- 1600 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Asım Yapıcı'nın Şiirsel Yolculuğu
-Tahlil-
“Karanlıktan korkarım aydınlansın şu alem
Hep mi hüzün? Nerede mutluluk yazan kalem?
Katran olmuş kaynıyor içimde bin bir elem
***Mahkum oldum, mahpusum, düştüm eline Leyla
***’Gayri sensiz yaşamam” böyle biline Leyla
Sensizlik çok zor çile, sensizlik bana haram
Bir kez göz kırpıversen, gözlerim eder bayram
Bu yola baş koyandan başkasına olma ram
***Beni bırakıp gitme gayriye sakın Leyla
***Gel benim ol bu akşam mutluluk yakın Leyla
Özlemim arşı döver, beni de yanına al
Hayat hayal olmadan bir gecelik ben de kal
Sen gönül kuşlarının besteler yaptığı dal
***Aşıkların dilinden düşmeyen cansın Leyla
***Sen mutlu ol, önemsiz, bu alem yansın Leyla
Çok naz aşık bıktırır, etme aşkına pişman
Zaman-mekan karıştı oldum hayata düşman
Gel, terk etme gel artık, hasretliğin pek yaman
***Özledim vuslat gibi ulvî hazları Leyla
***Çekemez hiç bir aşık bunca nazları Leyla
Bir garip hale girdim, tarifi mümkün değil
Benliğim kayıplarda gezerim mecnun, sefil
Taşlara sor, söylesin, her şey sevgime kefil
***Gizli sırrım kalmadı döndüm şaşkına Leyla
***Ne olur acı bana Allah aşkına Leyla
Gölge-aşk oyununda roller bana mı düştü?
Sonsuzluk sahnesinde çöller bana mı düştü?
Göklere çivilenmiş eller bana mı düştü?
***Sahraları yeşertmek bana mı düştü Leyla?
***Bu beyhude işime yer gök gülüştü Leyla
Ne kadar tatlı hayal görürüm, düşümde sen
Çağırmadan gelirsin, anlarım peşimde sen
Söylediğim her söz de, yaptığım işim de sen
***Bu aşkın abidesi beklenen nursun Leyla
***Altın kadehte aşkı zemzem gibi sun Leyla
Tatlı bir sala sesi çınlarken kulağımda
Peşine takılmaya derman yok ayağımda
Acı bir tebessümle son buse yanağımda
***Birleşmeden ayrılmak ne kötü durum Leyla
***Çözülmeyen düşlere en güzel yorum Leyla
Bulanık ecel suyu ayna gibi durulur
Baş ucumda gölgeler ’sıra kimde’ sorulur
Saatler vuslat için yeni baştan kurulur
***Tabipler sıra sıra gelse deva mı Leyla
***İçilen bunca çile kalbe reva mı Leyla
Hiçliğin ortasında an be an kavrulurken
Yalancı sevdaların üstünde savrulurken
Aynalarda gölgemi baş aşağı bulurken
***Arzum yok, hevesim yok, seni unuttum Leyla
***Daha yüce bir aşkın yolunu tuttum Leyla”
Asım Yapıcı
**
Asım Yapıcı, şiir dünyamda önemli yeri olan şair dostlarımdan birisidir. O’ nu 1. ANTALYA ŞAİRLER BULUŞMASI’ nda Antalya’ da tanıma imkânını buldum. Sonra, Hayal Şairleri’ mizin Konya’ da gerçekleştirdiği şiir etkinliğinde daha da yakından tanıdım. Sımsıcak bir dostluk bağı ile gönüllerimiz birbirine bağlandı. Sevgiye, saygıya dayalı ve has şiir- kalıcı şiiri yakalama sevdamız eksenli bu dostluğumuz dilerim son nefese kadar devam eder.
Asım Hocam, üniversite Din Psikolojisi öğretim üyesi malumunuz. Dini konularda bilgi birikimi de oldukça fazla. Çünkü o’ nun şiir dışında kaleme alıp yayınladığı, Beyan Yayınları arasında çıkan “İslâm’ da Tövbe Ve dini Yaşayıştaki Rolü” isimli 352 sayfalık eseriyle, Karahan Kitabevi’ nin Yayınladığı “ Din Kimlik ve Ön yargı-Biz ve Onlar” isimli 399 sahifelik eserlerini de okudum.
Çok iyi bir araştırmacı ve yorumcu olduğuna inandığım, Hoca’ mla zaman zaman şakalaşmayı ve birbirimize hoş sözler söylemeyi çok severiz. Kendisinden hep dua talebim olmuştur. O da sanırım gereğini yapmıştır, amma, biraz şairliği ağır bastığından arzularım bir türlü yerine gelmemiştir. Bir gün genç edebiyat tarihçileri-araştırmacıları sorarsa onları anlatırım veya anılarımı yazma gereğini duyarsam yazarım sanıyorum… Şaka ve espri yüklü bu anılar, çoğu kere gündelik olaylar karşısında asık duran yüzümü güldürmüş, sıkıntıdan patlamak üzere olan içime bir serinlik ve rahatlık getirmiştir. Dostluğumuzun sonsuza değin sürmesini arzu ederim.
Asım Hoca, ilk bakışta-dışarıdan ilk görüşte resmine bakıldığında veya fiziki yapısına bakıldığında çok ciddi- soğuk bir imaj sergiler veya öyle sanır insan… Zaten kendisi de röportajda bunu açıkça söylemiş. Oysa, hiç de öyle olmadığını, o resmi görünüşün arkasında şen-neşeli-huzurlu-akıllı ve dost canlısı bir yüreğin bulunduğunu anlamakta gecikmezsiniz. Yaklaştığınız ve konuşmaya başladığınızda şiirsel birikimi ve din – tarih kültür birikiminin de bir o kadar fazla olduğunu görürsünüz…
Asım Hoca’ mın beni ve benim gibi düşünenleri de etkisi altında bırakan Şiirlerini okudukça, bu güne değin bu konuya münhasıran niye bir şiir düşmedi ilham pınarımdan diye kendimi sorguya çekmiştim. Yusuf Peygamber’ in- Züleyha’ nın öyküsünü, hem Yüce kitabımız’dan ve hem de öteki kaynaklardan yıllar önce okumuştum. Ama hoca’ nın tövbe kitabında Yusuf Peygamberin kardeşlerinin tövbesi bölümünü okuyunca, olayın bir başka boyutunu daha anladım.
Din psikolojisi hoca’ sı olmanın verdiği olanakları şiirinin topoğrafyasında öylesine güzel değerlendirir ki… Sizi, konunun içine sade bir gözlemci olarak davet etmez, kendi gönül sancılarıyla iç içe katar da farkına varamazsınız. Yarı kapalı söylemin penceresinden içeri girer ve o güzelliği yaşarsınız bir anda…
Tahlil çalışmamıza Hoca’ nın “Leyla” başlıklı şiiriyle girmiştik. 26. Şubat 2005 tarihi itibariyle, bu şiirin altına dostlarımızın yaptığı yorumlardan en genişini Zuhal Yıldızı / Nuray Alper yapmış. Nuray Alper yorumunda diyor ki:
“Sayfanıza girdiğimde ilk okumak ve yorum yapmak istediğim şiiriniz bu oldu....
