- 863 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Afitap (tekmili birden)
Afitap
olmadık zaman yağar yağmur.. ya!
olmadık yerlerde su birikir
olmadık zaman çıkar biri karşına
olmadık küfürler ettirir..
okulun en haşarı, en bücür, en sevilen kızıydım
üstelik bütün herkese sevgili ayarlayan bendim,
ama “seni seviyorum” diyemedi hiçbir hayranım
çünkü ben herkesin, tüm herkesin sevgilisiydim!
o günler geride kalmış, lise bir hafta önce bitmişti..
o hareketli ortamdan sonra evde baya sıkılmıştım
herkes tatil yörelerinde ya da memleketine gitmişti
komşumuz Arzu Ablayla daktilo kursuna başladım.
epey aralı kursa yürüyoruz, babamın durumu malum,
üçüncü gün; okul formasından başka elbise giymişim
zümrüt yeşil.. yeni yeşil ayakkabı, aynaya bakıyorum
annem imrenerek seyrediyor.. meğerse ben neymişim,
görseniz eve nasıl geldim.. iki gözüm iki çeşme
nasıl da ağlıyorum, annemde korkunç bir endişe
"-neyin var yavrııım neyin var n’oldu sana böyle"
"biri bişiy mi dedi hehn! deyivi bi hele Arzı nerde"
çamura belenmiş çoraplarımı, ilk defa giydiğim elbisemi
yeşil ayakkabılarımı, pembe yeleğimi, çantamın halini
gösterip hıçkırdım, kahrettim, hiç bir şey yolunda değildi
"talihim yok", "kilom az", "boyum kısa", "hani sevgili"
anneciğim.. bildiğince dil döktü, "herşeyin hayırlısı"
"daha ablaların var önünde, kudurdun mu kudurası"
sonra alttan aldı "her isteyene vermem ben, gül kızımı"
annemin-babamın “Gül”üydüm, bana hiç kıyamazlardı
tekrar okul formalarımı giydim, yenileri leğene ısladık
komşu Arzu Ablayla kursa, ama bu defa minibüse atladık
ertesi gün tam orada bir gül vardı, görsen ne senaryolar yazdık
ya oğlan ağaç oldu, ya kız oğlanın başında paraladı, yazııkk
***
filmlerde bile o sahnelerde ağlardık, nihayet insandık,
aynı yerde her sabah ne güller gördük, toza bulanık,
aldık-çaldık kuruttuk, fallar baktık, bazen de almadık,
“abla bu sana” dedim, “nerde” dedi,” ah çektik” hayıflandık..
her gün sanki güle koştuk, her gün orda gül bulduk
derken güle sarılmış mesajlar, ne mektuplar okuduk
ısrarla tanışmak istiyordu, biz meraktan ölüyorduk
kimdi bu şanslı-zalim sevgili, ne hülyalar kuruyorduk
yoktu ki anasına satayım, bize de güllü mektuplar yazan
nasibimiz olmadı hiç serseri sevgiliden, filmlerdeki aşktan
bu nasıl kaderdi, mahrumduk seksapelden, boydan –postan
haşa ama, kaderine böyle zamanlarda isyan ediyor insan
***
ne kadar sürdü bilmem, kese eklendi güle
sayfalarca mektup var, bırakıverdim yere
mani olmamak gerek, çılgın sevgililere
elime geçse zilli, döveceğim yeminle
bir kuytuya saklanıp bekledik aptal kızı
ne gelen ne giden var, ne gülün muhatabı
neden sonra bir asker koşarak gelip aldı
ertesi gün zavallı, asker gene ordaydı
komutanı bu işe koştu onu besbelli
belki de çatlak cadı, başkasına gitmişti
sonraki gün gül yoktu, belki alıp gitmişti,
ya diğeri pes etti, ya da hikaye bitti
***
bir araçtan atlayan dünkü asker, kayboldu
çok sonra geri geldi, elde dünkü mektubu
bir de bizim koyduğumuz nazar boncuğu
asker öylesine derin bir hüzünle ağlıyordu..
dayanamadık; gayr-i ihtiyari, abla sordu
"-hayrola asker kardeş.. yoksa bir şey mi oldu"
başı öne eğikti, belli ki çok mutsuzdu,
gözgöze geldiler ve "-Durduu! Yenge"
ve "Mutluu!"
