- 670 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ARZULANAN GENÇLİK
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik.N.F.K
Osmanlı döneminde, bir ideoloji çerçevesi içinde şekillendirilmeye çalışılan genç modeline pek rastlanmazdı. İslâmî esasların hâkim olduğu bir toplumda buna ihtiyaç duyulmadığı söylenebilir. O dönemlerde herkes için en güzeli, İslâm’ın belirlediği sınırlar içerisinde yaşamaktı. Bunun için gençliğe gösterilen hedef ve verilen ödevler de bu çerçeve içerisindeydi. İyiliklere yönelmek, kötülüklerden sakınmak, güzeli ve çirkini bulmak zor değildi.
İkinci Meşrutiyetin başlarında idealler ön plâna çıkmaya başlayınca, var olan durumdan bazı çevrelerin duyduğu rahatsızlık toplumda yeniden şekillenme fikrini doğurdu. Yeni devletin kuruluş felsefesinde o dönemin bazı pozitivist isimlerin etkili olduğu da bilinmektedir. Bunların amacı ise maneviyattan uzak bir gençlik hayalidir.
Bu şekildeki gençlik tasavvuru, değerlerine bağlı geniş kitlelerin hep alternatif bir nesle özlem duymasına sebep oldu. Köküne bağlı, değerlerine sahip, dönemin ihtiyaçlarına cevap veren, yeni bir ideolojiyi gerçekleştirecek, milleti içine düştüğü yozlaşmalardan, yobazlıklardan
ve en önemlisi, toplumun isteklerine cevap verecek toplumu sıkıntılardan kurtaracak gerçekçi bir nesle duyulan özlemdi. Bu özlemi, o devrin döneminde en derinden duyan ve onu giderebilmek için bütün varlığıyla çabalayan kişilerin başında, hiç şüphesiz, Necip Fazıl Kısakürek geliyordu. Üstada göre, üç ülkeye hükmeden Osmanlının kuruluşundan itibaren bir buçuk asır süren “aşk, vecd, fetih ve hâkimiyet” devrinden sonra, önce bir “sefalet ve hezimet” devri, ardından da “cüce taklitçilere ve Batı dünyasına esaret” devri başladı. Ve Necip Fazıl, bunu gençlere yazdığı hitabesinde şöyle dile getirdi;’’ Devlet ve milletinin yedi asırlık hayatında dört devre... Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hâkimiyet... İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet... Üçüncüsü bir asır... Allah’ın, Kur’an’ında ’belhüm adal-hayvandan aşağı’ dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü? …Son yarım asır! …İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helâke mahkûmiyet... İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören, bunları; yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi, beşinci devrenin kapısı önünde nur infilâkı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik. Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün ’dikeyleri ’yatay’ hale getirecek bir çığlık kopararak ’mukaddes emaneti ne yaptınız? ’ diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik.’’ Üstat, bütün arayışların sonunun Allah’ı bulmak olduğunu ve gençlerin yalnız Allah’ı bulduktan sonra hidayete ereceğini, halkın Allaha inandıktan sonra refaha ereceğini dile getirmekteydi. Gençlikle her şeyin üstesinden gelebileceğini biliyordu üstat. Bu nedenle yaşadığı dönemde Yeni Nesil başlıklı yazısının ilk paragrafı şöyledir:
“Yepyeni bir nesil yoğurmak borcundayız! Potininin burnundaki çividen saçının en üst teline kadar, yepyeni, dipdiri, yakın maziye doğru hiçbir örnek tanımayan, eşiz bir zarafet, dikkat, heybet, hâkimiyet, pırıldatıcı bir nesil… Dışından güneş gibi aydınlık bu neslin bütün nuru içinden gelecektir. O nurun ismi de olanca asliyet ve saffetiyle İslâm’dır.”
Üstat, maddeden çok manaya geçmeyi önemsemiş ve bununla birlikte gelecekteki gençliğin İslamla bütünleşmesi için elinden gelen bütün gayretleri sarf etmiştir.
Necip Fazıl, yaşamının yarım dönemlik geçmişinde, gençliğe ışık olmaya gayret göstermiş, bütün nefesini bu yolda sarf etmiştir. Gençliğin istediği kıvama gelmesi için mücadele vermiş konferans ve hitabelerinde, günlük yazılarında, tiyatro ve romanlarında, “Dava ve Cemiyet” ana başlığı altında topladığı şiirlerinde bir yandan bu gençliğe duyulan ihtiyacı ve bu gençliğin vasıflarını ortaya koyarken, bir yandan da onun istikametini göstermiş ve ödevlerini hatırlatmıştır. Toplumda beklenilen ruhun yeniden filizlenmesi için gereken ortamı sağlamaya çalışmış, moral gücü sağlayan bir lokomotif görevi üstlenmiştir. Hep Hakk’ı anlatan üstat gençlerin de bu yolda yürümesini istemiştir. Her zaman tek kurtuluşun İslam’da olduğunu vurgulamış ve gelecekte genliğin İslam’ı yükseltecek tek çıta olacağını belirtmiştir.