Her ne kadar aşikâr yazılsa da duygular,şiirde yoğun bir ’giz’ var....
Bu nasıl bir Leylâ haykırışıdır ki; her Leylâ adı yankı yaptı yüreğimde....
Şiirde;
14’lük hece ölçüsü kullanılmış....Benim en sevdiğim tarzdır hecede...Kıta sonlarında son iki mısranın kullanılış şekli şiire duruş olarak da,anlam olarak da bir güzellik vermiş...
Gölge-aşk oyununda roller bana mı düştü
Sonsuzluk sahnesinde çöller bana mı düştü
Göklere çivilenmiş eller bana mı düştü
***Sahraları yeşertmek bana mı düştü Leyla
***Bu beyhude işime yer gök gülüştü Leyla
bu kıta uyum ve ahenk’in donattığı mısralardan oluşan eserinize farklı bir boyut getirmiş...’düştü’ fiilinin yerine kelime kullanılsaydı daha hoş dururdu fikrimce..Roller,çöller ve eller kelimeleri mısra sonlarında olursa ahenk bozulmazdı...
Aynı tarz sondan ikinci kıta içinde geçerli....
Şair;
Leylâ’yı direkt muhatap almakla çok şeyi aştığını göstermekle kalmıyor,şiiri yazan kaleme Mecnun’a has bir hava vermeyi başarıyor...Adeta Mecnun dilinden yazıyor...
Şair;
okuyucunun gözünde ve yüreğinde Mecnun duruşunu canlandırıyor...
Şiirinde sade ve yalın bir üslûp kullanıp okuyucunun şiiri rahatlıkla anlamasını sağlayan şair;
Anlam bakımından esere baskın bir şatafat katıyor..Teşbih sanatının çok güzel ve yerli yerinde kullanıldığı şiir,okuyucuda tatlı bir ahenk bırakıyor...
Sen,gönül kuşlarının besteler yaptığı dal...’bunun güzel bir örneğidir....
İçtenlikle yazılan bu eser,kişi üzerinde yaşanmışlık hatırası bırakmaktan geri kalmıyor..Sevgili için seçilen isim bir sembol olsa bile güzel bir seçim yapılmış....
Leylâ’ya şiir sonuna kadar güzel bir çağrı bırakan Mecnun kokulu kalem şiir sonunda insana;
’Leylâ’nın hasretiyle çöllere düşen Mecnun’un gün gelip onu tanımaz oluşunu ve Hakk katına ulaşmasını anlatıyor adeta...
Beşeriyetten O’na adım adım örneğini çok güzel bir biçimde sergiliyor....
Hiçliğin ortasında an be an kavrulurken
Yalancı sevdaların üstünde savrulurken
Aynalarda gölgemi baş aşağı bulurken
***Arzum yok, hevesim yok seni unuttum Leyla
***Daha yüce bir aşkın yolunu tuttum Leyla
çok derin bir şiir okudum kaleminizden...
*
Önce hangi yalana asılı kaldı gözlerimiz? Kişi,sevdasına baktığı zaman Allah’ı göremiyorsa ne önemi var sevginin? O aşkı yüreğe koyanın O olduğu unutulduktan sonra....
Leylâ sırrı merdivendi,Mecnûn sırrı Allah katı..Yaşanmışlık eseri miydi? Belki....Leylâ sırrı temizlikti,Mecnun sırrı hasret....Ulaşılmazlık mıydı? Evet diyor yürek....Allah’a götüren hâkîki gerçek....
Su’yun ellerime sunduğu renk’i,bırakıp gidiyorum şiire...
tebrik ve saygı ile....”
Zuhal Yıldızı/ Nuray Alper’ in görüşleri bunlar. Alper’in “düştü” sözcüğü konusunda getirdiği eleştiriye ben de katılıyorum. Ama o’ nun “derin şiir” olarak nitelediği ve
Hiçliğin ortasında an be an kavrulurken
Yalancı sevdaların üstünde savrulurken
Aynalarda gölgemi baş aşağı bulurken
***Arzum yok, hevesim yok, seni unuttum Leyla
***Daha yüce bir aşkın yolunu tuttum Leyla”
Dörtlüğü ile son bulan şiirin özü üzerinde biraz durmak istiyorum. 5’lik nazımla ve 14’lük hece vezniyle yazılan şiirin özü, beşeri sevdanın hasret ateşiyle yakıp kavurduğu ozan yüreğinin, bu çile sonunda içten arınması ve “daha yüce bir aşkın yolunu” tutmasıdır. Beşeri sevdadan ilâhi sevdaya geçişin türküsüdür bu… Neden mi? Nedeni şu, Leyla Mecnun efsanesi de sonunda öyle bitmiştir, öyle değil mi?
Yüce Mevlâ’ da bu âlemi aşk için yaratmıştır. “Tecelli” sini her şeyde, atomdan daha küçük dünyanın dönüşünde, galaksilerin-kehkeşanların senfonisinde her an görmekte ve duymaktayız. Kendi parmak ucumuza bakıvermemiz bile yeterli…
Şiirsel çizgisinin hedefini tasavvuf okyanusunun kıyısına kadar ulaştıran şair Asım Yapıcı, bu gidişle dalgalara kendini atacak ve o okyanusta yüzmeye başlayacak gibi görünüyor… Öyle, “daha yüce bir aşkın yolunu tuttum” diye Leyla’ sına seslenmekle kalmayacak bu iş… Bu, burada bitmeyecek biliyorum… Nar olgun kızarıklığa erişecek ve Yunus heybesini omzuna atacaktır Yapıcı dostumuz… Görün, izleyin bu şairi hele…
“Yalancı sevdalar ın üstünde savrulurken / Aynalarda gölgemi baş aşağı bulurken” diyor. İşte hakikat bu… Aynada gölgesini baş aşağı görmek, onun yarı kapalı üslubunun bir ürünü…Gerçek olan Leyla’nın sevdasıdır. Çünkü Leyla’ yı ararken Mevla’ yı bulmuştur… Asıl aşkı bulmuştur…Hiçlikten, yıkılıştan-yeniden onarıma-yeniden diriliş ve buluşa kavuşmuştur…
Türk Halk ve Tasavvuf şiirinin temeli olan “hece” yi “imge”lerle donatmasını beceren bir şair Asım Hoca… Ancak bu şiirde “S” ve “Ş” harflerinin ağırlığı oldukça fazla. Bu ağırlık da şiirin dokusunda bir hata gibi duruyor…
Leyla Şiiriyle, Hoca’ nın Züleyha şiirine birlikte bakmak da gerekiyor.
