- 11556 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
İSLAMDA ZEKAT-KUR'AN KURSU VE TALEBE YURTLARINA ZEKAT VERİLME MES'ELESİ ÜZERİNE İNCELEME..
İslam’ın beş esâsından birisi de zekat vermektir.Zekât, senelik mâlî bir ibâdettir. Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı için, zengin (nisaba mâlik) Müslümanların her sene mallarından kırkta birini; Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilen sekiz sınıftan birine tamamen vermelerinden ibârettir.
Zekâtın farz olmasının şartı: Bâliğ (ergen), akıllı, hür olan ve borcu bulunmayan Müslümanın, aslî ihtiyâcından fazla olarak üzerinden bir yıl geçen nisab miktarı mala sahip olmasıdır.
Nisab miktarı malda, ayrıca nemâ (hakikaten ve hükmen üreme, çoğalma) da şarttır. Altın ve gümüş, çoğalmasa da, nisab miktarı olunca zekâtları verilir.
Nisab: Zekâtın vâcip olması için dînin koyduğu bir ölçüdür. Kişinin aslî ihtiyacından ve borcundan başka 20 miskâl (80.18 gram) altın veya bunun değerinde para ve ticâret malına sâhip olmasıdır.
Aslî ihtiyaç, ev ve ev için lüzumlu eşya, elbiseler, âletler, kitaplar, binek (at veya araba) ve erzaktır. Paranın her 40 liradan bir lirası zekât olarak verilir. Canlı hayvanların zekâtı: Koyunda kırkta bir; devede beş devede bir koyun; sığırda otuzda bir danadır. Madenler de zekâta tâbîdir.
Öşür, arâzî mahsûllerinin zekâtıdır ve çıkan mahsûlden onda birini vermektir. Şâyet arâzî, suya para verilerek sulanıyorsa yirmide biri verilir. Arâzî mahsulleri, buğday, arpa, pirinç, darı (mısır), soğan, patates, fındık, çay, karpuz, salatalık, patlıcan, yonca, zeytin, susam, bal, kudret helvası, şeker kamışı ve meyveler gibi mahsûllerdir.
Türkiye’de arâzîler tapulu ve sahipli olduğu için Türkiye arâzîsi öşür arâzîsidir. Zirâatle uğraşan Müslümanların öşürlerini mutlaka vermeleri lâzımdır.
Zekâtın verileceği yerler Tevbe Sûresi’nin 60. âyetinde açıklanmıştır: (Nisâba sâhip olmayan) fakirler, (hiçbir şeyi bulunmayan) miskinler, zekât toplama memûrları, müellefe-i kulûb, kölelikten kurtulacak kimseler, (borcuna karşılık malı olmayan) borçlular, fî sebîlillâh (Allah yolundakiler), (harçlıksız) yolda kalmışlar.
Zekât bu sekiz yerden herhangi birine verilebilir. Ancak verilmesi en fazîletli yer, hiçbir şeyi olmayan miskinler ve Allah yolundakilerdir.
Zekat ve infak ile alakalı Kur’an-ı Kerimde geçen ayet-i kerime mealleri:
Euzü billahi mineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
“Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.” (el-Bakara, 43)
“Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve «İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin» diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz.” (el-Bakara, 83)
“Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah’ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.” (el-Bakara, 110)
“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah’ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir.
Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!” (el-Bakara, 177)
“İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.” (el-Bakara, 277)
“Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da «Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın!
Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?» dediler. Onlara de ki: «Dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.»” (en-Nisâ, 77)
“Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz.“ (en-Nisâ, 162)
“Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah’a güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası için faizsiz borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur.” (el-Mâide, 12)
“Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah’tır, Resûlüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.” (el-Mâide, 55)
“Bize, bu dünyada da iyilik yaz ahirette de. Şüphesiz biz sana döndük.» Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” (el-Arâf, 156)
“Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan, esirgeyendir.” (et-Tevbe, 5)
“Fakat tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz, bilen bir kavme âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.” (et-Tevbe, 11)
“Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır” (et-Tevbe, 18)
“Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olana, yolda kalana mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (et-Tevbe, 60)
“Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.” (et-Tevbe, 71)
“Onların mallarından sadaka (zekât) al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.” (et-Tevbe, 103)
“«Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.»” (el-Meryem, 31)
“Halkına namazı ve zekâtı emrederdi; Rabbi nezdinde de hoşnutluk kazanmış bir kimse idi.” (el-Meryem, 55)
“Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi.” (el-En’am, 73)
“Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” (el-Hac, 41)
“Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur’an’da) size «müslümanlar» adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!“ (el-Hac, 78)
“Onlar ki, zekâtı verirler;” (el-Mü’minûn, 4)
“Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (en-Nûr, 37)
“Namazı kılın; zekâtı verin; Peygamber’e itaat edin ki merhamet göresiniz.” (en-Nûr, 56)
“Namazı kılan, zekâtı veren ve ahirete de kesin olarak iman eden müminler için bir hidayet rehberi ve bir müjdedir.” (en-Neml, 3)
“İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekâtı veren o kimseler, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat arttıranlardır.” (er-Rum, 39)
“(Resûlüm!) Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, (bazen) yarısını, (bazen de) üçte birini yatmadan (ibadetle) geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette biliyor. Gece ve gündüzü (içinde olup bitenleri iyiden iyiye) ölçüp biçen ancak Allah’tır. O sizin, bunu sayamayacağınızı bildiği için, sizi bağışladı.