***
Durdu ha? ben onun adını hep Arzu olarak biliyordum
ailesinin beşinci kızı olarak gelmiş dünyaya, "Arzucum"
ablasına döndü demişler, dönmemiş.. değişmemiş durum
Fatma Teyze ne kadar firavun, Halil Amca da o kadar masum
öncekiler hep gariban koca buldular diye güya
Arzu Abla da verilmiş hemşerileri bir Alamancıya
dişini sıkmış, iki yıl katlanmış o it-züppe kocasına
şimdi kimseye eyvallahı yok, uzaktan bakar yeni aşkına
bir ben bilirim ışıklar söndükten sonra, açılan pencereyi
sabahlara kadar; sömürülen sigaranın parlayan ateşini
”asker kaçağı” bıçkın delikanlı bir 12 Eylül serserisiydi
ne okuyup-okumadığı, ne mesleği, ne aranıp aranmadığı belli
reddetse de; uyur-uyanır bakarım, ışıksız penceresinde Arzu,
bakarım, iç çekip baktığı tarafta biri, ona bakar, geceler boyu
sevemedim aslında o adamı ama sevindirirdi orada oluşu
ben de böyle seviyorum aşkı, sevmek bu! sevda bu! Arzu bu!
Arzu Abla da gördüm, renk renk iç giysileri, kozmetikleri
hem boylu-poslu-seksi, alımlı, hem de gerçekten çok güzeldi
nere gitsek gözler hep onun üzerinde, kıskanmamak elde mi
fingirdek ama bir şey varsa; asla kimseye tenezzül etmezdi
ama nerden çıktı şimdi bu Mutlu.. doğrusu aklım almıyordu
"-Mutlu" dedi.. tanıttı..”- benim rahmetlinin amcasının oğlu”,
”-sevememiştim o aileyi ama Mutlu bana hep arkadaş oldu”
"-eee.. nasılsın bakalım, anlat haydi, anlatsana Sevgili Mutlu"
Mutlu!, gözleri dolu, sesi kısık, heyecanlı, dudakları titriyordu
titreyen dizlerine, ellerine, utangaç gözlerine, hakim olamıyordu
bir türlü konuşamıyor, başını kaldıramıyor hep yere bakıyordu
hep "Dur..du..yen-ge" "Dur... du...yen-ge" diye kekeliyordu,
**
daha o hafta sonu Arzu Abla ısrarla beni çağırıyor
mutfakta bulaşık yıkıyor bana kurulatıyor..
pazara gitmişler Fatma teyze, Halil amca
"bana yoldaş ol" diyor, sıkılmış güya
"her sabah gül bırakan,"
"hani o yeşil elbiseni çamura bulayan"
"güllere mektup bağlayan,"
"dün bize koşan"
”Durdu yenge” deyip ağlayan asker..
“-Mutlu!” diyorum
”hani senin rahmetlinin amca oğlu”
..
“-sana aşıkmış meğer..”
**
“beni ilk gördüğünde çarpılmış
o gün o çamur deryası çukurun
bunca zaman Arzu’nun
bana bakarken farkına varmamış..”
“dün yenge deyip ağlayan mutlu..”
“bana vurgun mu..!!!!!!!!!”
sevindim.. gülesime gitti..
elimde çay tepsisi ile içeri
..
kapıyı girmem için açtı bana
"arzu ablaaa.."
".
!!!
“o burada!"
meğer çay ikimizinmiş..
onun işi varmış..
”-GİTMEEE” dediğimi hatırlıyorum
**
"-GİTMEEE ABLAAA"
..
