- 322 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Alemlerin Sultanından Miras Kalan Görev
Bazen öyle bir döneme girer ki insan ,ne yapacağını,nereye gideceğini bilemez.Kelimeler,cümleler karmakarışıktır onun için.Nokta nereye virgül nereye karıştırır sürekli.Rayına koyamaz hiçbir şeyi.Tam o an da başlar düşünmeye. Ben ne yapıyorum?Nereye gidiyorum? Anlar artık bunun böyle gitmeyeceğini, bir şeyleri yoluna sokması gerektiğini. Düşünür,düşünür,düşünür… Uçsuz bucaksız uçurumlarda savrulup durur.Amansız denizlerde sorularına cevaplar arar. Nerede, ne zaman ve nasıl? Lakin bulamaz. Bulduğunda ise bir bütün olacaktır. İşte böyle başlar aşka giden yol.Aşk değil midir her şeyin anahtarı.insanın ruhunda başlayıp Allah’ta fani olan aşk.Kelimelere dökmesi imkansız,yüreği yakıp kavuran aşk… Nasıldır aşk?Yaşamayan bilmez derler ama insan yaşarken de bilmez ki hepsi gelip geçicidir.Ne kadar üzülürse üzülsün,ne kadar ağlarsa ağlasın,ne kadar hayal kırıklığına uğrarsa uğrasın…Aşk zordur,tehlikelidir ama ilahi aşka da kapıdır aynı zamanda. İlahi aşk her şeyin başladığı ve bittiği noktadır.*İbrahim(a.s) ın ateşe atıldığı zamanki teslimiyeti,Hz.Davud’un eliyle ateşe şekil vermesidir. Hz.Musa’nın kızıl denizi ikiye bölen asası,Hz.Muhammed Mustafa’nın doğar doğmaz ‘ümmetim ümmetim’ demesidir.* Peki ümmetim ümmetim diyen Rasul için yaratılmışken tüm kainat onu sevmemek niye.1400 yıl öncesinin imkansızlıklarına rağmen,ülke ülke islamı tebliğ eden,El Mübelliğ olmaktan asla vazgeçmeyen,onca işkenceye rağmen Lailaheillallah demeyi bırakmayan nebiye aşık olmamak niye...
EL MÜBELLİĞ… Müjdeleyen… Tebliğ eden… 610 yılının ramazan ayının Kadir Gecesinde Efendimiz’in omuzlarına çok ağır bir vazife yüklenmişti.Arap toplumunun Allah’tan iyice uzaklaşmış olduğu,putlara taptıkları cahiliye döneminde Allah’ın getirdiği emir ve yasakları insanlara iletmeli,aktarmalıydı Alemlerin sultanı.Başlarda gizli gizli sürdürdü davetini.Ama açıktan davet vahyi gelince gizlemeden müjdelemeliydi Rabbini. İlk olarak aile içerisinde bir yemek düzenledi Rasulllallah.Daha sonra Safa tepesine çıkıp tüm Mekke halkını hakka davet etti. Kimisi taşladı.. Kimisi hakaret etti… Ama o Kuranı Kerim’de emredildiği gibi tebliğ ederken asla yumuşak ve hoşgörülü davranmaktan vazgeçmedi.Onca yıl sonra bile ,Müslüman sayısı çok az olmasına rağmen her zaman dimdik durdu ve sabretti.
Bir gün Ashab’dan Habbab(r.ah) Hz.Peygambere(s.a.v) gelerek: ‘Ya resullallah !Çektiğimiz şu işkencelerden kurtulmamız için Allah’a dua etmez misiniz?’ dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz ‘Sizden önceki ümmetler için öyle kimseler vardı ki demir taraklarla bütün derileri,etleri soyulup kazınırdı da bu işkence yine onu dininden döndüremezdi.Testereyle tepesinden ikiye bölünürdü de yine bu işkence onu dininden döndürmezdi.Allah elbette İslamiyeti tamamlayacak ve üstün kılacaktır’ diyerek tesellide bulundu. Ve sabretmelerini gerektiğini belirtti.
Yine bir gün devs kabilesine mensub Tufeyl(r.h) adli bir sahabi Mekke’ye geldi.O zamanlar daha islamiyeti kabul etmemiş olan bu zat tüm engellere rağmen Peygamber Efendimiz’le görüştü ve Müslüman oldu. Memleketine döndüğünde ise yakınlarını İslam’a davet etmeye başladı.İlk olarak da çok sevdiği babasını cehennem ateşinden kurtardı.İşte sağlam ve olgun iman Tufeyl(r.a)’ın hayatını büyük bir ölçüde değiştirdi ve onu bir davetçi yaptı.Peygamber Efendimiz(s.a.v) ise davet edenlerin en güzeli en hayırlısıydı.
Hz. Peygamberin huzuruna bir keresinde İslamiyete iyice ısınmamış olan bir Arabi geldi.Peygamber efendimiz arabinin istediklerini verdikten sonra ona ‘Seni memnun edebildim mi?’ diye buyurdu. Arabi ‘Hayır buda bir şey mi sanki diye söylendi.Bundan dolayı ahsab çok sinirlendi ve arabinin üzerine yürüdü.Ama peygamber efendimiz(s.a.v) o kadar merhametliydi ki ashabını durdurdu ve arabinin istediklerinin devamını da verdi.
Aslında Rasullallah’ın merhametini sadece bu olayda değil hayatının her karesinde görebiliyoruz.Tebliğ vazifesini yerine getirirken de merhametine şahit oluyoruz.Zaten nasıl olmayalım ki…Başkalarının iyiliğini isteyen biri neden onlara şefkat ve merhamet göstermesin ki…
İşte bizler böylesine inanç sahibi,böylesine bilgili,böylesine doğru,böylesine sabırlı bir peygamberin ;son konuşmasında ashabına tebliğ ettim mi diye soran, evet tebliğ ettin cevabını aldıktan sonra Allhumme şed!, Allahummde şed! Allahumme şed! diyerek Allah’ı şahit tutan bir Nebinin ümmetiyiz.Ama ne yazık ki zaman içerisinde kim olduğumuzu ve asıl görevimizi unutuyoruz.Önceden de olduğu gibi,aynı ashabın yaptığı gibi, tüm müslümanların görevi İslamı yaymaktır.Hz.Muhammed Mustafa’dan miras kalan bu görevi devam ettirmektir.Unutmayalım ki ancak bu şekilde Allah’ın rızasını kazanmış bir kul, canımız peygamberimize layık bir ümmet olabiliriz…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.