- 1674 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AYLA ALGAN
Yunus Emre’yi tüm dünyaya tanıtan kültür elçimiz,
Yunus Emre’yi gazinolara sokan,
Hamlet’i oynayan,
70 yaşında hala tiyatronun mutfağında;
üreten ve gençler yetiştiren tiyatro sevdalısı,
tiyatro ve ses sanatçısı
AYLA ALGAN...
İstanbul Söyleşi Turu’mun duraklarından biri olan Nişantaşı / Valikonağı Caddesi Prof. Dr. Orhan Ersek Sokağı’ndaki ekol drama SANAT EVİ’ndeyim. Berlin’den İstanbul’a gelmeden önce, Ayla Algan-Beklan Algan çiftiyle söyleşi yapmam konusunda İstanbul’da bana yardımcı olacağını belirten ve beni ekol drama SANAT EVİ’ne davet eden Betül Yılmaz’la sohbet ediyoruz. Tam bir tiyatro hastası olan Betül, Gölcük doğumlu. 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi onun yaş gününe denk gelmiş. Değirmendere Dostlar Tiyatrosu ve Gölcük Belediye Konservatuarı’nda birçok oyunda oynamış. Ancak depremden sonra onların da yaşamları altüst olmuş. Erdek’e göç etmişler. Orada da tiyatroyu bırakmayıp, Erdek Deneme Sahnesi’nde 4 oyunda oynamış. Fakat konservatuarın tiyatro bölümü sınavlarına girebilmek ve aşık olduğu tiyatro sanatına daha yakın olabilmek için Erdek’ten İstanbul’a gelmiş. İstanbul’da oraya buraya koşuştururken ekol drama SANAT EVİ’nde Ayla Algan’ı tanımış. Orada Proje Koordinatörü olarak işe başlayan Betül, "Tiyatro tutkusunun sadece sahne üstünde olmadığını anladım..."
diyor ve devam ediyor anlatmaya:
"Ayla Hocamız şimdi sahne üstünde değil mesela. Ama tiyatronun mutfağından hiç ayrılmadı. Bizleri yetiştirmeye adamış kendisini. Ben de bunu fark ettim ve nerede olursa olsun, ama içinde tiyatro olsun dedim ve ekol drama SANAT EVİ’nde Proje Koordinatörü olarak işe başladım. Tabii ki hala sahne üstünde olmaya dair çalışmalarım devam ediyor. Oyunculuk benim çocukluğum, gençliğim, sevgilim, yaşlılığım, vs..vs.. kısacası her şeyim!.."
Bu arada ekol drama SANAT EVİ’ne gelmek için yola çıkan, ancak İstanbul’un büyük sorunu trafik tıkanıklığına yakalanan Ayla Algan telefon etti, 5-10 dakika geçikeceğini söyledi.
Ve kendine has sesiyle geldiğini duyuran Ayla Algan, İstanbul’un keşmekeş trafiğinden kurtulmuş olmanın sevinci ve şikayetiyle, soluk soluğa, ancak (1937 doğumlu: 70 yaşında) bir genç bayan edasıyla hızlı bir şekilde geliyor. Özür diliyor; tanışıyoruz. Masasına oturuyor. Her zaman içtiği sütlü kahvesini istiyor. Eşi Beklan Algan’ın bir gün önce geçirdiği mide kanamasından dolayı söyleşiye gelemiyeceğini belirtip, eşi için de özür diliyor.
Karşımda, sanatın, müzik, dans, tiyatro ve sinema dallarında büyük bir enerjiyle uğraşmış, uluslararası ün salmış, Türkiye’yi yurtdışında temsil ederek ödüller almış dev bir sanatçı duruyor. Betül’ün de dediği gibi, "o hala tiyatronun mutfağında geleceğin sanatçılarını yetiştiriyor". Ekol Drama Sanat Evi’ne eğitim almak için gelen gençler etrafını sarmışlar; onun mutluluğu ve 70 yaşında olmasına rağmen, kaybolmayan dinamik enerjisi gençlere, gençlerin mutluluğu ve enerjisi de ona geçiyor.
"Yaş yetmiş, iş bitmiş deyip; ununu eleyerek eleğini duvara asmamış"
bir sanatçı AYLA ALGAN...