Artık, Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Allah bilmektedir ki, içinizde hastalar bulunacak, bir kısmınız Allah’ın lütfundan (rızık) aramak üzere yeryüzünde yol tepecekler, diğer bir kısmınız da Allah yolunda çarpışacaklardır. O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.
Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere. Allah’tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir” (el-Müzzemmil, 20
***
ZEKATLA ALAKALI HADİS-İ ŞERİFLER:
*İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Muâz (radıyallâhu anh)’ı Yemen’e gönderdi. (Giderken) ona dedi ki: "Sen EhI-i Kitap bir kavme gidiyorsun. Onları davet edeceğin iIk şey AIIah’a ibâdet olsun. AIIah’ı tanıdılar mı, kendilerine AIIah’ın zekâtı farz kılmış olduğunu, zenginlerinden alınıp fakirlerine dağıtılacağını onlara haber ver.
Onlar buna da itaat ederlerse kendilerinden zekatı aI. Zekat alırken halkın (nazarlarında) kıymetli olan mallarından sakın. Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zira AIIah’la bu beddua arasında perde mevcut değildir.
*Hz. Ebü Hüreyre ve Hz. Câbir (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Deve, sığır veya davar sâhibi olup da, bunlardaki Allah’ın hakkını eda etmeyen herkese Kıyamet günü, bu mallar, olduğundan daha çok ve mümkün olduğunca iri ve şişman olarak geleceklerdir. Adam, onlar için, düz ve geniş bir yere oturtulacak, hayvanlar bacakları ve tabanlarıyla onun üzerinden geçecekler.
Geçiş sırasında boynuzlarıyla tosluyacaklar ve ayaklarıyla ezecekler. İçlerinde boynuzsuz veya boynuzu kırık biri bulunmayacak. Bu şekilde sonuncusu da onun üzerinden geçince, birincisi aynı geçişe tekrar başlayacak.
Mahlükatın hesabı tamamlanıp hüküm verilinceye kadar bu hâl devam edecek. Keza "kenz’‚ (hazine) sâhip olup da ondaki (AIIah’ın) hakkını ödemeyen herkese, Kıyamet günü hazinesi, dazlak başlı bir yılan olarak gelecek, ağzını açıp peşine düşecektir.
Yılan yaklaştıkça adam ondan kaçacak. Sonunda yılan ona: "Gizlediğin hazineni aI! Ben ondan müstağniyim!" diye bağırır. Adam, neticede yılandan kaçma çaresinin olmadığını anlayınca, elini ağzına sokar. Yılan da onu, aygırın (alafı) kemirmesi gibi kemiriverecek."
*Hz. Muâz (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim malının zekâtını sevab umarak verirse, ona sevap verilir. Kim de zekâtını vermezse biz zekâtı ve malın yarısını (cezâlı olarak, zorla) alırız. Bu, Rabbimizin kesin kararlarından biridir. Al-i Muhammed’e ondan bir hak yoktur."
*Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat edince, ondan sonra Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh) halife seçildi. Bunun üzerine bedevilerden bir kısmı "irtidât" etti. (Hz. Ebü Bekir halife olarak onlarla savaşmaya karar verince) Hz. Ömer, "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm): "İnsanlar lâilaheillallah deyinceye kadar onlarla savaşmaya emrolundum.
Bunu söylediler mi, benden mallarını ve nefislerini korurlar. (İslâm’ın) hakkı hâriç artık hesapları da Allah’a kalmıştır!" demiş iken, sen nasıl insanlarla savaşırsın?" dedi. Hz. Ebü Bekir: "Allah’a yemin olsun, namazla zekâtın arasını ayıranlarla savaşacağım. Zira zekât, malın hakkıdır.
Vallahi, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a vermekte oldukları bir oğlağı vermekten vazgeçseler, onu almak için onlarla savaşacağım" dedi. Hz. Ömer sonradan demiştir ki: "Allah’a yemin ederim, anladım ki, Hz. Ebü Bekir’in bu görüşü, Allah’ın savaş meselesinde ona ilhamından başka bir şey değildi. İyice anladım ki, bu karar hakmış."
*Hz. Ali (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor:
"Hz. Abbâs (radıyallâhu anhüm ), Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a hayırda acele etmek maksadıyla daha senesi dolmadan, erken vakitte zekâtın verilmesi husüsunda sormuştu. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hususta ona müsâade etti."
Zekâtın farziyetinin hikmeti şu hadis-i şerifte hulâsa edilmiştir. Buyuruyor ki Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.), “Mallarınızı zekât ile koruyunuz, hastalarınızı sadaka ile tedâvi ediniz, belâ dalgalarını duâ ve niyaz ile karşılayınız.”