Dinini bilen, kendini bilir. Kendini bilen hayatını nasıl yönlendirmesi gerektiğine karar verir. Şayet Üstadın istediği bir gençlik olsaydı, günümüzde içinde bulunduğumuz dönem çok farklı olurdu. Gençler üzerine kurulan bu düzenin, gençlerin İslam’dan uzak olması, saygı ve sevginin olmaması, öz değerlerimizi yitirmiş olmamızdan kaynaklanıyor. İblisin vesvese verdiği yüreğin çabucak kanması ve nefsimize mahkûm olmamız İslam’dan uzak olan bir gençliğin en önemli göstergesi değil midir? Evet, gençliğin gerçekten İslam’a ihtiyacı var ve tek kurtuluş yolunun hak yolu olduğunu belirtmek istiyorum.( Tıpkı Konya’da mana ‘ya ulaşmaya çalışmak gibi…)
Üstat, hayalini kurduğu yeni nesille ilgili görüşlerini, Gençliğe Hitabe’sinde, bazı konferanslarında ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaktadır. Aslında, 1969 yılında değişik şehirlerde büyük ilgi uyandıran Özlediğimiz Neslin Vasıfları konferansı ve 1975’te İstanbul’daki Milli Gençlik Gecesi’nde okuduğu Gençliğe Hitabe, Gençlik başlığı altında verilen düşüncelerin, yoğunlaştırılmış şekilleridir, diyebiliriz. Bu yazdıklarından yola çıkarak Necip Fazıl’ın düşlediği gençlik şöyle özetlenebilir:
‘’Halka değil, Hakka inanan; meclisinin duvarında ’Hâkimiyet Hakkındır’ düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik.
Bu gençlik, ne bugünküne ne de dünküne benzeyecektir. Zira günümüz gençliği amaçsız, sorumsuz, başına buyruktur. Bu gençlik yalnız Peygamber Efendimizin (s.a.v) gölgesinde büyüyecek ve tutunacak, onun yolunu takip edip, bunu tatbik edecektir. Yeni nesillere ışık olup; sahabeleri örnek alacaktır.
Peygamber’in “kılavuz”luğunu çok önemser üstat. Sakarya Türküsü’nde, buna vurgu yapar.
‘’Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!’’
Üstadın dilediği gençlik, ayrıca şu değerlerin hepsine sahip olacaktı: Ahlâk, edep, hicap, saffet, ölçülü heyecan, hakiki vecd, aşk, zerafet ve estetik, nefis muhasebesi, zekâ ve irfan, zamana ve mekâna hâkimiyet duygusu, eşya ve hadiselere hâkimiyet, ideal, yırtıcı hamle ve hareket yeteneği, hem maddî hem ruhî dirilik, gözü karalık, özgüven, fedakârlık ve disiplin, çile ve ıstırap çekme kabiliyeti… (Necip Fazıl’a göre bu, oluş humma ve memuriyetinin tek nişanıdır)…
Necip Fazıl, özlediği neslin kaynağının çıkacağı yer olarak Anadolu’yu görür. Anadolu halkının; öz değerlerine sahip olduğundan, bu vatanın aslî sahibi iken ruhî ve içtimaî meseleler onları yıldırmış “ nefes alınmasına müsaade edilen bir sığıntı” haline getirmiştir. Horlanmış, bir kenara atılıp kaderine terkedilmiş bir harabe gibi, sahipsiz bırakılmış olan bir halktı Anadolu insanı… Üstadın amacı; içindeki cevherlerini, değerlerini ve yaşama hevesini büsbütün yitirmemiş bu halkın gençliğini tekrar eski haline getirmekti. Diyor ki:
“Biz, yanmış ve haşlanmış ellerimiz, nokta nokta iğnelenmiş parmaklarımız, içine kan oturmuş tırnaklarımızla bir şekillendirme işine çalışıyoruz. Şekillendirmeye çalıştığımız bütün bir gençtir. İsmi Anadolu Gençliği… Eğer bu gençliğin bir iki baş örneğine maya tutturabilirsek mesele yok… O, kendisini basamak basamak nesilleştirir ve bir ‘safkan’ halinde kol kol şecerelendirir…”
N. Fazıl, Gençliğe Hitabe’sinde nasıl bir gençlik istediğini tam olarak bize göstermektedir. Ve şöyle beyan eder üstat fikrindeki gençliği;
‘’Tek cümleyle, Allah’ın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezayı bütün yıldızlarıyla manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak ve O’ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak tanımayacak ve O’nun düşmanlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik...
Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil! Allahın selâmı üzerine olsun...’’
Bütün bunların sonucunda anlaşılan şu ki; Üstadın dilediği ve istediği gençlik; Hak yolunu kendine yol seçen, Peygamber Efendimizin (s.a.v) yolunu kendine yol bilendir.
Bütün bunların ışığında bize düşen görev; yeni nesil gençliğin, Hak yoluna iştirak ederek geleceğe ayna tutacak davranışlarda bulunulmasını ve onların yobazlıktan, hoyratlıktan, avarelikten kurtarılarak, Peygamber Efendimizin (s.a.v) güzel ahlakını, insanlara verdiği değeri, Hak yolunda gitmeyi, iyimserliği, kalbin huzura erişmesini ve onlara kendi öz benliklerini bulmalarını sağlamak, insanlara doğruyu, iyiliği ve güzelliği nakşetmeyi öğretmektir...
Allah’ın rahmeti üzerine olsun…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.