"-o buradaaa"
"-dünkü ağlayan asker" “-Mutlu”
"-senin rahmetlinin amcasının oğlu"
"-benim yeni yeşil elbisemi çamur eden"
"-n’olur abla gitmee
gitme elini ayağını öpeyim"
“gitme o burada”
"-tamam kız dur"
"-geç otur ben şu bardak kırıklarını toplayayım ablam"
"-tamam"
"-hay aksi kıızz"
zangır zangır titriyorum
kolunu bırakmadım
ne dediğimi bilmeden
ardı ardına sıralıyorum
hiç o tarafa bakmadan, bağıra çağıra
kolunu bırakmadan kapıya kadar sürükleyip
eve kaçıyorum
**
epey bi süre tuvalete kapattım kendimim
musluktan başka hiç bir şeye dokunmadan
ne kadar zaman geçti bilmiyorum
neden ağladım
yüreğim pır pır
sonra geçip pencereden gözetledim
Arzu abla gülümsüyor
"gel" diye işaret ediyor
"o gitti" diyor ısrarla
“ıııhh”
“hayır”
“gelmem”
“gelemem”
“hayır abllaa”
diye her türlü işaret ettim
ellerimle
başımla
bakışımla
yalvardım “olmaz”larımla
ısrarla “gel”
ya da başka yalvarma işaretlerine..
neden sonra cesaret edip gidiyorum
usulca soruyorum
"yok" "gitti" diyor
"yemin et"
ediyor
"ölümü öp" diyorum..
giriyorum.. tedirgin
"-babana "öde" decem kızın iki bardağımızı kırdı"
"sakıın"
..
"ben öderim"
"-şaka gülümm kıyamam sana"
"ne dedi"
"ne diyecek" diyor
"-ikiniz de birbirinizden salaksınız
ama o senin için ölüyor kızım vallaha
bu çocuk yangın..
bizi her gün takip edermiş
biz hep beraberiz ya
yıllardır tanıdığı
beni görmeyecek kadar körmüş
zavallı Mutlu yaa
ama Mutlu
çok mutlu
aşık kızım aşııkkk
"yengeee dedi
Afitap beni sever mi"
"o kim len dedim"
senin adın "Afitap" mış..
herkes seni bilirmiş
herkes seni sorarmış
"Afitabı gördün mü"
“konuşmadınız mı”
“çiçeği aldı mı”
“mektuba cevap yok mu”
“o kızla evlenmezsen hakkımı helal etmem”
…
neler neler
seni dilinden düşürmüyor
bak şimdi!
"Afitabı ayarlayana kadar
gözüme gözükme” demiş komutanı
"Afitap izinindeymiş sabahları"
“-askerliğinde cılkını çıkardılar valla
aşık diye herkese izin verseler
kışlada kimse kalmaz değil mi
benimki de kaçıp durmaz böyle
…
eşşolueşşek”
..
“ulen bir adım at
öküz gibi “elleri bağlı” bakıp duruyor
ne zaman uyur
ne zaman yemek yer bilmem"
ne zaman baksam orda
"o seni seviyor be ablaa" dedim
"-haspamm..
o şerefsiz!
..
aklı sıra..
beni baştan çıkaracak
dulum yaa..
..
naahh!
hem sen..
anandan evvel ahıra girme
sen kendini düşün
ne deycez çocuğa
"ne bileyim ablacığım
ne dersen, de"
…
"ama..
olmaz"
**
her gün kursa koşuyoruz,
hep Mutludan konuşuyoruz
binlerce kez anlattı Arzu abla
başta dedikleri çok değişti aslında
sanki çok umurumda
hakkında her şeyi biliyordum
her şey güzel, harika olumlu
en güzel şey Mutlu
çamur deryasının olduğu yere kadar koşuyoruz
orada yavaşlıyoruz
bekliyoruz
geri dönüyoruz
endişeleniyoruz
..
başına bir şey gelmiş olmasın
aklıma hiç güzel bir şey gelmiyor inanın
varsa da, yoksa da Mutlu
sevmek bu mu?
sabahlar olmuyor
pencereden kolluyorum
Arzu ablanın ışıkları yine sönük
yönü yolun karşısına dönük
baktığı tarafta asker kaçağı devrimci, sözde sevgili
penceresi açık, o karanlıkta
sabahlara dek sigara içiyorlar ikisi
hep aynı manzara
puslu
benim derdim de hep aynı “asker Mutlu”
askerim ortalarda yok bir hafta doldu
ona bir şey mi oldu
yaşayamammm..