Önce, Züleyha başlıklı şiirini okuyalım:
ZÜLEYHA
“Yusuf bir Peygamberdi. Ben 21.yüzyılda peygamber olmayan bir Yusuf’um. Züleyha’yı arıyorum”.
Selamsız geçtin de göz bebeğimden
Kıyamet kopuyor sandım Züleyhâ
Tanrı affederdi bu korku kimden?
Vuslat ateşiyle yandım Züleyhâ
Öptükçe susatan buseler nerde?
Çatlamış yürekler, kalmış kederde
Dön de bak istersen arkana bir de...
Ayrılık aşına bandım Züleyhâ
Arzular açmadan soldu, mevsimsiz
Yarınlar kefene doldu, mevsimsiz
Duygular saçını yoldu, mevsimsiz
Hicran denizinde yundum Züleyhâ
Ebabil kuşları başımda gezer
Korkular müstevli, aklımı ezer
Her küfür ruhumun resmini çizer
Zifri karanlığa döndüm Züleyhâ
Gül kokun içime sindi bu akşam
Yangınlar gönlüme indi bu akşam
Hayaller gerçeği yendi bu akşam
Ruhumu şeytana sundum Züleyhâ
Ayrılık büyüsü işlemez derdim
Ne düşler kurarak sabaha erdim
Sinemi yol yapıp önüne serdim
Istırap atına bindim Züleyhâ
Feryadım kalbine ulaşmaz, neden?
Yüreğin sağır mı, dilsiz mi beden?
Kimdi çiçeklerden fal tutup giden?
Burcun yay, Erosun bendim Züleyhâ
İsyandı meskenim, komşumsa inkar
Yakındım Tanrıya bir günah kadar
Tövbesiz kalplerde bir bekleyiş var
Pusulası yitik yöndüm Züleyhâ
Dilekler dillenip arşa çıkarken
Göz yaşı Nil olup kalbe akarken
Aşıklar kabirden kalkıp bakarken
Zemheri gönlünde dondum Züleyhâ
Dil başka söyler de gözler inanmaz
Ecel kokan düşten gönül uyanmaz
Leylasız sahraya Mecnun dayanmaz
Kadersiz yazgıya yandım Züleyhâ "
Züleyha şiirine antoloji com’ da yapılan yorumlardan bazıları da şunlar:
Öncelikle ben, bu şiire ne yorum yapmışım onu bir sunayım sizlere. Demişim ki:
’Selamsız geçtin de göz bebeğimden
Kıyamet kopuyor sandım Züleyhâ
Tanrı affederdi bu korku kimden?
Vuslat ateşiyle yandım Züleyhâ’
mısralarıyla bu şahane şiirine giriş yapan Asım YAPICI, Türk Şiirimizin ’bunalım’ da olduğu bir dönemde, yüreklerimize o altın şiirimizin kelebek kanatlarıyla dokunuvermiş.
Evet, Tanrı-Allah affedicidir, esirgeyip bağışlayandır.
Ama, günümüz insanı öyle mi? kÜÇÜMEN BİR YÜREKLE DAĞLARI DEVİREN AŞIK-İNSANIN öfkesinden evler-yuvalar darmaduman. Hoşgörü ve sevgi başka dağların yamaçlarında açan çiçek mi oldu ne?
ŞAİR, ’Selamsız geçtin de göz bebeğimden /kıyamet kopuyor sandım Züleyha’ demekte. Gerçek aşk böyledir. Gönül okyanusunu çalkantıda bırakır. Kıyama durdurur seveni...
Biz, bu kadar güzel ve içten aşklara-sevgilere ne kadar hasret kaldık... Ne kadar...
Sevenin sevdiğine korku ile bağlanmaması gerekir. Sevgiyle, sadakatle bağlanması elzemdir. Vuslat, hasreti ve gurbeti bitiren son nokta. Yusuf Züleyha’sına, Züleyha da Yusuf’ una nice yürek kuyularının karanlıklarından çığlık çığlık seslenmede şimdi... Ateş sadece ’hasret’ te olmaz. Vuslat ateşi ayrılık ateşinden başkadır.
Aramak, şairin temel görevidir. Arayacak ve bulabilmek için çırpınacaktır... Yanmak pervaneler gibi Züleyha’ nın aşkında... Tutuşmak...
Aslında söylenecek çok sözüm var sana usta...
Hele bu şiirine... Hele bu şiirine...
Bizden, içimizden, sesimizden bir bayrak... Anlaşılır, has şiir işte... Kuru gürültü yok burada. Özün özü var mısra mısra...
Teşekkürler, yüreğine ve kalemine sağlık üstad...”
Ve diğer dostların yorumlarından bir kaçı da şöyle:
Abdullah Belen
“Belli ki Karacaoğlan sizin oralara da uğramış. O topraklara da serpmiş türkü çığırmayı.
Her yönüyle mükemmel bir eser. Tebrik etmekten ve bir daha, bir daha okumaktan başka yapılacak bir şey yok.
(Duyguların Ölümü’nü eleştirdiğimde bunu okumamıştım. Okusam inanın yazmazdım. Çünkü bu şiir diğerlerini eleştirmeyi yasaklıyor) ”
Metin Eser
“Asım bey, gözüm ne yapmışsınız böyle... Züleyhâ’nın aşkına yollara düştüyseniz vuslat yakındır o zaman...
Güzel bir çalışma tebrik ediyorum ve Allah kavuştursun....sevgi ve muhabbetlerimle”
Sevil Nizamoğulları
“İsyandı meskenim, komşumsa inkar
Yakındım Tanrıya bir günah kadar
Tövbesiz kalplerde bir bekleyiş var
Pusulası yitik yöndüm Züleyhâ
Her zamanki gibi muhteşem bir şiirinizi okudum..ama burası beni daha da etkiledi. :) Tebrikler”
Gülen ayva, ağlayan nar rumuzuyla yazan dostumuz
Feryadım kalbine ulaşmaz, neden?
Yüreğin sağır mı, dilsiz mi beden?
Kimdi çiçeklerden fal tutup giden?
Burcun yay, Erosun bendim Züleyhâ
Nefis bir şiir bu...çok çok güzel..
Yusuf Peygambere “Senin hiç bir şeyle kıyaslanamaz güzelliğinin sırrı nedir” diye sormuşlar. O:
“Ben her an, hayatım boyunca yabancılara hoş gelecek, onlara yararlı olacak, gönlünü hoş edecek işleri yaptım, güler yüzlü oldum ve bu bana ümmetimin beni güzel görmesinin nurunu verdi.” demiş
Sevmeyen sabredemez, sabretmeyen aşık olamaz, aşık olmayan kuyudan çıkamaz... ’
Sanıyorum vücudun kuyusundan çıkmak için Züleyha gerekli saygılar.”
Evet mesajlar bunlar.
