Hanif soylular (II)
Ortalık yangın yerine döndüğünde, pervane telaş üfürdüğünde, kusur addedilecek kimselerde, yararlılık beklenilen mahfillerde, hiçbir şey yapamayacak olanların mazereti çoktur. Yakışıksız gelişmelerin müsebbibi olarak gösterilecek bahanede çoktur. Başkalaşım tekniği teknolojiye eşdeğer hızda gelişme göstermiş ki, ummadığınız yerden veya yönden yumruk yemeye, laf işitmeye, garez görmeye alışık olmalısınız. Yoksa bu günkü yaşamı özümseyip hayattan zevk alabilmeniz, ruh ve mana ilişkisi kurabilmeniz pek mümkün değildir. Duvarlarında çıplak ayakla girilmez denilen yere, çırılçıplak girenleri görürseniz şaşırmayınız, zira onun bir etik’i açılımı, güncel tarifi vardır ve geçerliliği (af buyurun) dağdaki çobanla perdedeki rakkasenin hüviyetine aynı paralelde etkin değildir.
Vatan ve namus için can vermeye gelince ön sıralarda olanlar, hüviyeti mezhebi ve meşrebi sorgulanmayanlar, ilimden, ihsandan ve kamu nimetlerinden yararlanmaya kalktığında veya tercih koyması gerektiğinde ikinci, üçüncü sınıf muamelesi görürler. Edenler ve edilenler her ne kadar aynı zümreden olurlarsa da ettiren anlayış ve yorum, kendini (haşa) sürünün çobanı gibi görür ve kabul eder. Hatta derki; Hiç çobanın sürüye sorduğunu gördünüz mü, sizi nereye sevk edeyim v.s. dediğini? Halkı, ve onun irade beyanını bir sürü mahiyetine alıp yorumlayanlar, bunu açıkça ifade etmekten çekinmedikleri gibi onun çek ettiği demokratik açılımları, nevi şahsına münhasır bir anlayış ve muamele ile reddederler. Sorarsanız bu elit, seçkin tabaka yönettiklerinden daha çok Allah’a yakındırlar..
Yanlışa parmak basmak, hatayı belirtmek, kusurlu gidişatı su yüzüne çıkarmak, deyim yerinde ise; “Namuslu vatandaş olmak!” Öyle kitapta yazdığı gibi, insanlık görevi, yurttaşlık gereği gibi anlaşılmaz, her zaman. Yazılı kuralların ötesinde geçeri dünya edep normlarına binaen de olsa, bir eğriliği, bir olumsuzluğu, bir aykırılığı, bir kanunsuzluğu ifade etmeye kalktığınızda bir gücü akamete uğrattığınız var sayılarak tazir görür, ihtar alır, hatta cezai müeyyideye bile mazur kalabilirsiniz. Buda demek oluyor ki, bilinmeyen kurallar bilenen kurallardan daha etkin ve geçerli. Yani yasal hakların yorumlanması, refah düzeyine göre, temsil yeteneğine göre farklı anlam ve cevap iktiza ettiriyor. Bu meyanda özgürlüğü hak etmenin ne kadar zor ve meşakkatli bir uğraş olduğunu anlamamak mümkün mü?..
Siyaset yapmak, hele ki hakkı hukuku savunmak, egemenliği çoğunluğun iradesine devşirme gayretinde olmak, hukuku üstün kılmaya, adaleti sağlamaya çalışmak bilindiği gibi; “Ateşten gömlek giymek!” gibicesine sabır ve sarsılmaz iman gerektiren bir kutsi iş. En büyük bela ve musibetleri onlar görür, en galiz ifadelere onlar maruz kalır, en beter iftiralara onlar uğrar ve en çabuk onlar kaderine terk edilirler. Sanılır ki, Yevm-il mahşerde sadece yöneticiler ve alimler (bilginler) sorguya alınıp kaderden ve kazadan sorguya alınacaklar. Halbuki tabanında kendi dönemine ait, sorumluluk ve yükümlülükten teferruat hesabı olacaktır. Meşru olmayan menfaatlere ram olduğum kadar, kötü gidişata verdiğim gönül, muhabbet ve müspet destek kadar, iki cihanda da bedel ödeyeceğim muhakkak ve mutlaktır..