..
hafta sonu yine koştum Arzu ablaya
yine pazara gitmiş teyze amca
ne yabancı bir ayakkabı
ne bir faaliyet mutfakta
"geel" diye bir ses içerden
"havadis yok mu bizimkinden!"
"var" diyor "gözünaydın"
"sırası mı şakanın"
"şaka değil görmüyon mu"
“Allahıımm!”
"de ğil miş”
“Mutlu buuuu"
sonra bir sustum ki..
fayda etmedi Arzu Ablanın iteklemesi,
yalvarması, bin zoruyla
tarifsiz anlamsız bin nazla
içeri giriyorum
ama o tarafa hiç bakmıyorum
oturup..sesi kesiyorum
onu sürükleyip getirip yanıma oturtuyor
iteleyip dibime getiriyor
şakayla karışık dokunmak zorunda bırakıyor
ama ne mümkün “cıss” oluyor
"sen yokken bülbül kesiliyordu
geldin dut yemiş bülbül oldu"
“dilini yuttu” bu!
bin şükür iyi, sağ ya Mutluu
"ne oldu!
sabahtır konuştukların
hım Mutlu!
ya senin hanım abıla,
"acaba başına bir şey mi geldi" diye
endişelendiklerin
başımın etini yediklerin nerde
gözün aydın turp gibi işte..
o bir aylık "Afitap İzni" bitmiş meğerse
küçük hanım ikna olmuyordu
kırk defa soruyordu
hastalanıyordu
intihara kalkışıyordu
şimdi n’oldu
şimdi mutlu!
garezin banaymış demek cadı
hadi kendi elinle yedir bakalım aşkını
......
hadi gıı
hadi bakalım erkek
ver bakalım hediyeni
dur ben çıkayım da öyle"
…
o hep yere baktı durdu
konuşmak istesem de
bana da bir şey oldu
sesim çıkmıyordu
ama mutluydum tabi hemde
çoook çok çok mutlu!
ne kadar zaman geçti bilmiyorum
Arzu ablanın bıraktığı gibi
ben yerimde oturuyorum
arada bir göz ucuyla bakıyorum
o hep ilk andaki gibi
Arzu abla kahvaltı getirdi
"şimdi bizimkiler gelir" dedi
o kapıya yöneldi
çok ama çok mutluydu
seviyordum onu
..
acaba hediyesi neydi..
sahi.. bir oyuncak bebek mi?
"sır" diyor Arzu abla! Ablacıımmm
ama aslında o da görmemiş ki..
tam açacakmış, gelmişim..
kaç defa anlattı.. doyulmuyordu
mutluyum Mutlum Mutlu
..
**
"Zuhâl...
Canımm
Afitabıımmm...
teşekkür ediyorum, şükrediyorum
huzur ve mutluluk dolu taksi ile son sürat yetişmeye çalışıyorum
senden kıtalar uzağa uçuracak uçağa kendi ellerimle koşuyorum
yemin ederim taksinin istikametine değil, geriye bakıyorum,
sanki seni görecekmişim gibi.. geri gelebilmek için kim bilir neleri feda edeceğim
seni seviyorum
seni çok özledim
Hasretim Zuhâliiimm
..
şükür yetiştim.. beklemedeyim... ne gam.. şükrediyorumm
bilesin ki çok mutluyum, dünyanın en mutlusuyum
seninle zaman ne çabuk geçti
bir harf de olsa kirlendirmeden birlikteliğimizi
yanında olmak ne güzeldi.
teşekkürler Canımmm
Afitabımm
....
