyorsa pasta yesin” dediği hatunun kocası… Halk yoksulluktan bitap düşüp açlıktan kırılıp geçerken, naibimizin aklına harika bir çözüm gelir. Öyle ya, halk açlıktan kırılıp giderken koca kral yamağı naip oturup seyredemez ya, aklına dâhiyane bir çözüm gelir. Sarayın çiftliğinde sayısız eşek beslenmektedir ve naibimiz halkın açlığına kayıtsız kalmadığını göstermek için “çiftlikteki eşeklerin yarısının” satılmasını, böylece sarayın masraflarının düşeceğini el âleme ilan ederek “devlet adamlığının” parlak örneğini sergiler. Ertesi gün Fransız basınında Voltair’in demeci patlar: “ “Çiftlikteki eşekleri satacaklarına, sarayı eşeklerden temizlesinler”… Tabi malumunuz olduğu üzere Voltaire ertesi gün Bastille zindanlarındadır. Eşekliğin tarihini yazanlar Voltair’in “Saray Eşekleri” ile “Davar Eşekleri” arasında küçük nüans ayrımların olduğunu, Saray eşeklerinin babalarının Davar eşekleri olduğunu, Davar eşeklerinin saray eşeklerini sırtında taşımak için aralarında kıyasıya rekabete girdiklerinin, Voltaire’nin bu görüşünün bilimsel olarak ispatladığın yazarlar. Ancak, kuşkusuz mayanın her iki eşek cinsinde de aynı olduğu tartışmasızdır. Davar eşekleri saray eşeklerini sırtında taşıyarak kendilerine efendi yapmışlardır diyerek de “efendiliğin” tarihini veciz biçimde açıklamıştır. Voltaire’nin bu tespitleri bütün zamanların efendisi eşeklerin dikkatinden kaçmamış, sonunda müstahak olduğu zindanı boylatmışlardır. Siz siz olun aman eşek deyip geçmeyin, itaat esastır.
İşte size anlatmaya çalıştığım “adam olmazlığın” tipik örneği budur. Oysa elinde ne fırsatlar vardır, Allah herkese nasip etsin ama bu adam “adam” değil ki bunun kıymetini bilsin. Ulan sen Voltaire’nin, yellensen para, ün, şan, şöhret… Dünyada imanını, ahrette kuranını-pardon İncilini- istesene… Dünyalığına dünyalar kat, kiliseye git, papazlar kadar ağzın laf yapmıyor mu, lafın dinlenir, sözün ezberlenir… Şöyle bir “İncil’e bağlı dindar gençlik yetiştirmeliyiz” de. Söyle ki Bastille zindanına kapatılana kadar billur köşklerde dem sür. Üstelik öbür dünyan için Endülijans’ın cebinde, cennetin köşesinde bir İrem… Bizim gibi cennetten tapu almak için sıraya bile girmeyeceksin, tapun da hazır. Amma ve lakin yaşamın boyunca sergilediğin “adam olmazlığın” dik alası seninle gitmedi, o insanın başını belaya sokan mirasın ayrık otu gibi kaç yüzyıldır saraylıları tedirgin ettiği gibi sarayın eşeklerini de huzursuz etti… Tanrı taksiratını affetsin. Şimdi bu adamın “adam olmazlığının” yaşadığı çağ Fransa’sında “büyüyünce adam olacağı daha bebekken şeyinden belli olanlar da yaşamaktadır elbet… “İyi aile çocukları”… Bu realitenin sakın yalnızca Fransa ile sınırlı olduğunu düşünmüyorsunuz değil mi?. Elbette düşünmeyeceksiniz, o kadar da eşek değilsiniz ya… Başka başka diyarlarda yaşayan âdemoğulları huyları ve suları aynı olduğundan “adam olmak” ve “ adam olmamak” ikilemini birbirlerine kırmızı görmüş boğa gibi gözlerini kızartarak, meydan okuyarak ama asla el sıkışmayarak yaşaya gelmişlerdir. Mesela “Anamı şeeyt… Hayır duamı al” veciz sözünü sizi sıkmadan anlatayım. Ülkenin birinde iktidar erbapları durmadan vergi salarlar halka ve her vergi toplama işinden sonra halkın arasına danışmanlarını gönderirler ki halkın nabzı ölçülür. Buğdayın yarısı alınır… Tepki yok, memnuniyet göklerde uçuyor. İki öküzden biri alınır, tepki ne kelime… “Padişahım çok yaşa, kralımız çok yaşa”… Bulgur bölünür, bulamaç bölünür, sofraya koyacak zeytin kalmaz, peynirin adı unutulur… İki çarıktan birisi, üç sırıktan ikisi… Tepki yok, yok, yok… İktidar erbapları işkillenmeye başlarlar. İki yakayı birbirine bağlayan köprünün her iki başına birer ızbandut koyarlar. “Geçenden beş akçe, geçmeyenden on akçe”… Vermeyen yoktur ne kelime, verdikçe hoşlanırlar… (Sakın yanlış anlamayın, yani akçeleri verdikçe demek istiyorum). Bu kez köprünün başındaki ızbandutların görevi değiştirilir… Köprünün her iki başından girenler kadın, erkek, kız, çocuk, yaşlı denmeyecek ve “düzülecektir”… Izbandutlar iş başında… Terin suyun içinde kalırlar, ağır işçilik ne de olsa… Köprübaşları bayram yeri… Millet ızbandutların önünde sıraya girerken izdiham yaşanır… iktidar erbapları yeniden danışmanlarını gönderir ki “gidin bakın bakalım, bu sefer tepki nedir?... O da nesi? Danışmanlar pür telaş… Padişahın/kralın önünde tir tir titrerler… Kral, keyfi yerinde “hah der, bu sefer oldu”… “Kralım” derler, ahali size uzun ömür diliyor ama bir şikâyetleri var”
—Nedir, söyleyin bakalım.