Öyle bir anlayışı, felsefeyi oturtup hakim kılarsınız ki, hemen herkes bir köşe kapma gayreti ve telaşındadır. Yasalar, hukuk sadece kendi gidişatına bir engel çıkmaması bakımından gözetilir. Hastane, postane ve maaş kuyruğunda bile bireyler bir önceki sırayı kapma gayretindedir. Halkın kendi bireylerine olan güveni ciddi bir şekilde sarsılmıştır. Maksat suçlu aramak değil bu suça meylin nerden kaynaklandığını bulup izale etmek, yazılı ve sözlü kuralların, yasaların aslında olduğu gibi anlaşılıp uygulanabilirliliği hususunda bütün bireylerin özgüvenini sağlamak, ortak aklı bulmak olmalıdır. Böyle bir anlayış ve ortama ne kadar susamışlığımız vardır, farkında değil misiniz? Bütün inanç ve kültürlerin kendi mecrasında, özgürce yaşanabilirliliğinin sağlandığı ve devletin her iradeye eşit mesafeden baktığı, gerektiğinde kucakladığı, sadece haktan yana olduğu, altın çağ..
Hiç kuşkum yok; Gazi Mustafa Kemal’de aynı ideallerle Cumhuriyetimizin kurulmasına önderlik etmiş, demokrasi ve laiklik gibi kavramların gereksinimini duyarak, gerçek manada uygulanabilirliği için çaba ve gayretiyle yaşamıştır. Ancak görülen o ki, bu gün en çok istismar edilen konular, bütün bunlara rağmen yine Gazinin ilke ve inkılapları üzerinden yapılmaktadır. Farklı, değişik yorum ve yaklaşımlar, haklı haksız gerekçeler, şüpheler ve varsayımlar ülkenin gündeminden düşmeyerek, gelişmesine kalkınmasına daha doğrusu muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasına mani teşkil etmektedir. Oysa, tüm bu cumhuriyet ilkelerinin, bu günkü ülke genelinde anlaşılabilirliliğini sağlamak ve bu manada özümsemek ki, bir ideolojinin galibiyeti yönünde dayatmaksızın, çoğunluğun iradesi olarak benimsemek ve yaşamak, yürütmek ve uygulamak gerekmez mi?..
Tepedekilerin kavga ve gürültüsünden haz alıp keyiflenenler, kendi keselerine bereket ve kazanç umudunda olanlar değil de kimler olabilir? Ve devletin sertleşmesi halkın umudunun zayıflaması, kırılması, üzülmesi demektir. Biz bizi temsil eden idarecilerin kavgacı, gürültücü, kırıcı ve üzücü olmasını asla temenni etmez ve istemeyiz. Biz bizi veya hakkı temsil ettiğini sanarak yek diğerine saldıran, piyasaları sarsan, ülkenin geleceğini karartan ilme, fenne ve yetkiye aklı selimi adres gösterebiliriz. Ki, bilcümle sini her türlü yakışıksız benzetmeden, küçük düşürücü ifadeden tenzih ederiz. Bizim bir ülkenin efradı olarak, birbirimize olan güvenimizi tesis etmek, haklı huzuru ve güveni sağlamak, halka hizmet yarışında bulunmak, siyasetimizin ve bürokrasimizin görevi ve ödevidir. Bu davanın gayretinde olanları, adı sanı her ne olursa olsun yürekten destekliyor ve Allah yar ve yardımcıları olsun diyoruz.