“Halk içinde en sefil en bedbaht ozan benim / Elimle yaptığım dilimle bozan benim” diyen şair Asım Yapıcı, gecenin, ateşin ve hasretin şairidir. Dini öğeleri şiirinde sıklıkla kullanır. Bu öğeler, onun şiirinde bir öğütçü olarak görev yapmaz, yürek yanığı, sevgi çağrısı işlevini görür. Kullandığı öğeler sadece Leyla, Züleyha ve Yusuf değil, daha bir çok konuyu kendi içsel dağarcığına resmetmesini ve şiirine nakşetmesini bilmiş bir şairdir. Sadece “hece” yle değil, “serbest” şiirde de başarılı olan şair, teşbih ve tasvirlerinde çok kuvvetlidir. Leyla’ya o kadar bağlıdır ki, “Leyla’ya Şiir” başlıklı şiirinin bir yerinde zamaneye de iğnesini batırıverir. “Kadın ruhlu erkekler / çekilsinler meydandan artık / alsın gitsinler / Marialarını, Sofialarını / Leyla bana kalsın” deyiverir. Kıskanır Leyla’ sını. “Sussun akordu bozuk kalpler bile / kulağı gürültü duymasın Leyla’ nın / bütün hovardaları, çapkınları, ayyaşları / yakın takibe alsın polisler / Bel ki peşine takılırlar Leyla’ nın…” der…
Kendisinin de beğendiği Sezai Karakoç usta “Sussun bütün böcekler, sussun bütün çöl / Leyla’ nın uyku saati geldi” diyordu… Ustası misalince söylemini yapmaktan da çekinmez şair.
Sonra, kıskançlığını “yerdeki karıncadan mühür gözlüsü” nü kıskanan Halk ozanımız gibi, çok ileri noktalara taşır. “Hiçbir şiir / hiçbir şarkı / kullanmasın Leyla nakaratını / hiçbir televizyon kanalında / radyo istasyonunda / gazete manşetinde / Leyla adı geçmesin…” der. Ve Leyla’ nın doğum gününde kutlu doğum diyerek, mevlütler, dualar okunsun, hatimler indirilsin” diye seslenir.
Leyla, Asım Yapıcı’ nın şiirinde “kamil insan”, “ilâhi aşka onu taşıyan” bir rehberdir.
Bakın gece, ateş, güneş ve dini öğeler konusuna örnekler vereyim size:
-Artık Düş Görmüyorum” şiirinde:
……………
Gölgen kovalıyor gölgemi
Gözünü ovuyor güneş
Ateş çekiyor beni çapaklı gözleriyle
-“Duyguların Ölümü” şiirinde:
………………….
Kalbi olduğuna inanırdım taşların
Ateşin vicdanını duyardım içimde
…………………
Demir erirdi
Su ve ateş erirdi
AZRAİL’ in ağladığını duyardım içimde
KABİL’ de Filistin’ de
……………….
Ateş böcekleri
Kandil olurdu Mezarlıklara
KABİR SUALLERİ bir başkaydı orada
………………
Sevgililer ayrılınca
Ateş yanmaz olurdu
……………..
Sen gidince azalırlardı
İnce ince ağlardı gece
……………
ÖLÜM bile hoş gelirdi
……………
CEHENNEM fışkırıyordu sanki damarlarımdan
……………………………………….
-“Arayış” şiirinde:
………………………………………
Mecnun’un hikâyesi ne saçma! ”
…………………………………..
ÖLÜMün adı silinecek lügatlerden
……………………………………
ŞEYTANlar inlerine kaçacak
…………………………….
Yeni bir doğuş arıyorum GÜNAHsız rahimlerden
Sonsuzluk ateşini harlıyorum içimde
……………………………
MELEK girmez bir sokakta
Kendimi seyrediyorum bazen
Ateşten bir aynada
……………………………
Çölde su arıyorum
Gölde ateş
Güneş arıyorum toprağın altında
……………………………………
Belki de ben
Bir balığın karnından bakmalıyım hayata
………………………………
Ya bir NEBİ
Ya bir bozkurt yol göstermeli bana
…………………………..”
-“Besmele Duymuş Şeytan” şiirinde;
……………………………….
Besmele duymuş ŞEYTAN gibi
Çarpılırdım
Her gördüğümde seni
……………………………….”
-“Yangın” şiirinde;
……………………………….
Yanığı yüreğime sinmiş düşler
……………………………..
Ve bir yanık kokusundan başka
Yanık bir sevda
Yanık bir hasret
Yanıklar sarıyor beni
………………………………….
RUHumun en mahrem yerlerinde
Bir ateş sarıyor beni
…………………………………..
CİNlerle top oynadığım sokakta
………………………………….
-“Ruhsuz ve Cilveli” şiirinde;
Bir ateş vardı
Ruhsuz ve cilveli
Kalbimi ödünç aldı
Gece
…………………………………
Bir güneş vardı
……………………………..
ŞEYTANa aşıktı kafir
……………………………..
Gece
Hasret örsünde dövdüm aşkımı
……………………………….
Buz kestim, ateşte dondum
Güneş altında
……………………………….
Ve su istedi ateş
……………………………….
-“Sevgi ve Oyun” şiirinde;
………………………………..
Canlarla oynuyor AZRAİL
Sevgili benimle
…………………………………..
RUH’um ateşle oynuyor
……………………………….
-“Kırmızı” şiirinde;
…………………………….
Dilimi ateşte dağlıyorum
Yüreğimi güneşte
…………………………….
Bu saydığımız örnekleri bir çok şiirinde bulmak mümkün. Asım Yapıcı Hoca’ mızın “AŞKIMI GÜNEŞTE YIKAYIP YAĞMURLARDA KURUTTUĞUMDAN BERİ” isimli şiir kitabını alın, okuyun ve benim gibi bir inceleyin; göreceksiniz bütün bunları. Şiirde dini öğeleri nasıl ustalıkla kullanmış.
Tabii ki bu dini öğeler dediğimiz konular, doğrudan doğruya insanla ilgilidir. Üstad, insanı temel almakla, zaten ilmini yaptığı ve öğrencilerine öğretmeye çalıştığı konuların içinden seçip seçip şiirinin örgüsünü örmüştür.
Cennet mi? Bana göre, Hoca’ nın cenneti, dünyadaki cenneti, eşi ve çocuklarıyla evidir vede ezel-ebed-mutlak sevgili olan Yaradan’a hulis-i kalple yöneldiği ve aşkını haykırdığı zaman dilimleridir.
Cehennem mi? Cennetin tersi… Yani, dünya… Yani fena olan fani… Yani maddesel dünya… Yanlışlıklar, yalan, riya vb…
Ölüm mü? Korkulacak bir hadise değil… Kabir ve ölüm yüce Sevgiliye götüren bir vasıta sadece…
Özetle, Hoca aşkının şiirini, bitimsiz sevdasının şiirini yazmakta…
Uzun soluklu şiirleri yanında kısa, sadece bir beyitlik şiirlerinden birkaç örnek sergileyelim mi, ne dersiniz?