Zekât sayesinde servet korunmuş olur. Sadakalar, maddî ve mânevî hastalıklara birer ilaç mâhiyetindedir. Duâ ve niyaz da, belâ ve musîbetlere karşı kalkan vazifesini görür. Zekât ve sadaka verenlerin mallarında artış ve bereket, vücutlarında sıhhat ve âfiyet yüz gösterir. En mühimmi de, Allah’ın rızâsını kazanıp çok büyük mânevî mükâfatlara nâil olurlar.
Zekât, insanı hırstan-cimrilikten kurtarıp, cömertliğe ve iyilik yapmaya alışkanlık kazandırır, cömertler arasına sokar.
Lugaten, temizlenmek ve artmak mânâsına gelen zekât emrinin yerine getirilmediği cemiyetlerde; fakirin zengine, işçinin patrona karşı kin ve husûmetleri artar. Bu yüzden cemiyette huzur ve emniyet kalmaz, toplum hayatı kirlenmiş olur.
Zekât, malın artmasına ve mânevî kirlerini temizlemeye vesîle olduğu gibi, cemiyetin de huzur ve emniyetini temin ederek, mânevî kirliliği ortadan kaldırır. Felâh ve refah o zaman tahakkuk eder. Nitekim, “(Zekât vererek) temizlenen, şüphesiz felâh buldu”âyet-i celîlesi bunu ifâde etmektedir.
Zekâtın malı çoğaltmasını ise âlimler, canlı bir misâlle şöyle tasvir etmişlerdir:
- Bir asmanın çubukları budanmazsa, o sene haddinden fazla üzüm yapar; fakat, bu üzümleri yeterince besleyemez. Nihayet kurur gider. Budanırsa hem normal üzümünü verir, hem de uzun seneler kurumaz, hayatiyetini devam ettirir. İşte tıpkı bunun gibi, zekâtı verilmeyen mal, zâhirde çok görülür, fakat varlığı fazla sürmez; bir âfetle yok olur gider. Zekâtı verilirse devamlı çoğalır, varlığını da sürdürür.
’Hz. Musa as. bir gencin çok güzel namaz kıldığını görür ve çok imrenir.Aradan iki sene geçer. Yine aynı genci aynı hal üzerine görünce hayretler içerisinde kalır.Kendi kendine “bu gencin kıldığı namazı kimse kılamaz.” Diye düşünürken Cenab-ı Hakk “ Ya Musa! Zekâtını vermedikten sonra ne kıymeti var ki, zira namaz ile zekât ikiz kardeş gibidir.Biri bırakılırsa diğerini kabul etmem!” buyuruyor.
Bir zat tam 300 sene ibadet ediyor ve peygamber efendimiz o zatı cennet ile müjdeliyor. Fakat Cebrail as gelerek “ya rasullallah! Onun bir dirhem zekat borcu ve üç günlük ömrü var. O şu anda cehennemliktir.” Diye haber veriyor.
Daha sonra bu zat bir dirhemden fazlaca malının tamamını zekat olarak veriyor ve üç gün sonra vefat ediyor. Peygamber efendimiz cenazesine teşrif ediyor. Bir müddet sonra takkesini çıkartıyor. Biraz zaman geçtikten sonra nalinlerini çıkartıyor.
Daha sonra kabre koyarken tebessüm ediyor. Bu hal ashabı kiramın dikkatini çekiyor, peygamber efendimize “ya Rasulallah, niçin takkenizi çıkardınız?” diyorlar. Peygamber efendimiz “ey ashabım! O kadar çok rahmet yağıyordu ki ondan istifade edebilmek için takkemi çıkardım.” Buyuruyor.
Yine ashab-ı kiram “niçin nalinlerinizi çıkardınız?” peygamber efendimiz “o kadar çok melek geldi ki onların kanatlarını kırmamak için çıkardım.” Buyuruyor. Yine ashab-ı kiram “ya Rasulallah! Kabrin başına geldiğiniz zaman niçin tebessüm ettiniz?” diyorlar, peygamber efendimiz “ey ashabım! O zatın mezarına baktığım zaman, onun çok büyük bir mertebesi olduğunu gördüm, onun için tebessüm ettim.” Buyuruyor.
İşte o kimse bir dirhem zekat borcunu ödemese cehenneme gidecekken zekatını tam vermesi sebebiyle böyle mükafatlara nail oluyor.
Mevzumuza bu kıssa ile başladık.Kuran-ı Kerimde 55 yerde namazla zekat aynı ayette zikredilmektedir.
***
ZEKÂTIN VERİLECEĞİ, HARCANACAĞI YERLER...
Kur‘ân-ı Kerim, zekâtın verilebileceği kimseleri hususî bir biçimde sıralayıp, sonra da nerelere harcanabileceğini şöyle ifade eder:
“Zekâtlar, Allah’tan bir farz olarak fakirlere, yoksullara, üzerinde çalışanlara (zekât toplamak üzere vazifeli memurlara), kalbleri te’lif olacak olanlara (İslâm’a ısındırılmak istenenlere) verilir; âzât edilecek köleler, borçlular, Allah yolunda ve yolcu olanlar için sarf edilir.”