Sanat yaşamına daha doğru dürüst yürümeye başlamadan, ayakta bile duramazken, duvara tutunarak SAMBA yaptığı zamandan başlıyor anlatmaya:
Sanat yaşamım SAMBA ile başlamış...
1937 İstanbul doğumluyum. Bizim ev çok gırgır bir evdi. Büyükbabam nota bilmediği halde piyano çalardı. Notaları bize paylaştırır, biz de ona tencere ve bardaklarla eşlik ederdik. Annem, Nevzat Kasman stilist idi. Şimdiki Mimar Sinan’ın olduğu yerde olan Güzel Sanatlar Akademisi’nde İbrahim Çallı’nın talebesiydi. Ressam olan annem aynı zamanda heykeltraştı da. Sabahattin Eyüboğlu’nun sınıf arkadaşıydı. Zaman zaman İsviçre’ye ve Fransa’ya giderdi. Oralardan daha bizde olmayan longplayler getirirdi. Ben hep o yeni dansları ve şarkıları içeren müzikle büyüdüm. Annem, kendisinin yurtdışında öğrendiği dansları evde ederken, daha doğru dürüst ayakta duramayan ben, onu seyredip, duvara tutunup, onun gibi samba dansı yapmaya çalıştığımı anlatırdı. Daha sonra şarkı söylemeye başladım. Fakat çok utangaçtım. Annemin elbiselerini giyip, masanın altına gizlenerek şarkı söylerdim.
Büyükada’da birçok kültür arasında büyüdüm...
Benim çocukluğum Büyükada’da Musevi, Rum ve Ermenilerin arasında geçti; onlarla büyüdüm. O zamanlar Büyükada’da pek Türk yoktu. Varsa da durumları iyi olan, zengin olan Türklerdi. Azınlıkların içinde büyüdüğüm için Rumca ve Ermenice şarkılar da öğrenmiştim. Annem sanatla haşır neşir olmamı çok arzuluyordu. Beş yaşlarında bale ve piyano kursları aldırdı. Ferdi Stadzer’in talebesi idim. İlkokulun yarısını Büyükada’da okudum. 4 ve 5’inci sınıfları Sıraselviler’deki Yeni Kolej’de, ortaokulu ise Notre Dame de Sion, liseyi de Fransa’da Versailles Lisesi’nde (1950-1956) okudum. Buradaki edebiyat öğretmenimiz bizleri hafta da bir tiyatroya götürürdü. Çok ünlü aktörleri orada seyretme imkanım oldu.
Ve Beklan Algan...
Ben liseden sonra İngiltere veya Amerika’ya gidip, İngilizce öğrenip ingiliz Dili ve Edebiyatı okumak istiyordum. Tüm bu devrelere kadar; sanat ile içli dışlı olmama rağmen, tiyatro ile ilişkim yoktu. Bu arada bir arkadaşımın düğününde Beklan Algan ile tanışmıştım. Zaten 5-6 ay gibi kısa sürede de evlendik. 51 yıldır da evliyiz. Robert Koleji mezunu olan Beklan’ın da aynı şekilde benim gibi tiyatro ile ilişkisi yoktu. Babasının işlerini takip edebilmek için Amerika’ya gitmişti. İlk önce Actors Studio’ya o başladı. Ben de arkasından gittim. Actors Studio Marlon Brando, Paul Newman ve Marilyn Monreo gibi dünyaca ünlü aktörlerin ve aktristlerin eğitim aldıkları New York’un ünlü bir eğitim yeriydi. Ders verenler arasında Elia Kazan da vardı örneğin.
New York çalışmaları...
Burada psikolojik beden dili üzerine eğitim aldık, iki sene yaratıcı drama okuduktan sonra da Of Brodway’de oyunlarda oynamaya başlamıştık. Biz zaten sahneye ilk kez Amerika’da öğrenim yaparken çıktık. O ara daha pek ünlenmemiş olan Tony Curtis yaptığı bir çalışmasında bana kendisine eşlik etmemi teklif etti. Bu çalışmalarım sırasında da beni gören bir ajans sahibi Fanny Price’ın hayatını anlatan Funny Girl (Komik Kız) adlı bir müzikal filmde oynamamı istedi. Fanny Price da kendisine benzeyen birinin oynamasını şart koşmuş. Gerçekten de kendisiyle büyük bir benzerliğim vardı. Teklif bana gelince çok heyecanlanmıştım. Ancak bana teklif ettikleri kontrat sekiz senelik idi. Marlon Brando da tavsiye etmeyince kontratı imzalamadım. Ben kabul etmeyince Barbara Straisand oynadı.
