KÖRÜM SAĞIRIM LALİM
Kendi kendime kaç kez şu şekilde konuştum: “Ey kalın kafa! Sen de kör- sağır – dilsiz oyununu oynasana!” diye. Yapamadım.
Herkesin kör sağır ve dilsiz olduğu yerde gören, duyan ve konuşan her zaman suçludur. Biliyorum. Canlar yanıyor ülkemde ve ilçemde, görmezlikten gelmeye çalıştım ama yapamadım. Oysa görmeyen ne de çoktu! İmdatlar geliyor her bir yerinde dünyanın, duymazlıktan gelmeye çalıştım ama yapamadım. Oysa ne de çok sağır varmış! Haksızlıklar oluyor gözümüzün önünde, susmak istedim ama yapamadım. Oysa ne de çok dilsiz varmış! Körlerin, sağırların ve dilsizlerin birbirini ağırladığı bir yerde elbette haksızsın! Bu körlük, sağırlık ve dilsizlik mecazidir bedeni değil!
Ey işitmeyen çoğunluk! Duyuyor musunuz beni! Ey görmeyen topluluk! Görüyor musunuz beni! Ey sessiz yığın! Konuşuyor musunuz? Kabul ediyorum hata mı, özür diliyorum sizden! Konuştuğum anlattığım için yanlışları, duyduğum ve dillendirdiğim için olumsuzlukları ve gördüğüm ayan ettiğim için kötülükleri!
Bir cenaze var karşınızda musallada. Siz kalkmış halay çekiyorsunuz. Kimse “Orada bir cenaze var; ayıptır, günahtır, oynamayın.” demiyor. Orada cenaze yokmuş gibi takılıyorsunuz ve sizin gibi düşünmeyeni de bu kör oyununa davet ediyorsunuz. Ayıptır, günahtır, yapmayın. O cenaze bir an önce defnedilmelidir. Defnedilmezse ortaya yayacağı koku ve yayacağı hastalıklarla uğraşmak zorunda kalacaksınız.
Kadını kör adamı sağır eden bir toplumda; kadına: “Bak şu güller ne de güzel; boy boy renk renk!” derseniz olmaz. Onunla dalga mı geçiyorsunuz? Ya da aynı toplumda adama: “Bak şu melodi ne de güzel!” derseniz yine olmaz. Oyun mu oynuyorsunuz? diye sorup cevap aldığımızda kişilerin istediği şeylere kör olacağı ve sağır kesileceği; istemediği durumları da göreceği ve duyacağını anlıyoruz.
İstediği şeyi gören ve duyan, istemediği şeyi görmeyen ve duymayanların dünyasında hakikat nasıl yüzünü gösterir ve nasıl çıkar ortaya? Bir toplum düşünün ki duysun ama işine gelmediği şeyi duymazlıktan gelsin, bir toplum düşünün ki görsün ama işine gelemediği şeyi görmezlikten gelsin.
Bilerek yahut bilmeyerek her sabah birazcık uyuşturucu almış gibi uyanıyoruz ve onun vermiş olduğu uyuşuklukla kararlar alıyoruz, hükümler veriyoruz. Mahmur ve mahkûm bir şekilde kala kalıyoruz ortada, karalara saplanıyoruz kalıyoruz durmadan. Yürüdüğümüzü zannediyoruz oysa yerimizde sayıyoruz; konuştuğumuzu zannediyoruz oysa susuyoruz. Bir toplum uyuşturulmuşsa sağlıklı bir şekilde düşünebilmesi ve düşündüklerini uygulayabilmesi nasıl mümkün olsun?
Yazar ve şairleri susan bir toplum kaderine razı olsun! Köhnemiş duygularına, çürümüş saplantılarına, küflenmiş önyargılarına kul olsun. Geçmişin övgüsünden bir türlü kurtulamayan ve oraya demir atıp oradan çıkamayanlar bugünü nasıl idrak edip yarını nasıl göreceklerdir? Ufuk ve çığır açacak kalp ve beyin ehli olanlara selam olsun. Özgürce düşünebilen ve bunu dile getirebilen cesur adamlara selam olsun.