Görüldüğü üzere âyet-i kerimede, zekâtın verileceği insanlar ve sarf edilebileceği/harcanacağı yerler sekiz sınıf olarak belirtilmiştir:
1. Fakirler: Nisap miktarından az bir mala sahip olan ve mevcut malı ihtiyacına kifâyet etmeyenlerdir. Yani normal ölçülerde geliri giderini karşılamayan kimseler.
2. Miskinler: Fakirden daha aşağı derecede olup hiçbir şeye sahip olmayan yoksullar.
3. Âmil: Ülü’l-emr tarafından zekât, sadaka ve öşürleri toplamak üzere vazifelendirilen memurdur.
4. Müellefe-i kulûb: Kalbleri İslâm’a ısındırılmak istenenler.
5. Borçlular: Borç altında olup da, ödeme imkanı bulunmayan kimseler.
6. Yolcu: Yolda kalan kimse, yani memleketinde malı-mülkü olsa bile, gurbette parasız kalmış kimseler.
7. Köle: Hür/özgür olmayan kimse.
8. Fî sebîlillah: Allah yolunda olan kimseler demektir.
Bu sekiz sınıftan “tahsis lâmı” ile beyan olunan ilk dört grup için temlikin şart; zarfiyet edâtı olan “fî” ile ifade edilen dört kısım sarf yerleri içinse, temlikin şart olmadığı söylenmiştir.
Temlikin bunlar için de gerekli olduğunu söyleyenler ise, zekâtı, onların ihtiyaçlarını görmekle vazifeli kimselere vermek suretiyle de bunun yerine gelmiş olacağını ifade etmişlerdir.
Zira Allah yolundaki mücahitlerin, “cihad ihtiyaçları”nın hepsini bizzat kendilerinin temin edebilmeleri mümkün değildir. Bu uygulamadaki asıl maksat ise, ihtiyaçların karşılanması olduğundan, ihtiyacın cinsine göre zekâtları, mücâhitlerin teker teker bizzat kendilerine değil de, veliyyü’l-emr’e yani onların işlerini-hizmetlerini görmekle, ihtiyaçlarını gidermekle görevli kişi veya kişilere teslim etmekle de temlik tahakkuk etmiş ve farz yerine getirilmiş olur.
Zekâtla alâkalı bu âyet-i celile (nass), günümüzde çocuklarımızın-gençlerimizin en iyi şekilde yetişmeleri için faâliyet gösteren İslâmî müesseselerin-derneklerin mâlî yapısını teşekkül ettirecek şekilde genişçe tefsir ve te’vil edilmeye (yorumlamaya) gayet müsaittir.
Bir kısım âlimler âyetin lafzına uygun olarak umumi manâsını genişletip, “fî sebîlillah”a;
a) Kendilerini hayra-iyiliğe vakfedenler,
b) Dinî ilimleri tahsil eden talebeler, mânâlarını da dahil etmişlerdir.
Fİ SEBİLİLLAH (ALLAH YOLUNDA OLMAK) NE DEMEKTİR...
Zekatın verileceği fi sebilillah hususunda tefsirlerde şu beyanlar mevcuttur.
Fi sebilillahın muteber tefsirlerde manası şudur:
’Gaziler,nöbet bekleyenler,cihad için yapılan bütün hizmetler,silah ,techiz ve mühimmat,her türlü masraflar, ve bütün hayri işler,hac yolcuları,din ilimlerini tahsil eden talebeler.’
Fi sebilillah külli hükümleri ihtiva eden umumi bir tabirdir.Allah cc.bu sınıfı mutlak olarak zikrettiğine göre Allahımızın murad ve beyanını aşmamak üzere zamanın ihtiyaç ve icabları göz önüne alınarak,bu ayetin lafzı ve ruhuna uyan her türlü hayır ve taat bu sınıfa dahildir.
Bu sınıflar arasında zamanın şartlarına göre tercih ve değerlendirme yapılır.İslam dininin yükselmesi için hangi sınıf elzem ise zekat verilmekte ona öncelik verilmesi uygun olur.Harp zamanında harbe iştirak eden müslüman asker ve gaziye zekat vermek uygun düştüğü gibi,Harbin kesilmesi veya harbin İslam dininin yükselmesi gayesinden çıkması halinde zekatın diğer bir sınıfa mesela öğrenmek ve öğretmek için kendini vakfetmiş dini ilim talebelerine verilmesi elbette layık olur.
Bu itibarla müslüman için zekat ve fitrenın sarf mahallerinden birisi de talebedir ve dolayısıyla zekatı talebeler adına vekaleten kabul eden,talebeleri barındıran,onların iaşe ve ibatesini temin eden müeseselerdir.Muteber fıkıh kitaplarımızda buna dair delilller ve misaller çoktur.
