BİRÇOK GİDEN MEMNUN Kİ YERİNDEN
BİRÇOK GİDEN MEMNUN Kİ YERİNDEN
Sevgili Çengelköy, geçenlerde sabah ezanı okunurken “Çengelköy Mezarlığı”na annemi ziyarete gittim. Anacığımın ayakucunda dua ederken, aniden her taraf aydınlandı. Bu aydınlık güneşin parlaklığı gibi rahatsız edici değil, aksine rahatlatıcı ve büsbütün bir aydınlıktı. O sırada annemin arka tarafında yatan ve üzerinde ki taşta, “Çengelköy’ün 62 yıllık Hocası” yazan bir mezardan, güler yüzlü, muhlis ve aksakallı bir zat çıkıp yanıma geldi.
Bana “ evladım, ben Çengelköy’ün 1892’den 1954’e kadar, Kerime Hatun Camii Hocasıydım. Bana Çengelköy’de, ulemadan ve Vesulehandan Amasyalı Hacı Hafız Ali Şensoy derlerdi. Şimdi gel bak sana neler göstereceğim” dedi. Şöyle bir mezarlığa baktım, inanamadım. Burada herkes canlı, herkes genç ve eskisi, yenisiyle bu dünyadan göçen bütün Çengelköylüler orada birlikteydiler.
Annem eline bir faraş ve süpürge almış, mezarının etrafını temizliyordu. Ben “ anne benim Hüseyin” dediğimde, nedense bana cevap vermedi. Dokunmak istedim, dokunamadım. Hacı dede ile mezarlığı dolaşmaya başladık. İlk olarak Müstecip Ülküsal’ı gördüm, ömrünü Kırım’ın İstiklaline ve Türk Diyarına adamış. Hemen yanın da kızı Emine Ülküsal vardı. O da Kırım’ın İstiklali için yeminli, Kırım kızlarından. Hayatını Vatan Kırım’ın bağımsızlığına adamış, bir düşünürmüş.
Geçen yıl vefat eden, teyzem oğlu Tahir Fıstıkçıoğlu, bir tatlı dükkânı açmış, nurdan yapılmış tatlılar satıyordu. Elektrikçi Yusuf, mezarlığın (bizlerin göremediği) nur saçan fenerlerinin bekçisi olmuştu. Eski Çengelköy Gazinosunun sahibi “Anten Necati” ve oğlu sevgili Mümin, babasıyla beraber çarşıyı dolaşıyorlardı. Belli ki akşam gazino da satacakları, nur’dan yapılmış içkilere, nur’dan yapılmış balık çeşitleri arıyorlardı. Hayrullah amca ve oğlu Oğuz, laci takım elbiseleriyle manken gibiydiler. Temel amca orada da bir mobilya dükkânı açmıştı. Ama mobilyaların ayakları yoktu, hepsi havada durur gibiydiler. Aytaç Kotil ile tavla oynuyorlardı. Eski komşumuz Refiye Kavala’yı gördüm, beyazlara bürünmüş dua ediyordu. Baldızım Sevgi’yi gördüm, çiçeklerini suluyordu. Muammer Çındemir’i gördüm, uzanmış, eline bir salkım üzüm almış tane tane atıştırıyordu. Eşi Gülşen Hanım teyze, derede çamaşır yıkıyordu. Aramızdan yeni ayrılan, İlhan Çındemir (Dede), çimenlere uzanmış gülümsüyordu.
Sevgili Sadık Altuğ’un babası emekli polis Enver amca, şimdilerde “Boğaziçi Eczanesi” olan, ahşap evlerinin önünde, hava alıyordu. Eşi Sühendan Hanım teyze, yemek yapıyordu. Çengelköy’ün eski zıpkın delikanlılarından Sezai’yi gördüm, ipek gömleği ve jilet gibi ütülü pantolonuyla gayet şıktı. Optik Nezih ve babası Hüseyin bakkal Hüseyin’i gördüm. İkisi de tezgâhın arkasın da, nurdan yapılmış mamuller satıyorlardı. Onlara ödenen paralar da nurdandı. Sevgili Hikmet’in (Dalton) annesini gördüm. O an aklıma, anneciği gömülürken Hikmet’in hali geldi. Annesinin yüzünü ona son kez gösterirlerken, ahhhhh diye bir nara atmıştı. Biz ise parmaklarımızı toprağa sokup sıkmıştık. Oysa şimdi annesi uzun boyu ile gayet sağlıklıydı.