New York’ta Muhsin Ertuğrul ile tanışmamız... ve İst. Şehir Tiyatrosu’na davet...
Çağdaş Türk tiyatrosunun kurucularından Muhsin Ertuğrul o ara New York’a gelmişti. Dünya tiyatrosunu araştıran ve bu maksatla da ülke ülke gezen bir tiyatro adamıydı Musin Ertuğrul. Bizi görünce "okulu da bitirmişsiniz, daha burada ne duruyorsunuz; dönün artık Türkiye’ye..." dedi ve bizi İstanbul Şehir Tiyatrosu’na davet etti. Beklan ve ben 1960 yılında Şehir Tiyatrosu’na başladık. 1961 yılında eşim Beklan Algan’ın yönetmenliğinde "Tarla Kuşu" oyunuyla başladım Şehir Tiyatrosu’nda oynamaya. Aynı yıl, 1961’de Avni Dilligil’in yönetiminde Sartre’in "Sinekleri"nde Mücap Ofluoğlu, Zihni Rona ve Samiye Hün’le beraber oynadım. Ve arkasından "Hamlet" oyununda hem Ophelia’yı hem de erkek giysileriyle Hamlet’i oynadım. Bu oyunları "Sezua’nın İyi İnsanı" ve "Çil Horoz" takip etti. Tevfik Fikret’in "Nesrin"inde bir sene oynadım. Genco Erkal ile de "Rosenbergler Ölmemeli"yi oynadım. Paris’te Mehmet Ulusoy’un Theatre de Liberte’sinde (Özgürlük Tiyatrosu) sahneye çıktım.
"Çil Horoz"un başımıza açtığı işler...
1959’da İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun yeniden başına geçen Muhsin Ertuğrul, tiyatroyu yaygınlaştırmak, halkın ayağına götürmek için İstanbul’un Kadıköy, Üsküdar, Rumelihisarı, Fatih, Zeytinburnu gibi semtlerinde şubeler açmıştı. Bu şubelerden Zeytinburnu Tiyatrosu’nda Oktay Rıfat’ın "Çil Horoz" adlı oyunu oynuyorduk. Oraları o zamanlar köy gibiydi. Bir okulun alt katında öğretmenlere bedava oynuyorduk. Ben de başrolü oynuyordum. Vasfi Rıza Zobu "Oralarda fakir fukaranın içinde ne işiniz var!.." diyerek o tiyatroyu kapattırdı. Daha sonra ise Muhsin Hoca polislere kapıyı açtırdı.
Ve sinema... televizyon dizileri...
1964 yılında senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı, Ertem Göreç’in yönettiği "Karanlıkta Uyananlar" filminde eşim Beklan Algan ve Fikret Hakan’la beraber oynadım. Ben sinemayı pek sevemedim. Fakat buna rağmen yine 1966 yılında Atıf Yılmaz’ın ısrarıyla, onun yönettiği "Ah Güzel İstanbul" filminde Sadri Alışık’la beraber oynadım. Bu film 1967 yılında San Remo’da düzenlenen Bordighera Film Şenliği’nde "Gümüş Ağaç Ödülü"nü aldı. Rol aldığım belli başlı sinema filmleri arasında bir de 1970 yılında Montreux Festivali’nde kadın özgürlüğünü anlatan "Kadınlığın Öyküsü" filminde oynadım. Daha sonraları da "Seni Seviyorum Rosa", "Harem Suare", "O da Beni Seviyor", "Zilli Nazife", Biraz Kül Biraz Duman", "Son Söz Benim", "Salak Bacılar"... gibi sinema filmlerinde, "Biz Bize Aşık Olduk", "Üzgünüm Leyla", "Aliye", "Şöhretler Okulu" gibi televizyon dizilerinde de oynadım.