1.Ulum-i diniyye tahsil eden talebe ve okutan alim-zengin olsa bile-çalışıp kazanmaya vakitleri olmadığı için zekat alabilirler.(Dürrül muhtar)
2.Nisaba malik olana zekat vermek caiz değildir.Ancak talib-i ilim olana,gazilere,hacda bulunanlara zengin olsalarda zekat vermek caizdir.Zira hadisi şerifte-’ilim tahsilinde bulunanların kırk yıllık nafakası olsa da zekat vermek caizdir.’buyuruldu.(Mebsuttan naklen İbn-i abidin c.2 s.59)
3.İlim talep edene ve alime zekat verilir.Çünkü bunlar çalışmalarını ilme hasrettikleri için kazançtan mahrumdurlar.(Damad c.1 s.22)
5.İlim erbabına sadaka ve zekat vermekle ilim tahsiline yardım edilmiş ve böylece ilmin sevabınada ortak olunmuş olur.(İmamı Gazali-İhya- Esrarüz zekat)
6.Allah rızası için düşmana karşı nöbet bekleyen veya Allah rızası için medreselerde dirsek çürüten veya Allah rızası için hidemati ammeye vakf-ı nefs eden ve bu ahval içinde mal mülkü yok muhtaç olmak ile birlikte nafakasını kesbe vakit bulamayan fukara-i müslimin bu ayetin hükmüne dahildir.Bunlar infakatü sadakatin en güzel masrıfını teşkil ederler.Hak Dini Kuran Dili c.2.s.942
7.Kuhistani bu fetvayı iltizam ettiğine göre,talib-i ilme ve yarının ilmi ihtiyacını karşılamak üzere yetişecek bir gence zekat parası göndererek yardım etmekte elbette büyük bir isabet vardır.(Kamil Miras Tecrid-i Sahih c.5 s.347)
8.Fi sebilillahtan murad İmamı Yusufa göre gazilerdir.İmamı Muhammede göre hac yolcularıdır.Fetevayı zahiriyede ise fi sebilillahdan murad talebe-i ulumdur.Bedayide ise fi sebilillah,tekarrubi ilallah dır ki,buna Allaha itaate sayeden herkes ve bütün hayır yolları dahildir.(Ruhul meani c.10.s.12)
9.Fukaha sadakanın(zekatın) mevtanın tekfini,kalelerin yapılması,camilerin imarı gibi bütün hayır işlerinesarf edilmesine cevaz verdiler.Çünkü fi sebilillah kavl-i kerimi bütün bunların umumuna şamildir. (Kadı Beyzavi haşiyesi-kaffal c.9,s.357,Tefsri Kasımide de aynıdır.)
10.Fi sebilillah lafzının zahiri bu sınıfın yalnızca gazilere inhisarını gerektirmez.
Bu sebeple Kaffal Tefsirinde şöyle denilmektedir.
Bazı fakihler zekatın cenaze techizi,cami ve kale inşaası vs.bütün hayır yollarına sarf edilmesini caiz görmüşlerdir.Çünki bunların hepsi Allah yolundadır.Tefsiri Taberi
11.Fi sebilillah kavl-i keriminin yukarda beyan edilenlere benzer izahları:
Tefsiri Celaleyn s.93
Celaleyn haşiyesi savi..
Tefsiri Razi c.15.s.421
Tefsiri İbn-i Abbas c.1 s.148
Tefsiri Kebir c.4 s.681
Tefsiri Hazi c.2 s.236
Tecrid-i Sarih tercümesi c.5 s.333
Tefsiri Nimetullah Efendi c.1 s.309 gibi muteber eserlerde de bulunmaktadır.
Talebe-i umuma bizzat talebenin iaşe ve ibatesi ile meşgul olan cemiyetlere bil vekale zekat verilebileceğini ekser-i fukahanın caiz gördüğünde şüphe yoktur.
Buna dair fıkıh kitaplarında daha birçok delilller vardır.
12.Diyanet İşleri Başkanlığının görüşü de bu istikamettedir.D.İ.B. mart 1993 de yayınladığı bir tamimde:
’Aldıkları zekat ve fitre sadakasını,ayrı bir fonda toplayıp bunu,yalnızca yukarıda sözü edilen kimselere sarf ettikleri bilinen ve kendilerine her bakımdan güvenilen şahıslar ve yönetilen dernek ve kurumlara zekat ve fitre sadakası verilmesinde zorlamamak kaydıyla dinen bi sakınca bulunmamaktadır.’demekle,bu kabil cemiyetlerin zekat ve fitre için sarf mahalli olduklarını kabul etmiştir.
13.Bir devletin gelirlerinden bir kısmını savunma harcamalarına ayırması, hayâtî bir zarûrettir. İslâm gibi hükümranlık gâyesiyle değil ve fakat sırf kendini dünya insanlığına duyurup İslâm’dan onların da istifade edebilmeleri için cihâdı, Devlet’in aslî vazîfeleri arasında sayan bir dînin, devlet gelirlerinden bir kısmını bu sâhaya ayıracağı da muhakkaktır.
İslâm cemiyetinin dış saldırı ve tehlikelere karşı korunması ise, her şeyden önde gelen bir vazîfedir. Bunun için Peygamberimiz (s.a.v.), devleti kurar kurmaz meydana getirdiği kanunî esaslara (kurucu anayasaya);
“(Bir harp vukûunda) Yahûdiler’in masrafları kendi üzerlerine ve Müslümanlar’ın masrafları kendi üzerlerinedir. Muhakkak ki bu sayfada belirtilen kimselere harp açanlara karşı, onlar kendi aralarında yardımlaşacaklardır” meâlinde bir madde koymuştur.