şu an bulutların üzerinden yazıyorum seninle el ele gibi..
bulutlar gelinliğini giymiş sevdiğim Zuhâlim gibi
o haziran gününe şükür.. şükürlerin en yücesi
o yüzden bir hafta hapis yatmış olsam da eyvallah
”zimmetindeki araca zarar vermekten” ne demekse
o yeşil elbiseni gelinlikle o yedi gün beklettiğim için de “bir ömür boyu” inşallah sana mahkum olacağım kendi isteğimle
benim ol.. benimle ol.. bir an bile ayrılmasın ellerimiz canımm
....
havaalanında bekliyorlardı biraz önce bizimkilere kavuştum..
şükür.. bir de sana kavuşsam
daha Allah’tan ne isterim Şükür!
babam daha arabada güç bela da olsa ilk kez bir şey söyledi
”eee delikanlı boynumuzun borcu seni evlendirmek” dedi
tekrar sarıldım, tekrar öptüm ellerini..
“siz bilirsiniz babacığım” dedim
içimi mi okudu nedir.. haydi hayırlısı Zuhalim
seni seviyorummmm dünyanın en tatlı kızı
dünyamın, aşkımın Afitabı.........."
Sevgilimmm.. Canım.. Geliniimm
…
"iyi ki senli zamanlarımı konuşarak kirlendirmemişim..
işte şimdi konuşuyorum bol bol "
diyerek, Arzu Ablanın adresine yolladığı
gidişinden üç gün sonra elime ulaşan
her anını arkalı önlü yazdığı
kağıtların kenarlarını bile doldurduğu sayfalarca
mutluluk dolu ilk mektubuna
defalarca okudum,
doyamadım..
sabahlara kadar düşünüp, ne hülyalar kurduğum halde
bakkaldan aldığım
sadece zarfın kapak içine yazdım ve yolladım
"ben de"
.................................Hamburg / Deutschland
her fırsattaki gibi yollandım Arzu Ablaya
bir düğme açtım ki, görünsün "A"
bir daha oynadım.. okşadım kolyemi,
bir daha.. bir daha
Afitap’ı olarak götürdüm dudaklarıma
ve okşadı saçlarımı Mutlu’mun elleri
bu hasret ne güzel bir şey yaa
sanki insan bu an için geliyor dünyaya
gerisi hava civa
bin razı geliyorum eza-cefaya
bin şükür ediyorum mutluluğa
Mutluyu Yaratana
rastlatana
yeşil elbiseye düşen çamura
..
seviyorum
çok seviyorummm
mutluyumm.. çok mutluyumm
bideneeeemm Mutluluğuummm
Mutluuummm
Mutlucuğuuummm
**
seviyor olmak,
dünyanın en güzel nimeti
“o olsa da, olmasada” mı?
evet..
keşke gözü kara olaydı, keşke sarılsaydı.
o’na dokunan yerlerimde hâlâ sıcaklığı
sarılsaydı, öpseydi, koklasaydı
kimbilir neler olacaktı
içim kıpır kıpır
“gızım sen alfabenin son harfisin
“A”da ne öyle
yakalanmışlığın şaşkınlığı
düşlerimden duyduğum utanç
hâlâ yanında hissettiğim Mutlu
kolyeden suçluluğun eşlik ettiği
telaşla aklıma bir şey gelmedi
sahi en başta uydurduğum yalan neydi
ha.. “Arzu Abla” dedim
yüzüm al al..
ne büyük bir şey keşfettimdi
içime su serpildi
büyük bir mahcubiyet içinde
Arzu abla hediye etti, hediye
içimde zapt edilemez bir coşku içinde
“-noluyoru böyle hergün arzu
her gün arzu”
farkındaydı annem, bendeki değişikliğin
masumiyetin, teslimiyetin, sevincin
iyi de kim dese; ne diyecektim
bilirim beni seve, sevinirdi
sevdiğime, sevildiğime anneciğim..
demedi, dedi ki; “-birinin yatağına yatsan,
esvabını, eşyasını kullansan,
gaderin onunkine benzermiş
o onmadıysa, gülmediyse
seninki de onmaz, kaderin gülmez gederimiş
günahı obalı deyennerin boynuna
emme; bilmeseler demezler de(ğil) mi
başı bozulan birini sağdıç etmezler
neye?”