İlk özel tiyatro okulu LCC...
1966’da Muhsin Ertuğrul’un görevden alınması üzerine bizler de Şehir Tiyatrosu’ndan istifa etmiştik. Muhsin Hoca’nın desteğiyle ben, eşim Beklan Algan, Haldun Taner hep beraber Türkiye’nin ilk özel tiyatro okulu LCC’yi açtık. Buradan Macit Koper, Taner Barlas ve Rutkay Aziz gibi değerli oyuncu ve yönetmenler çıktı. LCC’nin dışında Bilsak Tiyatro Okulu’nu kurdum. Bir de eşimle beraber TAL (Tiyatro Araştırma Laboratuvarı) da çalışmalar yaptık. 1999 yılından bu yana da eşim Beklan Algan’la beraber ekol drama SANAT EVİ’nde gençleri yetiştiriyoruz. Ayrıca Plato Film Okulu’nun yeni bir projesine de katılıyorum. 24 Nisan - 26 Haziran 2007 tarihleri arasında Plato Film Okulu’nda yapılacak oyunculuk atölyesi çalışmalarında ders vereceğim.
Yunus Emre’yi tanımamla başlayan şarkıcılığım...
1972 yılında Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mukadder Sezgin Bey, Yunus Emre’nin 650. yıl dönümü münasebetiyle Yunus Emre’yi yurtdışında tanıtmak için benden üç dilde, İngilizce, Almanca ve Fransızca bir longplay yapmamı istedi. Yurtdışına lokum yollamak yerine böyle bir Yunus Emre uzunçaları göndermek istediklerini söylediler. Ben senelerce Batı tarzında büyütüldüğüm için Yunus Emre’yi yeterince tanımıyordum. Kendilerinden bana biraz zaman tanımalarını istedim. Uzun bir süre araştırdıktan sonra Yunus Emre’nin şiirlerini ve tasavvuf müziğini içeren bir longplay yaptım. Çok büyük ilgi gördü; Yunus Emre’yi Orta Asya, ABD, Avrupa ve Afrika’da tanıttım; konserler verdim. Berlin’de Schaubühne’de Yunus Emre’yi sergiledim. Çok ilgi gördü. Çünkü müzik-felsefe-şiir vardı. Fransa televizyonlarında onlara Yunus’u yorumladım. Tüm yabancı devlet başkanlarından davetler aldım, dünyanın her tarafında Yunus Emre’yi ve felsefesini tanıttım.
Zeki Müren’den gelen gazino daveti...
Yunus Emre’yi tanıtmak maksadıyla yapmış olduğum longplay sadece yurtdışında değil, tüm Türkiye’de ilgi gördü. Bu çalışmalarım sırasında Zeki Müren, bana gazinoya çıkmamı teklif etti. İnanın ben gazinoda Yunus Emre’yi yorumlarken herkes çatal bıçağı bırakıp, sezsizce beni dinliyorlardı. Böylece Yunus Emre’yi gazinoya da sokmuş oldum.
Ödüllerim...
1965 Fizikçiler oyunundaki rolümle "İlhan İskender Ödülü"
1967 "Ah Güzel İstanbul" filmi ile San Remo Bordighera Film Şenliği-Gümüş Ağaç Ödülü
1972 Devlet Sanatçısı
1973 Altın Orfe Şarkı Yarışması İkincilik Ödülü
1972 Unicef Sanatçısı
1974 Olimpia Birinciliği
1977 Polonya Pop Müzik Yarışması Birincilik Ödülü
1978 Sopot Dünya Birinciliği; Şarkı-Yorum
1996 Türkiye Yazarlar Birliği En İyi Oyuncu Ödülü.
Berlin’deki tiyatro çalışmalarımız...
1980 yılında Beklan benden önce Berlin’e gitti. Orada tiyatro araştırmaları yaptı. Arkasından Kerim Afşar, Macit Koper, Rutkay Aziz, Şener Şen ve Toron Karacaoğlu gittiler. O sırada Stokholm’da bulunan Tuncel Kurtiz ve Köln’de bulunan Dilek Türker, Peter Stein yönetiminde bir proje için Berlin’de buluştular. Bu topluluğun içine ben de katıldım...