Resûlülllah Efendimiz zamanında bir harp vukû bulursa, herkes gerekli âlet-edevat ve azığını kendisi tedârik ederdi. Fakir olanlar ise devlet tarafından techiz ediliyor veya zekât mükellefi olan mü’minler, zekâtlarını bu gibilerine vererek, onları da techizât ve azık edinme imkânlarına kavuşturuyorlardı.
14.Peygamberimiz’den (s.a.v.) sonra ise bilhassa Hz. Ömer (r.a.) zamanından itabaren dâimî ve maaşlı ordular meydana getirildi.
İslâm âlimlerinden bir kısmı, Tevbe sûresi 60. âyette geçen bu “fî sebîlillah” (Allah yolunda) ifadesini dar mânâda tefsir ederek; bunun harbe katılma imkân ve vâsıtalarından mahrum kişilere, gerekli teçhizâtı almaları ve azık masraflarını karşılamaları için yapılacak ödemeleri gösterdiğini ifâde etmektedirler.
15.İmam Muhammed’in dışındaki Hanefî’lerin görüşleri böyle olduğu gibi, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîler’in görüşleri de küçük farklılıklarla beraber hep bu merkezdedir. Meselâ İmam Şâfiî ve İmam Mâlik’e göre, harbe katılacak kimse zengin dahi olsa, bu fasıldan ona zekât ödenir. İmam-ı Â’zâm hazretlerine göre, böylelerine zekâttan harcama yapılmaz.
16.Şâfiî mezhebinden İmam Mâverdî ve Hânefî mezhebinden İmam Ferrâ’ya göre bu fasıldan ancak, askerî dîvandan maaş almayıp gönüllü harbe katılanlara (mutatavvi’a) harcama yapılır.
Hanbelîler’den el-Hırakî (ö. 334 H.) gibi âlimler, “fî sebîlillah” faslından hac esnasında ihtiyaç içine düşmüş kimselere de yardım yapılacağını söylerken, Hanefîler’den İmam Muhammed bununla sâdece böyle durumda olan hacıların kastedildiğini ifâde eder. (Rahimehümüllah)
17.Zekâtta temlîk’i yani verileni ferdin mülkiyetine intikal ettirmeyi şart koşan âlimler; zekât gelirlerinin yol ve ulaşım tesislerine, ibâdethâne ve mekteplerin/okulların yapımına, sulama kanal ve tesislerine ve kalelerin yapımına harcanamayacağı görüşündedirler. Bilhassa Hanefî ve Hanbelî’ler bunu eserlerinde belirtirler.
18.İmam Mâlik de zekât gelirleriyle câmi yaptırılamayacağını söylüyor ki, bundan, onun da görüşünün aynı merkezde olduğu anlaşılıyor.
Ancak İmam Ebû Yûsuf Kitâbü’l-Harâc adlı eserinde, -diğer Hanefî kaynaklarının onun görüşü hakkında verdikleri mâlumata zıt olarak- bu fasıldan; vergi memurlarının maaşları ödenmiş olmak şartiyle, yol yapım ve ıslâhına da harcama yapılabileceğini yazar.
19.Gene Hanefîler’den Kâsânî (Ö. 587/1191) “fî sebîlilah” ıstılâhını; “Allah’a yaklaştıran bütün işler (hayırlı hizmetler-sâlih ameller)” diye târif eder ve hayır yaptıran kimselere paraları yetmediğinde bu fasıldan yardım yapılacağını, söyler.
Ancak o, yukarıda sayılan işlere, doğrudan harcama yerine, bu işleri yapanlara zekât vermekten söz etmektedir.
20.Yukarıda zikri geçen ulemânın bu görüşlerine karşılık, zekât gelirlerinin yol ve köprüye de harcanabileceği görüşünde olan âlimler de vardır... Enes b. Mâlik, Hasan-ı Basrî ve Atâ‘ rahimehümüllah bunlardandır.
Fahr-i Râzî hazretlerinin de aynı görüşü paylaştığı görülmektedir. Ona göre “fî-sebîlilah” kavramını yalnız muhâriplere/mücahitlere tahsis etmek îcap etmez.
21.Fahr-i Râzî, Kaffâl’in tefsirinden verdiği nakillerde isim vermeden bazı âlimlerin de bu fâsıldan zekâtın kale, cami ve mescid yapımı gibi bütün hayır işlerine sarfını câiz gördüklerini kaydeder.
22. Osmanlılar döneminde, “Masârifü Beyti’l-Mâl” adlı bir risâle de yazmış olan Dede b. Yahşî (yahut Bahşî) zengin olmayan ilim adamlarının, araştırmaları için lâzım olan eserleri satın alabilmeleri maksadıyla onlara zekâttan verileceğini söyler ve bazılarının “fî sebîlillah” ıstılâhını ilmî araştırma yapanlar olarak da tefsir ettiklerini kaydeder.