— Derler ki kralımız efendimize Allah uzun ömür versin, bu uygulamayla bizi ne kadar düşündüğünü anlıyoruz ve kendilerine dua ediyoruz. Ancak bir şikâyetimiz var.
—Danışmanlar şikayet merak ederler.
— Kralımız lütfetsin, gördüğünüz gibi köprünün üstünde izdiham yaşıyoruz, sırasını savan yeniden sıraya giriyor, çok bekliyoruz, sıra gelmiyor. Şu köprübaşındaki ızbandut sayısını birkaç katına çıkarsa da beklemesek… Öyle makbule geçer ki… (Demek ki bir kez vermeye başlayınca arkası da geliyor). Bu gelenek arkaik ve modern çağın genel geçer ahlakına damgasını vurmuştur. Gördüğünüz gibi millet anasını “şey edenden” hayır duasını eksik etmiyor… Bunun günümüz Türkçesindeki veciz söyleniş şekli “Anamı “şey et” ki hayır duamı alasın.“Adam olmanın” nereden geçtiğini anladınızsa ben görevimi yaptım demektir. Olası tuzaklara düşmemeniz için “adam olmazlığın” da bir örneğinden bahsetmek gerekmez mi –ki size ders olsun-.
İlk çağların bütün iktidar gücü kimin elindedir ”… Tanrıların… En büyük iktidar gücü kimdir”… Tanrı Zeus… Olimpos sakini… Dizginlenemez, gem vurulamaz bir hırs, çirkin bir bencillik, hırs ve çıkar… (Adam olmanın kutsal kaynağı: Çıkar, hırs, bencillik, ihtiras…) Yer gök, toprak deniz, yağmur rüzgâr… Zeus her şeydir ve her şeye hükmedendir. (Burada Güray Öz devreye girip, lafı ağzımdan alıyor).
Zeus, ırmakların tanrısı Asopos’un güzel, ay parçası kadar güzel kızı Aygina’yı görür de durur mu?. Lâkin karısı Hera az melanet değildir ama Zeus onunda bir çaresini bulur elbette. Kartal kılığına girerek Aygina’yı kaçırır. Hera numarayı yuttu ama Zeus’un kartal kılığına girerek Aygina’yı kaçırdığını Sisifos gördü. Sisifos, efsanede hani, mızraklarıyla, yarı tanrılarıyla, kılıçlarıyla fethedemedikleri Troya’ya tahta at hilesiyle giren Odysseus’un babasıdır. Sisifos, kızını Zeus’un kaçırdığını Asopos’a söylemekle tanrılar tanrısı Zeus’un gazabını üzerine çeker ve Zeus Sisifos’un üzerine karanlıklar tanrısı Tanatos’u gönderir. Sisifos daha kurnaz davranarak Tanatos’u bir mağaraya kapatır ve zincirler… ( Şimdi sizin, “oh be karanlıklar tanrısı ait olduğu yerde zincirlendi, hayat daha bir güzel, yaşam daha bir aydınlık mı” diyorsunuz… İşte “adam olmazlık” da burada başlar… Oysa “ Tanrıdır, ne yapsa yeridir” derseniz, geleceğin parlak, istikbaliniz açıktır demektir). Neyse, gelelim meseleye… Her şeye kadir Tanrı Zeus durumdan haberdar oldu ve Tanatos’u mağaradan çıkarıp o “kutsal” görevine yeniden döndürür. Sisifos’u da ölüler ülkesine gönderir. Sisifos’un cezası bununla bitmez. Ölüler ülkesindeki en yüksek tepenin tabanındaki dev büyüklüğünde bir kayayı tepenin başına çıkarmaya mahkûm eder. Sisifos kayayı tam tepenin başına çıkardığında Zeus tanrısal gücünü kullanarak tekrar tepenin dibine yuvarlar. Sisifos’un azabı yıllar yıllar sürer gider. Sisifos kayayı tepeye çıkaracağına ilişkin inancını hiç yitirmedi, yalnız yüzüne oturan keder alnındaki çizgileri derinleştirdi… Derler ki insanoğlunun yüzündeki çizgilere şekil veren keder Sisifos’tan kaldı…
İmdi… Kimsiniz siz?... Sisifos mu?... Hayır, değilsiniz. Öyleyse niçin sular menevişleşmiyor, toprak niçin ayaklarımızın altında bir ölü gibi cansız… Bu tomurcuk niçin patlamaz, bu güneş niçin doğmaz, niçin hala Onbeşine basmamış kızlarımızın oğlanlarımızın dudaklarından yanık türküler eksilmez… Ya Sisifos olacaksınız tanrı Zeus’a karşı, ya da katlanacaksınız “ananızı şeydenlere”, “hayır dualarınızı” eksik etmeden. Karar sizin… O halde aynalardan uzak durun.
Saray eşeklerinin omzuna bineceği davar eşekleri başka türlü nasıl daim olabilirdi ki…