Sokaktaki insan olmak, sıradan bir vatandaş olmak demek vatana, millete ve onun sıhhat- afiyetine duyarsız olmak demek değildir ki, topluma servis edilen kamu hizmetlerinin nerdeyse ekseriyatı o toplumun ahlak, kültür, inanç ve tarihine, edebiyatına yabancı. Tezatlar at başı güncelliğini korumakta. Ülke nüfusunun kahır çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen, toplantılarda, düğünlerde, bayramlarda, resmi ve gayrı resmi sunumlarda, sinema ve dizi filmlerinde bile içkili mönülerin büyük bir gayret ve iştahla takdim edilerek öne çıkarıldığı ve gayet normalmiş, veya çağdaşlığın gereğiymiş gibi işlendiği görülmektedir. Bu ve benzeri örnekler çoğaltılabilir ki, özetle inancımızın gereği haram, (yasak) olan amellerin zor ve bir nevi baskı ile normalleştirilmeye çalışılması, acaba hangi akla hizmettir? Diğer yandan, vaziyete bakılırsa açıkça görülmektedir ki, dine ve dini değerlere lağvet etmek, suç isnat etmek, inancı çağdaşlığa engel göstermek ve hakir bakış açılarını ilmi tedarik gibi sunmak, pek ciddiye alınır kerih bir uğraş değildir..
Bu gün en medeni ülkeyi yalnız bırakın, sınırlarını ve sunumlarını, ihtiyaç kapılarını kapatın, alış verisini kesin engelleyin ki, göreceksiniz o millet veya ümmet tepelere taşıdığı gelişmişliği ile bir müddet sonra en gerilere düşer. Fitne, bir ideoloji ve inancın, fikir birliğinin, birlikteliğin bozulmasına kasıtla, gizli ve (yer yer) aşikare, amaçlı yapılan bozgun harekatının nüvesini teşkil eder. Zamana yayılmış misyonerlik çalışmaları ile, alttan ve üstten estirilen ayrılıkçı rüzgarlar, menfaat çatışmaları, görüş farklılıkları, sevgi ve saygısızlık, açlık, yoksulluk endişesi, gelecek, ikbal kaygısı düzenli ve planlı bir çöküşü gerçekleştirir. Güveni itimat ve itikadın olmadığı zeminde yapı oluşturmak, silkinmek, doğrulmak, ilerlemek kolay değildir, zira sana en önce engel olacak olanlar senin en yakın çevrendekiler olacaktır. Bütün bunlara rağmen benim düşmanlarım, o benim en yakınımdakiler veya benim gibi inanmayıp düşünmeyenler hatta beni yıkmaya çalışan fiziki varlıklar değil, bilakis benim bencilliğimdir..
Sonrası veya en doğrusu “düşünce sağlığı” ve bu iklimi koruyup kollamak benim karakterim olmalıdır. Birin veya bireyin değil onların, binlerin, milyonların sıhhat ve selametini düşünerek, içinde bulunduğum manzaranın hassasiyetlerini gözeterek, renkleri ve tonları hesaba katarak geleceğe şamil gayret ve çaba ile düşünüp hareket etmeliyim. Kısa vadeli kazanımları gözeterek, bir tebaa, kavim, kesim veya bölüğün hükümranlığı için yetki ve tedavülleri kullanmaya kalkarsam ki, elbise bedene dar gelir ve sıhhati selameti bozacak gelişmeler tebarüz eder. Bence “Hanif Soyluluk!” Allah’tan başkasına kul olmamak! Hz. İbrahim’in tebliğindeki düşünce ve zeka yapısını benimsemek, Allah’tan korkmak, milleti ve ümmeti gözetmek, hakkı hakim kılmaya çalışmak, aklı ve adaleti yılmadan üstün kılmaya çalışmak budur. Hiçbir Müslüman (haşa) hıyanet içerisinde olamaz! Bozguncu ve bölücü fikirler İslam’dan değildir. Yineliyorum; Haktan ve adaletten yana olanların Allah (C.C.) yar ve yardımcısı olsun..
Mehmet Sani Özel
06.04.2008
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.