Ancak bugün müslümanların zihinlerindeki istifham şudur.Talebeye ve ilim erbabına zekat verilebilir ama,bu talebenin okuyacağı medresenin,mektebin inşaatına,tamirine,tefrişine ihtiyaçlarına harcanmak üzere cemiyet ve derneklere zekat verilir mi?
İşte bu mevzuda İslam uleması arasında ayrı görüşler ve yorumlar vardır.Verilir veya verilemez diyenler olmuştur.Bu mevzuda Şafi uleması fi sebilillaha daha geniş izahlar getirerek zekatın sarf mahalli masrıfını geniş tutmuşlardır.
Hanefi uleması ise,Fi sebilillahdaki muradın talebe-i ulum ve gaziler olduğunu dolayısıyla temlik yani zekatın şahsın eline mal olarak verilmesi gerektiğini,köprü,medrese,yol gibi hayır işlerine zekat vermemeyi tecviz etmişlerdir.
Ancak bilahere Fukaha-i izam zekatın bu hayır işlerine bina,medrese,menafii ulumiyyeye sarf edilmesi için temlik meselesine hal çaresi bulmuşlar,bu mühim müşkili de çözmüşlerdir. Şöyle ki:
’Zekat malı,bir fakire veya talebeye temlik edilip verilir.O da kabul edip aldıktan sonra o hayır işe saf edilmesini emr ve ait olduğu hayır müesssesine hibe eder,bağışlar.Zekat veren,zekat sevabına,fakir de(talebede)takarrub ve ibadet sevabına nail olur.(Dürrül muhtar ,c.2,s.83-86)
Nitekim Muaveneti Milliye Cemiyeti,Osmanlı Donanmasına muavenet için zekat toplamış ve yukarıda ki izah edilen usul ile yerine harcamıştır.Bu konuda Fetvahaneyi Aliden fetva çıkartılmıştır.(Sıratı Müstakim c.5,s.127-183)
“Fî sebîlillah” mefhumu, İslâm’ın her yoldan ve her çeşit usûlle tebliği, anlatılması, öğretilmesi, müdâfaası ve hayrın temini ile alâkalı fiil ve faaliyetlere işâret etmektedir.
Dul kadınlar ve yetimler lehine ödemelerde bulunmayı, mektep ve medreselere yardım yapmayı, hastahânelere, câmilere tahsîsât ayrılmasını ve İslâm ordusunun âlet ve edevât ile teçhizâtını vesâir masraflarını karşılamayı, vatan müdâfaası için bir takım askerî sâbit tesisler kurma masraflarına katılmayı ve benzeri harcamaları içine almaktadır.
Görüldüğü gibi âlimlerin büyük çoğunluğu, Müslüman tebaadan toplanan zekâtların, ister İslâm devleti vasıtasıyla olsun ister şahıslar eliyle olsun, Tevbe sûresi 60. âyette gösterilen fertlere hizmet olarak değil de mülk olarak intikal ettirilmesi (temlik) hususunda görüş birliği içindedirler ve bunda ısrarlıdırlar.
Sarf meselesine gelince; devlet hizmetlerinin, kamu harcamalarının ve her çeşit yatırım giderlerinin bir İslâm devletinde zekât gelirleriyle karşılanmaması halinde, yürütmenin imkânsız hâle geleceği muhakkaktır.
Bu durumda “fî sebîlillah (Allah yolunda)” ıstılâhını en geniş mânâsıyle tefsir etmekten veya bir kesimin gelirleri yeterli olmadığında diğer kesimden tahsisat aktarmasına müsaade etmekten başka bir çâre de kalmamaktadır.
Nitekim Hanefî ve Hanbelîler bu noktada devlete, tahsisat aktarmayı yani bir gelir çeşidiyle karşılanması gereken masrafları, zarûrî hallerde diğer gelir çeşidiyle karşılama izin ve selâhiyetini vermişlerdir.
***
Fİ SEBİLİLLAH KONUSUNDA BİR AÇIKLAMA...
’İslâmî ve insanî hizmetlerin daha iyi yürütülebilmesi, dinin öğretilmesi-yayılması, gelecek nesillerin iyi birer fert, topluma yararlı, güzel ahlâklı insanlar olarak yetişmeleri için bazı gayretli Müslümanlar tarafından, ülkemizin hukuk sistemi çerçevesinde dernekler kurulmuştur.
Söz konusu hizmetlerin yerine getirilebilmesi, yürütülebilmesi için lazım olan pek çok şeyin yanında, öncelikle öğrencilerin kalıp barınabilecekleri yurt binalarına ihtiyaç vardır.
Bu binaların arsası ve yapımı için yardım devletten gelmediğine, gökten zenbille inmediğine ve bu derneklerin belli bir akarı da olmadığına göre, elbette ki vatandaşlardan temin edilecektir.
Vatandaşın yardımı da ya bağış, ya da zekât ve sadaka yoluyla olacaktır. Günümüzde, yürütülmeye çalışılan bu hizmetlerin ise, zekâtın harcanabileceği sekiz sınıftan “Allah yolunda” kavramının içine girmediğini söylemeyi-söyleyebilmeyi bir kenara bırakınız, düşünmenin bile imkânsız olduğu âşikârdır.