Biz ihtiyar dede ile mezarlıkta dolaşırken, bir de ne göreyim… İlya Usta, yanında köpeği, Lefko ve Pando (Güneş Sigortanın Bulunduğu Yerde Bostanı Olan) ve elinde tamir çantası vardı. Ben “İlya Ustanın Müslüman Mezarlığın da, ne işi var” diye düşünürken. O yanımızdan geçerken gülümseyerek, “Ne yapalım biz tamirciyiz, nereden çağırırlarsa oraya gideriz” gibilerden bize baktı. Pando’da “Oğlum Bizleri Ay’a Bile Gömseniz, Biz Yine Sizlerleyiz” der gibiydi. Fenerbahçe ve Çengelköy’ün efsanevi başkanı Hasan Özaydın’ı gördüm. Bembeyaz takım elbisesiyle, yine çok şıktı. Yanın da “ Mikro Hüseyin” vardı. Maymun Erol’u gördüm, o hafta yapılacak Çengelköy futbol takımının, kadrosunu yapıyordu. Üstlerinde iki adet Türk Bayrağı asılı, iki şehit mezarı gördüm. Dede ile beraber Asker selamı verdik. Yanımda ki dedeye “Şehitler Nerede” diye sorduğumda, dede “ onlar iki kat yukarıda oturuyorlar” diye cevap verdi. Aynı şekilde badanacı Hakkı Bey amca da, daha üst katlarda oturuyormuş.
Sevgili Erdal Göksu’nun babası, “Dayı Erdoğan”ı gördüm, bin bir çeşit silahın bulunduğu, silah dükkânında, arkadaşlarıyla hem zemzem şerbeti içiyor, hem de sohbet ediyorlardı. Ancak, dükkânda ki silahların hepsi, nurdan mermi atıyorlardı. İlkokul öğretmenimiz Resul Hocayı gördüm, elinde nurdan yapılmış bir mandolin çalıyordu. Öztürk Serengil’i gördüm, başında o meşhur şapkasıyla gülümseyerek, etrafa bakıyordu. Çiçekçi Mustafa abiyi gördüm, gül bahçesinde gülleri buduyordu. Güller, bu dünyada tatmadığım bir şekilde, mis gibi kokuyordu. Otoparkçı Ferit’i gördüm, gül şerbeti satıyordu. Sevgili Ömer Beker’in babası Ali bakkalı ve oğlu aygaz Mustafa’yı gördüm. Ali bakkal dükkânın arka tarafında, bir arkadaşıyla gül şerbeti içerken, aygaz Mustafa müşterilere bakıyordu.
Sevgili Şenol Şen’in babası, “Kanun Mehmet”i gördüm, beyaz renkli uzun bir masada, beyazlara bürünmüş, 8–10 kişi ile toplantı yapıyordu. Eski Çengelköy Muhtarı ve manavı Niyazi amcayı ve oğlu Bülent abiyi gördüm, yine manavlık yapıyorlardı. Köfteci Recep ustayı gördüm, üç tekerlekli arabasıyla, bu kez nur’dan yapılmış pilav ve zemzem suyundan yapılmış zerde satıyordu. Köpekçi Taner’i eşofmanlarını giymiş, koşarken gördüm. Tır şoförü “Arap İhsan”ı gördüm, beyaz takım elbisesi ile “Ayhan Işık”a benzemişti. Eski Çengelköylülerden, “Arap Apti”, “Mete ve Leyla Cumhurcuyu gördüm, Leyla abla sanki bana “Ulan Burada da mı Buldunuz Bizi” der gibi bakıp, gülümsüyordu. Yeni sinemanın sahibi Turan Togar ve damadı, “ Şişli Belediye Müdürü, “Veysel abiyi gördüm. Hiçbir şey değişmemiş gibi genç ve yakışıklı idi. İkisi beraber, bir bar açmışlar, nur’dan yapılmış içki satıyorlardı. Eski Çengelköy İskelesinin yanında ki, büfenin sahibi Niyazi amcayı ve oğlu “Simon Taner”i gördüm. Niyazi amca yine, gazeteleri bebek arabasına yüklemiş, Çengelköy’ü dolaşmaya çıkıyordu. Simon Taner ise, büfede nöbetçiydi. “Deve Erdoğan”ı gördüm, yine içki içiyordu ama bu içki alkol değildi, ilahi aşk sarhoşu yapan bir iksirdi. Ona “Kepaze Mustafa”yı sordum, hiç görmedim o da mı geldi?” diye sordu.