“ŞARKI YOK
Aşkla yanmayan kalbin, buz çölünden farkı yok
Susuz gölde sazları besteleyen şarkı yok”
FAKİR DÜŞLER
Duygular paralanmış, aşklar hissizlik dolu
Haydi fakir düşlerim gösterin doğru yolu”
SEVGİLİYLE BARIŞMA
Göz bebeğe küser mi? Gel haydi barışalım
Şu kırık teknelerle dalgaları aşalım”
AYRILIK KADERİMİZ
Dün gece arşa çıktım gizli notlara baktım
Kalbimin üzerine ayrılığı bıraktım”
VUSLAT HIRKASI
Sn gittin gideli ben ne haldeyim gel de gör
Ne olur dudağınla bir vuslat hırkası ör.”
SENİ TERKEDİYORUM
Başıma ne geldiyse hepsini senden bildim
Arşa çıktım aşkımı levh-i mahfuzdan sildim.”
KURŞUN
Yıllardır mutlulukla bir randevu isterken
Bindiğimiz trenler bizi yolda bıraktı
Kanat takıp uçarak yare varalım derken
Bir kumru avcısının kahpe kurşunu yıktı.
Asım Yapıcı Hoca, vezinli-ayaklı-uyaklı şiirlerinde de en küçük bir yanlışlık ve kırılma ortaya koymaz. Onun Türk Halk Şiiri geleneğini de özümsediğini ve bu kültürel birikimle, yeni şiire kanat açtığını bilenlerden birisiyim. Hep söylemişimdir zaten, heceyi bilmeyen serbest şiirde çok zor başarılı olabilir diye. Hece, dar alanda-kısa zamanda-iğne deliği kadar bir yerde çok ve lirik söylemek için meydanda bize gel gel etmektedir. Serbest şiir gibi, uçsuz bucaksız bir ova, ritmini ve duygu atını şaha kaldırdın mı, başarılı olamazsan da, gene zihinlerde bir tadlı iz bırakırsın. Hece de yanlışlık, duvarı yıkar üstüne vallahi… Asım Hoca’ nın “Benim için” başlıklı şiiri tıpkı Züleyha, Leyla şiirleri gibi güzel bir hece şiiridir.
Yıldızlar yas tutup ağlarsa eğer
Vuslatı şafağa kur benim için
Ayrılık güneşi dağlarsa eğer
Dön de bu hasreti vur benim için
Işıksız gönlümden hayalin gitmez
Deryalar akıtsam bu özlem bitmez
Dönmeye niyetlen ne olur bir kez
Ümitsiz yaşamak zor benim için
Aşkımız ağaca dilek yapıldı
Hayaller bir tanrı oldu tapıldı
Gönül şeytanlara burda kapıldı
Sevgi cennetleri kor benim için
Taşlarda merhamet bulunur sandım
Baharı andıran gözüne kandım
Ateşte üşüdüm denizde yandım
Düşlerimi hayra yor benim için
Hasretin bıçağı aşkı keser mi?
Rüyalarda vuslat yeli eser mi?
Sevgili “ayrılık” son olsun der mi?
Öfkeli bakışları “kur” benim için
Duygular eskimiş sanma uzaktan
Feryat yükselir mi, akar mı yoktan
Kim demiş “unuttu, o seni çoktan”
Hayalin gecede kar benim için
Arılar çiçekte kokluyor seni
Avcılar göklerde okluyor seni
Kumrular kalbinde saklıyor seni
Sensiz cennet bile ar benim için
Akrep yavrusunu kumlarda beler
Körebe oynarım gölgem söbeler
Bir damla gözyaşı dağları deler
Vefasız yüreğin nâr benim için
Ağlatma göllerde sular tükendi
Topraklar semada, gök yere indi
Duygular sensizlik atına bindi
Döndüğün her vakit “sûr” benim için
Örümcek ağları gerildiği gün
Devler topraklara serildiği gün
Kalbine aşk suyu verildiği gün
Vuslatı yollara ser benim için
Çıkarsa bir kere arzular kından
Ayın şavkı bile görünmez kandan
Yıldızlar kayarsa biraz yakından
Anlarım bu dünya dar benim için
İşte görüyorsunuz dostlar… Şu teşbihlerde ki güzelliğe bakınız. Şu kelimelere ruh verme sanatına bakınız…
“ayrılık güneşi”
“sevgi cennetleri”
“baharı andıran göz”
“ateşte üşüdüm, denizde yandım”
“hasretin bıçağı”
“vuslat yeli”
“öfkeli bakış”
“”arı-avcı-kumru-akrep-örümcek-at-devler bu şiirde ustanın kaleminden yerlerini bulmuşlar
“dağı delen bir damla göz yaşı”
“vefasız yürek”
“aşk suyu”
Ve daha neler… Neler… İsterseniz bu şiiri bir kere daha okuyun…
Bir yandan kapıyı yarı aralık tutup, duygu ve sözcüklerini gizlemeye çalışırken, kapının içinde esen fırtınayı-deli tayı da onca gürültüsüyle hatırlatıyor bize… O sebeple, siz siz olun Asım Yapıcı Hoca ile, karşılaştığınızda sessiz ve suskun olduğunu görüp te yanılmayın. İçinde fokur fokur kaynayan bir şiir kazanı vardır onun…
Ölüm, inanan ve seven insan için bir yok oluş depğildir. Tasavvuf edebiyatımızın temeli de “ölmeden evvel ölmek” le kurulur… O temel üzre yükselir şiirden ışık duvarları. O temel üzre açılır mısra çiçekleri…. Ama, bazı şairlere göre ölüm kaçıştır. Bitmektir. Halk Edebiyatımızın ozan yürekleri ise “ölüm ile ayrılığı tartmışlar / Elli gram ağır gelmiş ayrılık” demişlerdi…
Ahmet Haşim’in “o Beldesi” ne gidişi hedef seçen, içe kapanık şairlerimiz bazen Yahya Kemal’ in “Sessiz Gemi” sine binip yelken açıverirler. Onlara bakar kalır gözlerim… Kaçış üstüne kaçışı yaşarlar… Asım Hoca’ da bazen kaçar kentlerin gürültüsünden.. Dünyadan, uhrevi aleme kaçmak ister. Oraya sonsuz sevdasını yaşamak için adım atmaya çalışır.