“-sen! sen ol; yanında dur emme
dediklerini dutma
eyi biri olsa
kendi başını yakmazdı
gıçının üsdünde oturudu
bak o çocukcaz,
anası var bobası var
emme yetim..
ben öyle çocukların yanında
semezdim sizi
gücüne geder zavallının”
“aşk olsun anne” dedim
“Murat’ın ne eksiği var,
el-bebek gül bebek,
Fatma Teyze de bir dediğini iki etmez”
“-get bi de o’ğa sor bakalım
siz birbirinizinen itişip kakışırkana böyüdünüz
o çocuk masum masum bakar yazık
oynaycak, gısgancak depişecek biri yok”
“ben varım” deyip koştum bir bahane ile “ben varım”
gidip avkalayacak, cınnatacaktım
dünyada tek sahip olduğum şey.. aşkım
canım.. Mutluluğum
Mutlum..
pencerede hiç kimse yok..
yoktan tedirgin eden bir durum..
içerde her zamankinden fazla bir sükun!
evde olmasalar kapı neden açık!
elinde pilli arabayla ufaklık
“-babam geldi!
diyor Muratçık
“-babam geldi”
“annesi”ni soruyorum
“odasında” diyor
o cıvıltı, ı ııh?
koşuyorum..
“Arzu Ablaaa!..”
iki gözü iki çeşme
“-ablasıı”
sarılıyor, bırakmıyor; ağlıyor,
katıla katıla ağlıyor
“eski kocası oğlunu götürmek mi istiyor”
(oğlunun vesayeti babasındaydı,
“çocuk parası” alsın diye babası)
“demek oğlunu alacak”
öyle bir bakıyor ki.. öldürüyor..
meğer ben kimseyi ağlar görmemişim..
çaresizlik.. bedbahtlık.. can yakıcı
“-bir şey sorma” diyor
“bir şey sorma ne olurrr”
kıyamıyorum.. susuyorum
“yoksa birleşecekler mi”
ama.. imkansız.. imkansız bir şey bu
“devrimci n’olacak..”
“demek ki oğlunu alacak..”
allak-bullak oluyorum
benim de ona iki çift lafım var
bu saygısız, şerefsiz sözde insana,
bir hışımla içeri giriyorum
(çok yakışıklı bir adam
bana ne boyundan posundan)
“-neden geldiniz”
o haykırış, “bücür” bedenimden
“-neden?”
isyanımı haykırıyorum,
Fatma teyze zar zor anlatıyor
“cenaze getirmişler yavrum
düğünde kaza olmuş,
ölen damat emmisinin oğluymuş”
geri dönüyorum
Arzu abla tam karşımda
sarılıyor
katıla katıla
nasıl da ağlıyor
teselli etmeye çalışıyorum
“beni de ağlatacaksın
yapma Arzu ablam
“-deli kız..” diyor
anlamıyorum
anlamak istemiyorum
**
üç hafta yoğun bakımda kalmışım
işin aslı bitkisel hayattayım hâlâ
biz birbirimizi hiç kırmadık
aldatmadık
ihanet asla!
**
Murat “-seni ben alacağım”
“mutlu olacaksın artık”
“aşkıımmm, Afitabıımmm”
“soyadın Mutlu olacak benimki gibi derdi
yaramaz-ufaklık..
o devrimciyi ve annesini affedemedi,
beni bırakıp gitmedi,
okuldu
askerlikti
hep bana döndü
geçenlerde o da evlendi.
el ele tutuşmuşlar gelinle
nikahtan önce
el öpmeye geldiler evime
el salladı bütün mahalle
güle güle
güle güle
çocukları bizden ad alacaklarmış..
bu ölümsüz aşkı yaşatacaklarmış..
