- 3813 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KURBAN BAYRAMI VE KÜCÜK İNEK
Ahmet, "anneciğim Emre bize gelecek bu gece de bizde kalacak." Dedi.
Emre’nin sevdiğini bildiğim türden bir kaç çeşit yemek yaptım.Emreyle görüş-
meyeli bayağı bir boy atmış kocaman delikanlı olmuştu. Okulunu bırakarak
bir tamircide çıraklığa başladığından beri görmemiştim onu.
Biraz oturup hal hatır sorduktan sonra sofraya geçtik.Emre, özene bezene
hazırladığım yemeklere el sürmeyince, belli etmemeye çalışsamda bozuldum.
Emre "teyzeciğim et var da ondan yiyemiyorum" dedi." Bu sözleri beni şaşırtmıştı.
Çünkü ete olan düşkünlüğünü okul yıllarından biliyordum. Emre bu davranışının
altında bir şey aramamdan rahatsızlık duyarak "anlatayım teyzeciğim." dedi.
"O zamanlar beşinci sınıfa gidiyordum. Ayşe ablam da benden iki sınıf ilerde.
Gelecekle ilgili kocaman hayallarimiz vardı minik yüreklerimizde. Derslerde hiç de
fena sayılmazdı..
Babam inşaat kalfasıydı. Kimseye muhtaç olmadan geçinip gidiyorduk. Gelirimiz
sınırlı; ama hayatımız hep planlıydı. Hatta babam çalıştığı kooperatif evlerinden bir de da,
ireye girmiş bir kaç ay sonra evimize taşınacağımız sevincini yaşıyorduk. Kaba inşşatı
bitmiş, evin şekli ortaya çıkmıştı. Ben odamın duvarına asacağım resimler yaptım annem
dantel masa örtüleri... Kaç kere bakmaya gitmiş, hayalimizde aldığımız eşyaların yerini el
birliği ile kaç kez değiştirip durmuştuk.Hele evimizin borcu bitince babamın söz verdiği genç
odası takımı nasıl da ışıltı düşürüyordu gözbebeklerimize.
Derken 17 Ağustos gecesi korkunç bir sallantıyla uyandık. Tatlı rüyalarımızın bizi
terkedişinden bihaber. Çok şükür ne bizde ne de yakın çevremizde bir ziyan yoktu.
Boş alana tüm mahalle toplandık, Biraz korku kalsa da yüreğimizde, güle oynaya sabahladık.
Ancak elektiriklerin gelip televizyonların açılmasıyla korkunç gerçek Ağustosta çığ düşürdü
yüreklerimize.Tüm ülkem gibi bu korkunç felaketin getirdiği kıyım ve yıkımla harap olduk.
Naklen izlediğimiz kurtarma çalışmalarında yaralılarla yaralanıp ölenlerle defalarca öldük.
Ülkenin kalbi hep aynı yerde atıyor gözyaşları hep aynı acıyla akıyordu. Elimizden gelen
bir şeyin olmamasının ezikliği içerisinde.Devlet baba harıl harıl çalışıyor yaraları sarmaya
uğraşıyordu.
Bizim evimiz yıkılmadı. Kimseye de bir zarar gelmedi. Farklı yerlerimizden yaralandığımızın
farkına sonradan vardık. Depremle birlikte inşaatlar durmuş, babam işsiz kalmıştı. Ne kira ödeye
biliyor ne de dairemiz için gerekli olan aidatları yatırabiliyorduk. Televizyondan gördüğüm
kadarıyla, bazı insanlar bu durumdan hiç etkilenmemişlerdi. Kumarhaneler eğlence mekanları
dolup taşıyor, bar ve pavyonlarda zil zurna sarhoş oluncaya kadar içiliyor, milyarlarca lira
harcanıyordu.
Babamın arada bir bulduğu tadilat işlerinden kazandığı para evi idare etmeye yetmiyordu.
Olay yerinde inceleme yapan dedektif gibi, her kuruşun harcanmasından mesul ögeleri mer-
cek altına alıyorduk.Bu hesap devrinde ilk sırada göze çarpan telefonu kapattık. Musluğu biraz
daha kısıp ampülleri biraz daha küçülttük. Lokmalarımız bir kaç tike daha azaldı.
Annem bir evde küçük miktarla olsa da işe başladı. Kış boyunca babama hiç iş çıkmadı.
Ümitlenerek gidiyor, üzülerek geri dönüyordu. "Çoluk çocuğum aç açık kalırken elimden bir şey
gelmiyor, keşke ölsem." Gibi kötü kötü laflar ediyordu. İş için çalmadık kapı bırakmamıştı.
Ramazan bayramı yaklaşıyordu. Babam Şubat ayının bir Pazartesi günü eve sevinçle
döndü. Hüzünlü gözleri mutlu ve heyecanla bakıyor aylardır uçup giden rengi geri gelmiş
yüzünü mutluluğa boyuyordu. "İş buldum iş, üstelik sigortalı, evraklarını topla gel dediler
kötü günler artık bitti. Bu gün tüm işlemlerimi bitirmeliyim!" diyordu. Bizleri kucaklayarak
evden uçar gibi çıktı.
Bir kaç saat sonra kapı telaşlı telaşlı çalındı. Gelen karşı komşumuzdu. Yüzünde ürküten
bir ifade vardı. "Korkmayın ama babanız ufak bir trafik kazası geçirmiş!" dedi. Annemize
ulaşacak telefon numarasını alıp gitti.