Şair, söylemlerinde bazen öyle ileri gider ki, diline fren vurmaz. Levh-i mahfuzda yazılı yazıyı bile değiştirmek ister. Arşa çıkar. Şeytanı-cini-meleği konu eder. İnsan ya… İnsan yüreği bu. İnsan kutsal alanda, Yaradan2ın çizdiği yolda ilerledikçe melekten üstün olur. Bunun tersi ise hayvan’ dan daha aşağı derecelerdir. Tersi olmayı taş bile kabul etmez…
“Severim ben seni candan içeri
Yolum vardır bu erkandan içeri” dedikten sonra;
“Beni bende denmen, bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri” diyen Yunus Emre’ mizin inanç-iman felsefesinden ve hoşgörü anlayışından hız ve ilham alan bir şairdir Yapıcı Hoca…
Aşkın gece-ateş ve güneş arasında nefes nefese anlatmaktan çekinmez. Çünkü, “İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer / Aşık olmayan gönül misal-i taşa benzer / Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter “ diyen Yunus Emre’ mizin dilidir şairimiz…
Mevlana’ nın oğlu Sultan Veled (1227-1312) ’ de bir gazelinde;
“Senin yüzün güneştir, yoksa aydır
Canım aldı gözün, daki ne eydir? ” demiştir. Ünlü Divan Edebiyatı şairimiz Baki’ de;
“Avazeyi bu âleme Davud gibi sal
Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş” dememiş midir? Demiştir, demişlerdir. İşte Asım Yapıcı şairimiz’ de psikoloji hocası olması hesabıyle, kendi içindeki “ben” i çıkarıp ortaya koymakta, ateş, gece, güneş arasında kutsal aşkını haykırmakta ve şu gök kubbede bir hoş sada bırakmak telaşındadır.
Sözümüzün burasına gülden bir virgül atalım da şairimizin bir şiirini birlikte okuyalım olur mu?
Hem de bundan sonra yayınlayacağı 2. şiir kitabına isim vereceği şiirini. Şiir aynen şöyle:
kafiyesiz aşk bu
kırık-dökük bir sevda
duygularım toslamış buz dağına
cemreleri unuttum
düşlerim kar altında
korkular kiralıyorum buz çölünde
yürüyorum, gecenin düğümlendiği yere
menzil ırak şimdilerde, yolculuk yakın
darbe ağır, yara derin gönülde
cenaze sularında yunuyor umutlarım
bugünlerde farklı esiyor kavak yelleri serde
ay çiçekleri hüzne çeviriyor yüzünü
bir matem kokusu taşıyor gecelerden
heykeller dikiyorum tunçlaşmış bekleyişlerden
bir şair resmediyorum sol göğsüne, dilimle
sağ göğsünde elim
arzular kırbaçlanmış
zikzaklar çiziyor aklım dolambaçsız yollarda
bölündükçe büyüyor korkularım
üşüyorum
...
dümen kırık
acılar fora
artık yazılmamış bir kaderdir rotam
kabir kokan dudaklarında
asılı kalmış yarınlar karanlık yıldızlara
keşişlemeden esince rüzgarlar
titriyorum gözlerine baktığımda
kafiyesiz aşk bu
hislerim kıyam etmiş, ayakta
ne isyanlar yaşıyorum içimde, celali
bir tarafı eski, bir yüzü yeni
öksüzlerin “âh”ı yüklü sırtıma,
Felluce’nin figanı
vebali boynumdadır ölmüş kelebeklerin
bendedir soğuk gecelerin kavurduğu kaygılar
unuttum daha dün gördüğüm rüyaları
unutulmuşken görülmemiş rüyalarda
suçlusu benim karanlık gecelerin
acıktığımı hatırlıyorum aşka
ağıtları duyulduğunda doğmamış bebeklerin
açlığımı unutuyorum
bakidir susuzluğum sevda okyanusunda
yürüyorum, adı konulmamış belalara
kafiyesiz aşk bu
lirik bir yalan
çamurdan bir sevda
balçıktan zevk alan
çekiyor beni karabatak düşünceler
bilinmeyenin bilinmez bilgeliğine
zifafsız vuslatlar yaşıyorum, nikahsız ayrılıklar
mümteni hülyalar peşinde
boğuluyorum ter kokulu bir deryada
kepeklerim mahrem yerlerime merhem
sırtlanmışım dünyayı mehtapsız karanlıklarda
gidiyorum ölmüş gölgelerin izinden
can çekişen umutlarım heybemde
buruk bakıyor gözlerim azdıran güzelliğine
ayaklarım gamlı yürüyor bu ara
gamsız dolaşırken kanım damarlarımda
aksis mundi*
yıkıldı gönlümün direği
düşmüyor dilimden isyan kokan dualar
tövbesiz günahlara dalıyorum sabaha kadar
Leyle-i Kadir’de
küçüldükçe büyüyorum gözümde
büyüdükçe küçülüyorum
aklım yorgun
yasaklar yorgan
vurgun yemişim en durgun sularda
en soğuk sularda kırka yükselmiş ateş
başlamış sayıklamalar
kışın...
temmuzda...
dökülüyor yapraklar...
kafiyesiz aşk bu
berzahta bir sual
düz yollarda yalpalayan bir sevda
biraz kör, biraz topal
kırık vuruyor notalara anılar
sarhoş olmuş makam-ı nihavent
yanık türkü dinlemekten
atığımdan beri aklımın pabuçlarını dama
çıplak gezinmekteyim Arnavut kaldırımlarında
peşindeyim her gördüğüm güzelin
derin bir kabus var Bosna sokaklarında
korkulu bir rüya
sıkışmış mengeneye tabirler
kurşun olmuş aydınlık
tutulmuş güneş
siyaha vurulmuşum beyaz lekelenince
kekeme bir intizar fışkırırken içimden
yelken açıyorum şifasız yaralara
kanadı kırık inançlarım ışıtmıyor ruhumu
ne de sokak lambaları
uryan kalmışım pervane yalnızlığımda
vergisi fazla bu aşkın, diyeti ağır
yüreğim soğumuyor feryat cehenneminde
yanıyorum tam da üşüdüğüm yerde
kafiyesiz aşk bu
en karanlık sayfalarında tarihin
daha yakılmadan ateş
yazı icat edilmeden daha
zincirlemişim ruhumu deniz gözlerine
Kâlû Belâ’da
ismin dudaklarımda zikir
fikrim heyelan altında
zemheri bir ayazda / susuyorum
“fırtına öncesi bir sukut bu”
mahşeri bir gürültü
unuttun mu? nadasa bıraktığım gün vuslatı, çoraktı yüreğin
yağmur duasına çıkmıştım ya hani..