Eleştirme diyor zavallının biri, haddi aşma diyor çaresizin biri, çizgiyi geçme diyor yamuğum teki! İyi de had neresi, çizgiyi kim çizdi? Kıramayacaksak içimizdeki prangaları ayağımızı nasıl atacağız yarının serin ve huzur veren sularına! Bugünün kirli ve bulanık akan suyu boğmaz mı hepimizi? Kral çıplak diyenlerin olduğu bir yerde emin olun ki her şey berrak olur.
Sen hep böyle zayıf kalacaksın korkak adam! Ve baykuşun güneşten korktuğu gibi korkacaksın hakikatten! Ya da güneşi yok sayıp kendisini dünyanın aydınlığı zanneden ateşböceği gibi yalandan yaşayacaksın sonsuza değin! Ta ki biri kalkıp “Sen güneş değilsin ama!” diyene kadar!
Yaşayan cesetlersiniz ve birileri gücüyle, atına binmek için sizi ayaklık olarak kullanacak hep! Çünkü ceset olduğunuz müddetçe zayıflıktan kurtulamayacaksınız. Esaretten çıkamayacaksınız. Ve ayaktakımı olarak kalacaksınız.
Esnafın biri şikâyet eder hiç durmadan olması gereken ama olmayan işi yüzünden. Diğeri uyarır onu daima: “Sus!” der “İncitme makam babalarını? Yarın olmaya ki işimiz düşe!” Oysa işimizin olması için o zevatlar oradadır olmaması için değil ey halkım!
Öğrencin biri almış olduğu eğitim ona kazandırmış olduğu özgüvenle haykırır: “Biz iyi yönetilmiyoruz!” diye. Kirli ve yıpranmış bir el ağzını kapamaya çalışır hemen! “Ekmeğinle oynuyorsun evlat!” diye. Gençleri susan bir toplumun geleceği de suskun olur! Başka bir kirli el o temiz ağza yüklenir yine : “Bu anarşist fikirleri terk et!” diye. Asıl anarşist asıl kirli olan sizin ağzınız o gencin değil! Asıl ekmeğiyle oynanan susan herkestir. Oysa güneştir hakikat! Karanlığı kökünden sökecek olan, miskinliği atacak olan, yaşamı cennet edecek olan!
Kız süslenme ve beğenilme uğruna harcayacak varını yoğunu. Tek düşüncesi “Var mı benden daha güzeli daha şık olanı?” kalkıp da ayağa “Evet senden daha güzeli var o da senin annendir!” diyemeyecek asla! Çünkü senin annenin elleri işten dolayı nasırlı, yüzü güneşin altında çalışmaktan dolayı yanık, yüreği onca yoksulluğa ve darlığa rağmen yaz güneşi gibi aydınlıktır. Derdi tasası ailesidir; eşidir, çocuğudur. Senin gibi yalancı aynalara bel bağlamamıştır. Kimse kalkıp da “Kızım bu ne haldir?” diyemiyor bugün. Şair boşuna dememiş: “Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer.”
Erkek uyuşuk uyuşuk pineklemektedir. Saçlar o biçim giyim kuşam tam fiyaka… Yalnız ne elde var ne cepte! Ne kalpte var ne beyinde! Kimse kalkıp da “Oğlum tuttuğun yol yanlıştır!” diyemiyor bugün. Çünkü kimse nasıl söyleyeceğini bilmiyor. Bu yüzden konuşunca yere bakan toplumuz, gözlerin içine bakamıyoruz. Çünkü güvensiziz.
Toplum pasif ve miskindir. Toplum etliye ve sütlüye karışmamaktadır. Herkes tek tek mükemmeldir ve hatasızdır. Kendileri dışındakiler kusurlu ve hatalıdır.
Fincancı katırları gelip geçmektedir güle oynaya! Ürküten yok! Oysa bir “Ya Allah!” ünlemi dahi ayağa kaldırır toplumu. Bir “Ya Allah!” feveranı dahi yola düşürür kervanı.
Ey boş kafa! Sen de eleğin as rafa! Havaya söylüyorsun onca lafı güzafı. Kim yer kim içer sonra onca hoşafı?
Üç maymun değişti: Körüm, sağırım, lalim
Budur benin en net halim!