Mutlu.. Zuhal.. Afitap ya da
Hasret, Sıla, Sevda!
birbirlerine çok yakıştılar
“hepsini de koyun, çocuklar” dedim
elinizden alan mı var
isim bir mavi boncuk, gelinim
yeter ki sıhhatli olsunlar
bize Haziran koyardık.. belki Çarşamba
evimizin adı çamur olurdu ama
ben ona “Gülüm” o bana “Afitabım
canım, aşkım, bidenem, hayatımm
okul formamla geldim ya kurstan
babacığım kim bilir neyle aldı,
ne bilsin bir asker şoförün, candan
o yeşil elbiseliye tutulacağını..
bir ilk karşılaştığımız,
bir Arzu ablaya geldi
hiç konuşmadığımız..
söz verdik, sözlendik
hikaye gerisi..
insan hayatta bir kere seviyor
yerini hiçbir şey tutmuyor
şükür.. o bir kaza değildi, biliyorum
o beni bekliyor
ben ona gidiyorum
hoşça kalın!
birisi okumuş seri hikayemizi, tanımış beni
"-abla keşke evlenseydin" diye telefon etti
evlenmekten kasıt; çoluk-çocuk değil mi
şayet mesut değillerse, ne anlamı olur ki;
fakir, çok mutlu çocuklardık, ana-babamız mutlu
analık nihayet "hayata hazırlamak" çocuğunu
emin değildi sevgilisinden, onunki bir arzuydu
eğittim, doktor ettim ya! Arzunun oğlunu
deseydim arayana, "sence sevilmek nedir"
Mutlu benim için yanmışken, evlenmem ihanettir.
başkasını severken, eşim mutlu değildir
mutsuz evlerin çocukları mutluluğu ne bilir
işte ihanetin çığ gibi büyüdüğünün sebebi
insanız beceremeyiz gönülden affetmeyi
asla affedemeyiz sevdiklerimizin ihanetini
fark etmez, görmeyiz bizi sevenin sadakatini
.
not:
biliyorum Sevgili Çelikli
tanışmak için hâlâ izin istiyorsun, bekliyorum ancak; sizi ÇALI’ınızdan alıkoyduğum için zaten mahçubum.. tanıdığınıza pişman olacaksınız. Hikayeler insanlar kadar anlamlı değildir. Siz beni böylesine sevilecek kadar güzel bulmayacaksınız.. Sizler Mutluyu affetmiyorsunuz belki; keşke o kadar sevmese de yaşasaydı, intihar hiçbir zaman hoş değil. Verdiği emaneti kendisi alsın.. Ama beni fazla bekletmesin, amcasıyla aynı akibeti paylaşmasalar beni yollara-kapılara bakıtmasaydılar.. Onlar her şeyden çok daha acıttılar canımı..
Muratlar gelmeyeceğine göre bekleyecek bir şey kalmadı.
Allaha emanet olasınız.
Allah’a emanet olasınız Afitap Hanım!
YORUMLAR
ağlamak gelmedi içimden,gülmek se hiç aklıma gelmedi.Sadece gözlerimin neden bunca yandığını merak ediyorum.
Benzer yaşamların bir çoğuna şahit olmuşuzdur belki,belki de bizden bir şeyler bulmuşuzdur Afitap'ın hikayesinde.
Afitap'ı bunca bizden biri kılan gardaşımın kaleminin gücü,dilinin güzelliği,anlatımın şiirselliği.Kutladım gardaş,rahatsız olduğum için oruçlu değildim dolayısıyla büyük bir keyifle okudum.Yüreğine kalemine sağlık.
Sadakatin böylesini kutsamalımıyız bilmiyorum,ancak sevdanın böylesini kutlamalyız elbet.Şimdilerde yaşanmış güzellikler bir kaç şiire konu olsa daarkasında iz bırakmadan kayboluyor.
Galiba her ne kadar beni yazmadınsa da benden çooook şey yazdın bu hikayede.
sevgiyle kal gardaş.İyi bayramlar.