hani kurban etmiştim ya kendi ellerimle kalbimi,
adağım sendin işte
senin için bağlamıştım çaputları iğde dallarına
sulamıştım nilüferleri
vuslat pınarında
yıkansın diyordum kor yürekler
heyhat! aksis mundi
sevgi yağmurlarından damıtılmış ateşlerde, donuyorum şimdi
kafiyesiz aşk bu
kifayetsiz bir sevda
eğiriyorum yumak olmuş karanlıkları
pusulasız kalmışım Araf’ta
dayanmış kapıma gece
nasır tutmuş bekleyişlerde hüzün
tek mevsim var zihnimde
bir parça kara kış, bir salkım yaz
hülasa sonbahar, hazan, güz
alaca bir sevda bu, alaca karanlıkta
birazcık gece, bir tutam gündüz
sözde ikramiye günü yarın bir busecik zamla
tarihi satın alacaktım yalanlardan
mecnuna aşk satacaktım pazarlıksız
yakamozlar altında
heyhat! aksis mundi
renklerimi kaybettim ararken ahengimi
rahmeti unuttu yağmur
gri bir lanet yağıyor şimdi
açmıyor eskisi gibi çiçekler
bazen “beden” oluyorum cennetten kovulan
İbrahim’e ateş, İsa’ya çarmıh
içimi gıdıklıyor şeytan
en zayıf yerlerimde vesveseler
çivilenince kalbim aşka
kilitlenince zaman
kutsuyor beni vaftizci Yahya
kah kuyu oluyorum Yusuf’a, Kenan’da
miracım yarım
kah ikiye yarılıyor aklım
Akdeniz’de
Leyla’yı arıyorum şimdi Maria’yı kaybettiğim yerde
aksis mundi
sahi bu aşkın redifi kimdi?
kafiyesiz aşk bu
sahici bir riya
eli kulağında bir ayrılık
vuslat uzlette artık
Eros sağır, Afrodit ama
bir veba havası var Olimpus’ta
şifa olmuyor yaralara şamanların dansı
aksis mundi, gün bu gün
umutlar yeşeriyor dağlarda
Tûr’u Musa’ya bıraktım dün, Zeytin’i İsa’ya
Atlantis’i arıyorum şimdi
yanımda gül kokulu bir yetim
göbeği kesiliyor alemin
bakir bir sevinç bu, tadılmamış bir haz
bağ bozumu ayrılıklar nöbette
ümitler beyaz bakıyor yasak meyvelere
Horasan’da vakit hasat vakti
zevkleri sen topla diyorum, ıstırapları ben
Kabe’de ruh olayım
Akdeniz’de beden
kafiyesiz aşk bu
kurumuş bir papatya
su arıyor gönül kör kuyularda
bekçisi hani duyguların, zaptiyeleri nerde?
yaktım tüm anızlarını hislerimin
talan olmuş sevdaların peşinde
körkütük sarhoşluk bu
zonkluyor kasıklarımda en ayıp duygular
sıkıştırıyor göğsümü gölgesiz bir heyecan
girdap olmuş çekiyor beni derinliklere
kükredikçe kükrüyor kamçılanan arzular
Akdeniz’de
aksis mundi
Hermes’te kim
tercümanım İdris benim
lanetler okuyorum Ben-i İsrail’e, İsmail’in dilinden
bir cümle dolaşıyor hançeremde
dilimde öfkeli türküler
lodos, poyraz, alize
acı esiyor yeller acımaz dediğim yerleri acıtarak
buram buram yas kokuyor caddeler
sokakların en yakın arkadaşı ölüm
Beyt-i Lahim’de
tekbir, isyan, şehadet, küfür
fecir vakti fucûr
kan çekiliyor damarlarımdan hokkalara
kırmızı bir ayrılık bu, kırmızı bir dumur
Kerbelâyı kırmızı besteliyor nabzım
sol fa sol la
kanımda kardeş yarası
bir yanda oğlum bir yanda kızım
ağlıyorum
Maçin’de kaybettiğim kimliği, Akdeniz’de arıyorum şimdi
köprüleri yaktığımdan beri anılarımla
boşadığımdan beri hayallerimi
soruyorum
sahi, redifi kimdi bu aşkın?
nerede aksis mundi?
2004
* Aksis Mundi: ’Dünyanın direği’ demektir. Özellikle Romen din tarihçisi M. Eliade tarafından kullanılan anlam içeriğine göre bu kavram, ’her inananın dünyanın merkezinde yaşama arzusunu’ dile getirir. Esasen bu arzudan dolayı da farklı inançlar kendilerine göre farklı merkezler oluştururlar. İnanan insan dünyanın merkezinde yaşamak ve gök ile yer arasındaki bağlantının kurulduğu yerde bulunmak ister.
Evet bu işte… Şairimiz batı’ dan aldıklarını da yürek harmanında savurmasını bilen bir duygu işçisi…
Maçin’ de kaybettiği kimliğini Akdeniz’ de arayan, gök ve yer arasında, iki değirmen taşının arasında kİ direğe yakın olmak isteyen insan motifini sergilemiş bu şiirde… Bu şiir de tamamen kuvvetli vurgular, benzetme sanatları ve tarihsel akışla donatılmıştır. Ancak, bütün bunlar yapılırken Türkçe’ nin saf-arı-duru ve samimi sinesinden ayrılınmamış... Müzikalite düşünülmüş… Günümüz dünyasının önemli meseleleri dile getirilmiş…
Doç Dr. Asım YAPICI mehtapsız yaşayan ve kalbini elinde taşımaya mahkum bir şairdir. Gece yolculuğuna tutkun şair, o yolculuktan kurtulup seher vaktine ulaşmak, aydınlığa kavuşmak ister. Nitekim bir şiirinde;
“Mahkum muyum hep böyle mehtapsız yaşamaya?
Mahkum muyum kalbimi elimde taşımaya? ” der ve sonra da;
“Karanlıklar ne olur bırakın, gideyim ben
Benden başka bu yolda kimse kalmadı zaten…” deyiverir…
Bazen öylesine dalar gider ki ayrılıklara. Ben Türk şiirinde, kelebeğin de ayrılık zehri taşıdığı dizesini tek onda gördüm. Yarınlardan endişe duyan şair, sevgilisinin çağırmadan yanına gelmesini ister. Bahtına kahreder… “Ayrılık zehri taşır kanadında kelebek” diye de ”Karanlık Düşünceler” başlıklı şiirinde, duygularını ifade eder.
“Gör” başlıklı şiirinin son kıt’asında ise;
“Taşa çal korkuları, düşleri yere savur
Körelmeyen hisleri hiçlik yağında kavur
Saatleri vuslata baştan tekrar kur
Sonsuzluk ne demekmiş “Enelhak”la dol da gör” diye seslenir… Hallac-ı Mansur hayranı olan şairimiz “Delirmek Ya da Ölmek” şiirinin bir yerinde de;
“neden hep aşk diyor dilim?
Bu “ben” eski “ben” değilim
Bir şeyler değişiyor bende
Yoksa Hallac’ı öldürten fikir mi bu?
Yunus’u diyar diyar gezdiren
Aşıkları meftun eden zikir mi bu?
Ethem niçin terk etti tahtını?