Bu çalışmalardan bir tanesi Keloğlan adlı oyundu. Keloğlan’ı Şener Şen oynamıştı. Alman okullarından öğretmenler de gelmişti oyuna. Ve bize daha sonra "İlk defa Alman çocukları anne-çocuk kucak kucağa sizin resimlerinizi çiziyorlar" dediler. Schaubühne’de oyunu seyreden çocukların çizdikleri resimlerden oluşan bir resim sergisi de açmıştık. O aralar Berlin Senatosu’ndan yaptığımız çocuk oyunlarını araştırmak için bilirkişiler geliyorlar oyun hakkında rapor yazıyorlardı. "Doğrudur" diye rapor yazmışlardı. En çok tutan oyunumuz ise "Giden Tez Geri Dönmez" oyunu idi. Oyunu seyreden Almanlar hüngür hüngür ağlamışlardı. Tabii bu oyunları Alman Senatosu destekliyordu. O ara bu yardım kesilecekti. Bunun üzerine arkadaşlar beni senatörle konuşmaya gönderdiler. Senatör bana:
"Benim işçim televizyon seyreder, birasını içer ve sızar; tiyatroya gitmez. Benim işçim tiyatroya gitmezken, senin Türkiye’den gelen işçin mi tiyatroya gidecek!.." dedi.
Bunun üzerine ben de
"Benim çocukluğumda Almanya’nın çıkardığı mersedes arabaların renkleri ya siyah, ya beyaz ya da lacivert idi. Ancak şimdi kırmızı renk mersedes yapıyorsunuz!.." deyince, "Ne ilgisi var konumuzla?" diye sordu; "Onları benim işçime satıyorsunuz!.." dedim. İşçilerimize "Keşanlı Ali Destanı" müzikalini oynuyorduk. Haldun Taner’de vardı. Alman Televizyon ekibi de çekiyordu oyunu. Oyundan sonra işçilerimize soruyorlar: "Senatörlük sizin sanatçılarınıza para vermek istemiyor. Siz ne diyorsunuz? Tiyatro istiyor musunuz?" İşçilerimiz ne cevap verdi dersiniz?.. "Bırak yahu, vermezse vermesin. Biz burada kaç kişiyiz! Ayda 100 DM versek; kendi sanatçımızı doyururuz!.." dediler. Bu söylenenler tabi ki Alman televizyonu ve Alman gazetelerinde yayınlandı. Ben gazete haberlerini senatörlüğe yolladım. İçine de not olarak ta "Siz, işçileriniz tiyatroya gitmez demiştiniz, bakın işçilerimizin verdiği cevapları okuyun!.." diye yazmıştım. Ve böylece istediğimiz yardımı senatörlükten aldık.
1960’lı yılların tiyatrosu ve son yılların tiyatrosu...
60’lı yıllar tiyatromuzun en güzel ve en parlak yıllarıydı. Bütün tiyatrolarımızın açılışları Shakespeare’le yapardık. Şimdi yine doluyor tiyatrolarımız. Ancak oynanan oyunların içleri boş. Neden biliyor musunuz?.. Araştırıcılık yok artık oyuncularda!..
Sadece ezber yapıp oynuyor oyununu...
Sabah provasını yapıyor, akşam oynuyor. İki ayda İbsen veya Yunan oyununu çıkartıyor. Araştırmaya vakti yok. Dizilerden farkı kalmadı tiyatro oyunlarının. Biz bunları hep söyledik; anlamadılar. Diziler de öyle. 7 senedir Ekol Drama’da Genel Sanat Yönetmenliği yapıyorum. Son zamanlarda Kemal Sunal’ın kızı Ezo Sunal ve Tanju Korel’in kızı Bergüzar Korel’in koçluğunu yapıyorum. Konservatuar bitirmiş olmalarına rağmen beni çok dinliyorlar. Çünkü sinema tiyatro gibi değil; kamera önü başka bir oyunculuk istiyor. Ben artık oyunculuk yapmıyorum. Ancak bazı dizilerde zaman zaman oynuyorum. Aliye, Şöhret Okulu... gibi. İş Sanat’ta Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği Hayvanlar Karnavalı’nda anlatıcıyı oynuyorum.
ADEM DURSUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.