Belki de.
Belki de.
“Gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktör
Sahnede bir ileri bir geri saatini doldurur
Ve sonra duyulmaz olur sesi, masaldır
Gürültücü bir salağın anlattığı ki yoktur hiçbir anlamı” W. Shakespare
Bu satırlar benim yaşımdaki biri için daha anlamlı, daha dolu. Bugün yetmiş kelimeye teşekkür etmek için yazıyorum bu anlamsız yazıyı, lakin o sayılı kelimelerin dahi bundan haberi yok, gerçi bunun önemi de yok. Hangi aydı hatırlamıyorum ki ben hep böyleydim. İnsanlarla ilgili tarihleri bir türlü tutamazdım aklımda. Ama bunu onları önemsememle özdeşleştirmek işte bu bana karşı haksızlıktı, acımasızlıktı bilmiyorlardı.
Şimdi dönüp bakınca başkalarına uzun ama benim için kısacık olan ömrüme, biten kötü şeylere nazaran biten güzel şeylerin daha büyük bir iz ve sızı bıraktığını görüyorum.
Şubat mıydı yoksa?
Hayatta herkesin farklı hayalleri vardı, benimkinden kimseye bahsetmemiştim hiç. İyi şeyler yazmaktı, birilerin okuyup işte benim yürek ağrımı, benden iyi anlatmış demesiydi belki. Okurken büyük heyecanlar hissetmesi. Çünkü istedikleri kadar aykırı olsunlar, insan tek bir duyguda bile birleşirse bundan sonra birbirlerini hep anlar, uzlaşır, buna inanırdım.
Ne büyük saçmalık. Onca söylenmiş söz arasında kendime söylenmemiş bir şeyler bulmaya çalışmak.
Hatırladım Marttı, hem nasıl unuturum. Şubat da nereden çıktı? Da… Martın kaçıydı? Ah benim ahmak zihnim, en unutulmayacak şeyleri neden unutur durursun? Unuttum işte, oysa ben o gün bir yazı yazacaktım çok güzel bir yazı içinde ölümsüz gözlerin olduğu, içinde sadece renklerin ve çiçeklerin olduğu. Şimdi ezbere bir güne mi yazacağım? Olmaz, olamaz…
Yok mudur hatırlamanın bir yolu?
Şiir. Şiir unuttuğum bir tarihi hatırlatır mı bana? Herkes şiir yazamaz derler hatta bazısı herkes şiir okuyamaz da der. Ben şiir yazamadığımı okuduklarımdan anlayıp, kabullendim. Fakat okumayı da beceremiyorsun derler diye çok korkuyordum ki hala aynı korkuyu hissederim. O yüzden sessizce okurum, mırıldanmam bile…
Çünkü şiirsiz susuz bir balığa, göksüz bir kuşa dönüyorum. Şair için zehrini akıtmaktı belki yazdıkları da benim için ne elzem bir maviydi, bilemezlerdi. Belli de etmezdim hani. Böyle lanet bir özelliğim vardır benim susarım hep susarım.
Mart’ın yedisiydi galiba, yoksa dokuzlu bir şey miydi?
Dokuz Mart.
On dokuz Mart, yani bugündü.
Keşke bunu unutmasaydım, çünkü bu çok önemliydi.
Saçmalık da olsa, ne zamanki yazdıklarımın, söylediklerimden daha samimi olduğunu anladım, işte o gün başladım yazmaya. Özür dileyenlere, “önemli değil” derken dilim, zihnim milyon tane kelimeyle karşı çıkınca o “önemli değil”lere, işte o gün.
Hala da yazıyorum. İyi geldiği için belki. Sessizliğe gömülü bir dile inat, bin sesli bir hal için belki. Anlatmak istediklerimin dinlenmeyeceğinden korktuğum için belki. Tüm acıları kelimelerle ablukaya alıp bertaraf etmek için belki. Çiçekleri ve renkleri dillendirmek için belki. Büyük gemilerle büyük özürler yollamak için belki. Kalıcı olmak için belki.
Belki de hiç biri için.
Yel değirmenlerinin çürümesi doğaldır, ne için durmalıyım
Ben yeşil buğday salkımlarını, göğsüme alarak sütle besliyorum.
Ses ses sadece ses,
Su akışının sesi
Ve dişi toprak kabuğu üzerine yıldız ışığının düşüş sesi ve aşkın
Yayılma sesi
Ses ses sadece ses kalıcıdır.
…
Ne için durmalıyım?
Ben dört unsura itaat ediyorum
Ve yüreğimin yasalarını
körlerin yerel hükümeti düzenlemiyor.( Füruğ)
Hayır, hayır…
Belki de güzel bir kadının o, güzel ve masum dileği olan “mutsuza iyi bak” için, onun için yazıyordum.
Sinem Ilgın Omay
19Mart2053
YORUMLAR
Rüzgarın sıcacık elleriydi dokunan, ilk defa üşütmüyordu. Yağmur yağmaz sandım güvenerek o sıcak temaslara. Gözlerimdeki teri boşalttım şehrim sandığım yanaklarına.
Sonra sana dokundukça ayrılık çekti canım. Ayrılmayı, sana tekrar kavuşabilmenin heyecanıyla defalarca çoğalttım. Bir barıştık, bir ayrıldık sonra tekrar... Adına "Aşk" dedikleri, fakir cümlelerin tenhalıklarında bıraktık gözlerimizi.
Sonra... Beni ılık bir rüzgarı beklerken veya loş ışıkların gövdesini yarıp, kocaman maviliklere uzanan gözlerimle sana sarılırken bulabilirsin...
Rüyamın en tatlı yeri gibi... Uyandırmayın! Tebrikler
Akıllıca. Ama kırk tam yıl. Kim bilir? Belki daha farklı şeyler söyletir. Okunmak anlaşılmak adına pırıl pırıl bir yol görüyorum önünüzde ben. Bu kinayeye bakıp işte budur demekse, evet işe yarar. Hoştu yazı. Genç bir kalem olduğunu düşündüğüm yazanın yazılarını iyice gürbüzleştirdiğini duyumsamak hayli etkileyici. Tebrikle.