Çözebilmiş değilim
Ölümsüzlük arayan biriyim”
Evet, iyi şair ölümsüz şairdir. Ölümsüzlüğe talip olan has şiir yazar. Çile çekmeyen, yanmayan yazamaz… Duymayan, çaba vermeyen de yanmaz ki… Şairleri ölümsüz olan bir Yüce Milletiz biz… Zenginlerimiz, nice yiğitlerimiz, uzunlarımız, kısalarımız, güzellerimiz, çirkinlerimiz ölür de belleğimizde, bilhassa öldükten sonra yaşatmaya çalıştığımız şairleri gelecek çağlara taşırız öylecesine… Yaşarken kıymetini bilemedik maalesef şairlerimizin. Bir Molla Kasım gelse de yırtsa bunca şiir yaprağını… Atsa nehirlere, göllere… Sonra bir yerde duracak nasıl olsa… O durduğu yerden sonrakiler de yeter bize. Zaten gönül tezgâhımızda gergef gergef işlenmiştir o kalan, bize kalan şiirler. Biz onlarla da taşırız gelecek zamanlara şairlerimizi…
Asım Yapıcı Hoca’ nın kaygısı da bu işte… “henüz ulaşamadan ölümsüzlüğe / ölecek miyim? / yoksa öldürülecek miyim? ” deyişinin ardındaki sebep, sonsuzluğun kapısını aralamak istemesidir.
Psikolojik alandan aldıklarını kendi felsefesi ile yoğurur ve poetikasını-şiirsel çizgisini ortaya koymaya çalışır. Bütün gayreti-çabası da bu yöndedir. Hattâ bazen felsefe de yapar. Der ki:
“bilmek istiyorum ağaçların namelerini
Kuşların mektuplarında ne var?
Bazıları neden kanatsız uçar?
Varlık nasıl var olur yokta?
Yoklukta varlık nasıl?
Yokluk varlıkta yokta
Varlıkta yokluk asıl”
Evet dostlar, rahmetli ağabeyim Halil Soyuer’ de varlık ve yokluk konusunda “Yokta noksan aranılmaz / Yasa budur var eksilir” demişti. Hatırlıyorum…
Zaman denen mefhumla başı derttedir şairimizin. O yüzden de “Duvar Saati” ne seslenir. Der ki şiirinde:
’Ya zaman beni dize getirecek ya ben zamanı...’
Yarının müjdecisi, anlaşılmaz bir sanat
Zamanı yok etmede sanki hayata inat
Ürküten nefesiyle tarihler yazan saat
*****Her şekilde sen varsın, sende gizlilik ve sır
*****Son bulsun artık nizam, ne yıl kalsın ne asır
Efsanelerden kalmış acı sesli canavar
Senin ağır kütleni nasıl taşır bu duvar
Bir tebessüm eyle de, ses verme fecre kadar
*****Seninle dursun vakit, yeter artık yakma can
*****Yoksa bir âh çekerim duman tüttürmez bacan
Çözülmeyen bilmece, zaman sanki kördüğüm
Bu muydu sonsuz hayat, rüyalarda gördüğüm?
Nasıl bir alemdi o, al atımı sürdüğüm
*****Uyandırma düşlerden, gerçeği yalan etme
*****Nikah kıy yarınlara, hasretleri tüketme
Kapı vurulur gibi sesler gelmekte üzgün
Yaşlı gözler duayla göğü dolaşır süzgün
Akrebin kıskacında eriyip biterken gün
*****Zamanın pusulası kalın, küçük bir bıçak
*****O kestikçe kan gelir ruhumdan sıcak sıcak
Şefkatle bak hüzünlü kalbime bir saniye
Mezar ve sen, yan yana, bu ortaklık ne diye
Her şey senin elinde, alem sana hediye
*****Bir tatil et bakalım, yorgunluğunu unut
*****Akrebin intiharı, budur işte tek umut
Ay geceye vurulmuş, karanlığı dağlıyor
Hasret yağlı bir urgan ümitleri bağlıyor
Akrebin kucağında şeytan bile ağlıyor
*****Ürperiyor duygular, buz kesiliyor düşler
*****Kalbin her vuruşunda azalıyor gülüşler
Ölmek mi? Ölüm bile korkar ölmekten sensiz
Hangi vuslat? Nerede? Nasıl olur bu bensiz?
Bir zifaf arzularken sevgiliyle bedensiz
*****Korkular bende kalsın, yeter ki bir kere sus
*****Ben düşlere tutsağım, düşler geceye mahpus
Bir ateş çemberinde düşlerime ruh geldi
Fırladı azap oku kendi bağrını deldi
Demin esen şu rüzgar aşk anlatan bir yeldi
*****Şafakta daha nice yaşanacak gün dolu
*****“Gidelim” diyor bir ses “zor bulduk zaten yolu”
Gel de can kardeşim, bu şiire has şiir deme bakalım… Şu güzel ifadelere bakın hele… Şu buluşlara-bilişlere… Tamamen felsefe yüklü bu şiir… İnsanın zamanla mücadelesi var… Su misal akıp giden zamanı durdurma isteğinin şaheseri bu şiir… Buradaki haykırış, buradaki samimiyet ve buradaki içten-yalın-mükemmel söyleyişi kaç şiirde bulabiliriz? Kaç şiirde? ...
Hele zamanın son noktası olan ölüm konusundaki deyişine bakın. “Ölmek mi? Ölüm bile korkar ölmekten…” ne güzel! ! Hasretin yağlı urgan olması, akrebin kıskacında şeytanın ağlamasına ne denir ki? Ve saati tatil yapmaya çağırışı ya? ... Keşke, keşke bu şiiri ben yazsaydım Asım Hocam. Sen şu psikolojik konulara – ilmi konulara dalsaydın bu şiiri yazarken de o ilham meleği bu konuyu benim gönül dehlizimden içeri atsaydı diyorum… Şakası bir tarafa, gerçekten has şiir işte bu dostlar…
Asım Hoca’ mız soyadı gibi gerçek “yapıcı”- yani “olumlu” bir şairdir. “aranıp da bulunmayan aşklar” için, dostluklar için can vermeye hazırdır. Bir ömrü bir aşka harcamaktan çekinmez şair…
Şairimizin şiirsel yolculuğunda ele aldığı konulara Türk edebiyat tarihinden değişik örnekler de verebilir, sözümü biraz daha uzatabilirim. Ama, istedim ki, bu kadar güzel bir şairin tahlili de özgün olsun. Edebiyat tarihinden misallerle konuyu geliştirebilirim. Lâkin, biliyorum ki, şairimiz 2000’ li yıllarda benim gibi yeni-çağdaş bir şiir atılımının hasretini çekmektedir. Bu hasret ile kıvranmaktadır daima…
M. Akif ERSOY’ un işaret ettiği şiirdeki “Asım’ ın Nesli” bizler olmalıyız…
Asım Yapıcı Hoca’ mıza şiirsel yolculuğunda talep ettiği o ölümsüzlük noktasına, o unutulmazlar ve iz bırakanlar menziline varması dileğimizle, selamlar ve saygılar sunuyorum.
*
Cümle dostlara,
Selamlar, saygılar sunuyorum.
Mustafa CEYLAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.