Hastaneye gittiğimizde babamın rengi sapsarıydı. Kol ve bacağı alçıya alınmış, başında
sargı vardı. Kırmızı ışıkta geçmeye çalışan bir araç çarpıp kaçmıştı. Biz sağ kalabildiğine dua
ederken, o yaşlı gözlerinden utangaç bakışlar yolluyor," neden ölmedim yükünüzü artırdım."
diyen iniltili sesinden dayanılmaz bir acı aktarıyordu yüreklerimize.
Babamın taburcu edilişine sevinememiştim bile. Ona gerkli olan bakımı evde sağlayamaya
cağımızı düşünüyordum. Sosyal güvencemiz bulunmadığından zaten aidatlarını ödeyemediğimiz
dairemizden feragat etmiş, elimize geçen parayla hastane masraflarını ödemiş üç ayılık da
geciken kira borcumuzu yatırabilmiştik. Sobamız yanmıyor, evimiz buz gibiydi. Babamın zıngır
zıngır titreyişini üzülerek seyrediyordum. Bir kaç komşu belediyeye telefon ederek kömür
yardımı talebinde bulunmuşlar, yok denilmiş. Önceden kayıt olmak gerekiyormuş. Okulumuz
da yardım dağıtıyordu. Anneme ben de isteyeyim mi? Diye sordum." Sakın haa" dedi kaşlarını
çatarak" Durumumuz belli verirlerse alırsınız kimseye el açmak yok." Başka zaman olsa ben
de gurur meselesi ederdim, ama şimdi yakıp etrafında birleşeceğimiz bir sobaya ne kadar çok
ihtiyacımız vardı. Babam buz gibi evde nasıl hasta yatardı.
Şekersiz şeker bayramımız gelipte geçmişti bile. Şekere olan zaafım beni zorlamadan.
Böylesi küçük şeylerin üstesinden gelmeliydik. Üstelik ben erkektim!
Tüm zorluklara rağmen hava biraz ısınmış, doktorlar tarafından, babamın bacağındaki
alçının ömrü biraz daha uzatılırken, kolundaki alçı çıkarılmıştı. İşte Kurban Bayramı da
gelmiş dayanmıştı. İçimden bizim binada oniki daire var. Hemen hepsi de kurban kesiyorlar
nasılsa bize de et verirler annem sevdiğim yemeklerden yapar diyordum.
Ben pencereden seyrederken karşıki arsada kurbanlar kesildi, yüzüldü leğenler dolusu
evlere taşındı. Her kapı açılışında kurban payı diye koştum. Evlerde kavrulan etlerin mis
gibi kokusu beklentisiz yayıldı. Bir tek pay gelmedi. Babaannem köyden telefon açmıştı.
Komşu evden konuşurken sesim ona iyi gitmemiş. Israr ve telaşla sordu "doğru söyle
baban mı kötüleşti?" "Yok" dedim. "Bize hiç kurban payı vermediler."
Yaz aylarında babaanneme giderdik.Adına kücük dediği ufak tefek bir kara ineği
vardı. Babaannemin kücüğe olan sevgsi, kücüğün boynuzlarına bağlayıp anlına sarkıttığı
nazar boncuklarından, özenle seçilmiş dokusu yumşak renkli iplerden yaptığı örmesinden
hemen belli oluyordu." Kücük mücük ama sütü iyi. Evi idare ettiği gibi ufak tefek masraf
larımızın da hakkından geliyor." Derdi. Fırçayla tüylerini tarardı. Kücük de kuyruğunu bir
o yana bir bu yana sallayarak hoşnutluğunu belli ederdi. Hele sütünü sağarken ona
söylediği türküler uzun süre dilimi oyalar dururdu.
Kücüğümün tüyü sırma
Arpasını ettim kırma
Hadi kücük beni yorma
Düğüş anam düğüüüşş
Damarı şen cömert soylum
Kara gözlüm usul boylum
Yeşersin gezdiğin oylum
Düğüş anam düğüüüşş
Bu sene kısır seneye inşAllah kuzulayacak diye ümit beslerdi. "Deden ihtiyar nasıl dursun
katıksız?" Dedem bir tas ayran içti mi başka bir şey istemezmiş.
Bayramın üçüncü günüydü. Sabah erkenden kapı çalındı. Gelen babaannemdi. Koşup
karşıladık. Ağlayarak sarıldı her birimize ayrı ayrı. "Kuzularım size çok et getirdim" diyordu.
Evde ne varsa hemen hepsini kapıp gelmişti. Buzdolabını tıka basa etle doldurduk. Annem
acele acele doğradı. Etlerin pişerken çıkardığı cızırtılı sesler üç gündür kabaran iştahımı
daha da körüklüyordu. Ocağın etrafında ağzım sulanarak dolanıp durdum. Sofra beklemeye
tahammülüm kalmamıştı. Çatalı alıp batırdım, üfleyerek ağzıma alıyordum ki, babamın
"ahh anam ah!... Neden kestin kücük ineği? Ağzınız kuruya kaldı." Diyen sesi çalındı kulağıma.
Midemin kalkıp, başımın döndüğünü hissettim. Boğazıma birşeyler tıkanıyordu. Çatalı
atıp dışarı çıktım.
Dedemin katığı, babaannemin umudu, türküler yakarak sağdığı kücük benim canım et
istedi diye mi kesilmişti? Sofra kurulduğunda kolumdan çekip ısrarla oturttular.Yine batırdım
çatalı isteksiz ve utanarak. Göğsüme biriktirdiğim hıçkırıklarla gözümden yaşlar boşandı.
Ne oldu neyin var? diye sordukları telaşlı sorularına, dişim çok ağrıyor dişiiim! Diye cevap verdim.