- 487 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
SIR 4. BÖLÜM.
Ne kadar baygın kaldığının hiç farkında değildi. İçine daldığı karanlık hala devam ediyordu. Sayıklamalar arasında açtı gözlerini. Flu görüntüler içinde tek seçebildiği, yanı başında duran yaşlı kadındı. Zorla bir şeyler tıkmaya çalışıyordu ağzına, diğer yandan da kolonya ile masaj yapıyordu şakaklarına.
‘’Nerdeyim’’, diye sordu, doğrulmaya çalışırken; başı hala dönüyor ve uğulduyordu.
‘’Yavaş, kızım, yavaş’’, diye tuttu kolundan kadın usulca. Altmışlarında, nur yüzlü bir kadındı, bir yandan kızın saçlarını okşuyor, bir yandan doğrulmasına yardımcı oluyordu. Odada biri daha vardı. Evet, bu adamı hatırlıyordu, belleğinde kalan en son görüntü adama aitti.
‘’Nasıl oldun, bacım; doğrusu korkuttun bizi’’, diye yaklaştı yanına, hiç de kötü biri gibi gözükmüyordu, ilk bıraktığı izlenime rağmen.
İyi hissetmiyordu ama yine de iki saat öncesine göre farklıydı, baş dönmesi yavaş yavaş azalıyordu. Bir anda aklı başına geldi: Öyle, ya, kuzenini arıyordu ve İstanbul’a varalı da henüz bir gün dahi olmamıştı. ‘’Tanrım, neredeyim, napa cağım ben bir başıma’’, diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı aniden. Kimsesi yoktu, koca şehirde bir başına kala kalmıştı. Artık geri dönmesi de mümkün değildi. İçi para dolu çantasını hatırladı aniden, çılgın gibi ayağa kalkıp, adamın üzerine yürüdü.
‘’Çantam nerede, söyle, ne yaptın çantama’’, diye avaz avaz bağırmaya başladı, sahip olduğu her şey çantasındaydı.
Sakin bir tavırla, uzattı adam kızın çantasını.
‘’Hey, sakin ol, iyilik de yaramıyor, çantan burada’’, diye fırlattı çantayı.
Açtı çantayı, her şey yerli yerindeydi, kuruşuna dokunulmamıştı.
‘’Özür dilerim’’, diye hatasını telafi etmek istercesine, yaşlı gözleriyle af diledi. Aslında teşekkür etmesi gerekirken, bir de kalkmış, adamı paylıyordu. Onların sayesinde, ölümden kıl payı dönmüştü.
‘’Gitmeliyim, size daha fazla yük olmak istemiyorum’’, demişti ki, aniden kapı açıldı. Yaşlı, beyaz sakallı bir adamdı içeri giren.
‘’Selamın aleyküm, kızım, iyi misin bari’’, diyerek hatırını sordu. Diğer yandan da adeta kaçırırcasına gözlerini, , ilk kez görmüşçesine odayı süzüyordu.
Belli ki, bakkalın anne ve babasıydı bu yaşlı insanlar. Her ne olursa olsun, bu insanları tanımıyordu, fazlasıyla da tedirgindi.
Çantasını göğsüne bastırıp, kalktı ayağa. Gitme vakti gelmişti, nereye gideceğini bilmese de.
‘’Muzaffer Abi’ye ulaşabileceğim bir telefon numarası ya da adres var mı’’, diye bir kez daha denedi şansını.
‘’O’nun adını ağzına alma artık, bacım’’, diye sert bir çıkışla karşılaşınca, dona kaldı. Ne yapmıştı ki kuzeni, ondan böylesine nefretle söz ediyorlardı. Bildiği kadarıyla, işinde gücünde iyi bir insandı. Üstelik çocuklukları beraber geçmişti, karıncayı bile incitmeyen zararsız bir adamcağızdı, tabii ki eğer değişen bir şeyler olmadıysa.