Kunduracı Yılmazı ve elektrikçi Yılmaz ağabeyleri gördüm, ikisi beraber kunduracı Yılmaz abinin yeni dükkânını boyuyorlardı. “Kürt İsmet”i gördüm, hamsiye benzer, çiğ bir nur balığı ağzına atıyordu. Nur sinemasının sahibi Sabahattin abi ve eşi Hikmet ablayı gördüm, İlahi dinliyorlardı. Kurukahveci Haldun abiyi, yine kahve satarken gördüm. İskele gazinosunun eski sahibi, Mehmet abi ve eşi Mennan ablayı, Can babanın balık tezgâhında, sohbet ederken gördüm. İskele meydanında camekânlı arabasında kuruyemiş satan “Duman Amca”yı gördüm, yine aynı yerde satış yapıyordu. Yıllar önce Çengelköy İskelesinde sakız, nane, incik, boncuk satan “Kör Hafız”ı gördüm. Ama gözleri artık görüyordu. Bakkal Cevat’ı gördüm, Ortodoks Dünyasının 27 Temmuzda ki “Büyük Yortusu” için, kırmızı yumurta hazırlıyordu.
Az daha aşağı indiğimiz de, 1933 yılın da Atina’da yapılan, bireysel atletizm şampiyonasında, ilk kez “Balkan Şampiyonu” olan ve Türk Bayrağını ilk defa göndere çektiren, “Haydar Sabri Aşan”ı Türk Ulusu için dua ederken gördüm. Sevgili Turhan Uncubaşı’nın (Makinist, benli Turhan) babası, Girit eşrafından Halit Uncubaşı ve annesi Ferdane Uncubaşı’nı gördüm. Her ikisi de sağlıklı ve genç görünüyorlardı.
Bir ara hava kararır gibi oldu, yanımdaki dede, Amasyalı Hacı Hafız Ali Şensoy, kayboldu. Mezarlıkta ki insanlar belirsizleşti ve bir anda kendimi anneciğimin ayakucunda dua ederken gördüm. Güneş sıcaktı ve her yer aydınlanmıştı. Şöyle bir düşündüm ve kendime “Hüseyin meğerse bu insanlar ölmemişler, sadece yer değiştirmişler” diye söylendim. Evet, sevgili Çengelköy, herkes yaşıyordu, ancak ne biz onlara, ne de onlar bize ne dokunup, konuşabiliyorduk. Orta da görünmeyen, muazzam bir perde vardı sanki.
Sevgili Çengelköy, böylesine bir “ Yakaza” yaşadıktan sonra, aklıma, Yahya Kemal Beyatlı’nın “Sessiz Gemi” adlı şiiri geldi. Ne diyordu şair? “ BİRÇOK GİDEN, MEMNUN Kİ YERİNDEN, ÇOK SENELER GEÇTİ, ÇOK SENELER GEÇTİ, DÖNEN YOK SEFERİNDEN”. Efendim, zaman ve mekân kavramı, bu âlem için varsa, öteki âleme göre, ahir ömrümüzde yaşayabileceğimiz yıllar, çok kısa ve sanal. Dolayısıyla “ Sevelim Sevilelim, Dünya Hiç Kimseye Kalmaz”. Sevgiyle kalın...
T U N A C A N
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.