‘’Evladım, senin yeni evin artık burası, hiçbir yere gitmene göz yumamam’’, diye beklenmedik bir hamle yaptı, yaşlı adam. Ne demek istiyordu ki, onlara verdiği ne bir söz vardı, ne de tanıyordu onları.
‘’Size fazlasıyla yük oldum, kalamam, üstelik kalmıyorum da,’’ diyince, kolundan tutuğu gibi savurdu, adını bilmediği bakkal. Bu da ne demek oluyordu ki; hiçbir hakları yoktu üstelik. Neler oluyordu, kestirmek mümkün değildi. Sakin olmalı, onların huyuna suyuna gidip, bu evden bir an evvel kurtulmalıydı.
Saatin kaç olduğu ya da nerede olduğu bile önemsizdi artık. Gerekirse polisten yardım ister ve kurtulurdu ellerinden. Nasıl bir talihsizlikti bu, tanımadığı bu insanlar ne istiyordu ondan…
Çakan şimşekle fırladı yerinden. Yağmur yağmaya başlamıştı, perdenin aralığından dışarı görmesi mümkün değildi, zaten oldukça geç bir saat olmalıydı, ne olursa olsun, gidecekti buradan.
Bir anda fırladı yerinden, deli gibi sokak kapısını arıyordu, bulması da hiç zor olmadı; zira kapı aniden açılmıştı. Gözlerine inanamadı ve baka kaldı.
‘’Selam, kuzen, nasılsın görmeyeli?’’
Kuzeni, Muzaffer tam da karşısındaydı.
‘’Abi, sen…’’ diye kekelemeye başladı. Hani yoktu buralarda. Kötü bir şakaymış hepsi, diye rahatladı birden.
Muzaffer kapadı kapıyı, kilitleyip, anahtarları cebine koydu.
‘’Geç içeri’’, diye bir hamlede kızı ittiği gibi, yere düşürdü.
İnanması güç olayların içinde bulmuştu kendini zavallı kız ve olanlardan en ufak bir şey bile anlamıyordu. Belli ki, ortada esrarengiz bir şeyler dönüyordu. Madem, kuzeni bir yerlere gitmemişti, peki ya, şimdi olanlar neyin nesiydi.
Burnu kanıyordu, umursamadı bile; bu insanlar ondan ne istiyordu, üstelik kuzenini böyle davranmaya sevk eden neydi.
Uzun sürmeyecekti, bu soruların cevabını bulmak, lakin öğrendiği vakit de pişman olacaktı öğrendiğine…
YORUMLAR
doğrusu eski türk filmlerinden birini izler gibi oldum :) başlangıç güzeldi gerilim ve gizem vardı fantastik bir şey çıkacak sanmıştım olay kurgusu bu kadar açık olmasına rağmen başlangıçta oluşturduğunuz bu gerilim ve gizemden nasıl faydalanacağınızı bu unsurları nasıl fonksiyonel hale getireceğinizi de merak etmekten kendimi alamıyorum çünkü şu aşamadan sonra oldukça zor gibime geliyor kaçış- savaşım- yenilgi ya da zafer kaçış aşaması bile bu kadar uzadığına göre öykünün uzaması tehlikesi var
yazacağınız sürpriz ve etkileyici sona inanıyorum
bu yüzden merakla bekleyeceğim sonunu
sağlıcakla esen kalın
Hayır hayır! kesinlikle kısa kesme. Kalemini serbest bırak. Sonu nereye varırsa oraya kadar gitsin. Şimdi yazmak istiyorsan yaz, ileride insanın canı yazmak istemiyor. Benim bir öyküm vardı, bu sitede paylaşmış ve sonra roman olarak bastırmaya karar verdiğim için sildirmiştim tam 100 bölüm olmuştu ve bitmemişti hala bitmedi. Çünkü iç,imden yazmak geldiği zaman yazmamıştım. Şimdi hiç yazmak istemiyorum.
sen yaz.