Barınacak bir yer olmadan o öğrencileri nerede yedirip içireceksiniz?
Onların sağlıklarını nasıl koruyacak, istirahatlerini, okuyup yazmalarını, düzenli ders çalışmalarını nasıl temin edeceksiniz? Demek ki temel ihtiyaç, öncelikle bina… diğerleri ondan sonra geliyor ve ancak onunla birlikte var olabiliyor.
Şimdi, hal böyle iken, kalkıp hangi akıl-mantık, insaf-iz‘an ölçülerine dayanarak, “Efendim camiye, yurt binasına zekât verilmez” denilebiliyor!” (Herhalde bununla ‘harcanmaz’ demeyi kastediyorlar.)
Gerçekten anlamak zor. Âmiyâne ifadeyle, senin dinin için kalkıp ABD mi yardım edecek, AB mi hibede bulunacak, Vatikan mı el uzatacak, Havra mı iâne yapacak?!..
Her sahada olduğu gibi bu noktada da söz söylerken en azından insafı elden bırakmamak gerek. Söylediğimiz sözün hangi sonuçları doğuracağını, meselenin nasıl da kördüğüm olacağını iyi hesap etmemiz lâzım.
Ayrıca bu mevzuda birbirine karıştırılan iki önemli husus var; “temlik” ve “tasarruf”. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi temlik, zekât verilecek kişinin, bunu bizzat kendisinin almasıyla gerçekleşeceği gibi, bir başkasının onun adına vekâleten almasıyla da yerine gelmiş olur.
Bu gibi hizmetlerin ifasında da, talebenin bizzat yardım toplaması yerine, bu işi onlar adına vekâleten başkalarının görmesi elbette ki daha doğru olur.
Hatta tasarruf/harcama meselesi de böyledir. Öğrenci her şeyi, her ihtiyacı hesap edemeyebilir; çünkü onların asıl işi o değildir.
Ama veliyyülemr mevkiindeki vazifelilerin durumu farklıdır; onların esas görevleri, talebenin iaşe ve ibatelerini temindir.
Onlar, ihtiyaca göre, ihtiyaçların lüzum ve önemine göre sarfta/harcamada bulunurlar.
Zekâtın bina inşaatına harcanıp harcanamayacağı meselesi de yine yukarıda açıkça belirtildi. Bunun caiz olduğuna dair pek çok âlimin görüşleri ortada…
Bunları gözardı ademeyiz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Ümmetimin ihtilâfı (onlar için) geniş bir rahmettir”buyuruyor.
Yani âlimlerin herhangi bir mevzuda farklı görüşler-içtihatlar ortaya koymaları, meseleye esneklik kazandırmaları ümmet için çok büyük bir kolaylıktır.
Onları sıkıntıdan, darlıktan kurtarır. Zira her hususta tek bir görüşe uymak zorunda kalmak, başka çıkış yollarına müracaat edememek elbette ki büyük bir sıkıntıdır.
Fetvalarda meselenin tarihî seyri, insanların ihtiyaçları, yararına olup olmayan hususlar mutlaka dikkate alınır; vaziyete en uygun, fertlerin ve toplumun faydasına olan içtihat ve görüşlere dayanılarak hüküm verilir.
Zamanımızın şartları ise ortadadır, ayrıca bir açıklamaya gerek olmayacak kadar nettir. O bakımdan son söz olarak diyoruz ki;
Günümüzde hayır cemiyetlerinin ve bilhassa öğrenci derneklerinin görevlileri/yetkilileri öğrenciler adına zekât alabilir/toplayabilir… ve bu toplanan zekâtlar, diğer yardımlar gibi, öğrencilerin bina ihtiyaçları da dahil olmak üzere her türlü hizmetleri için harcanabilir.
Bunun caiz olup olmayacağı tartışmasının lüzumsuzluğu bir kenara, hatta, zekâtın verilebileceği en uygun yerlerin başında buraların geldiğini söylemenin bile zâit olacağı açıktır.
Merhum Halis Ece ...
***
VAKIF VE KURUMLARA ZEKAT VERİLEBİLİR..
İslam’ı yaymak için hizmet veren kuruluşlara zekat verilebilir..
Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız şeylerin iyilerinden (Allah yolunda) sarf edin! (Bakara, 267)
Ayet-i kerimede geçen ve “Allah yolunda harcama” olarak tercüme edilen “fi sebilillah” ifadesi, mutlak ve umumi olarak zikredilmiştir. Bu tabir bazı fıkıh kitaplarımızda her ne kadar silahla cihada katılan gazilere ve yolda kalan hacılara tahsis edilmişse de, tefsirlerde ve güvenilir fıkıh kitaplarında mesele daha geniş olarak ele alınmıştır.
Mesela Hanefi mezhebi alimlerinden İmam Kasani, Bedaiu’s-Sanai isimli meşhur eserinde bulunan ilgili olarak söyle der:
“Allah yolunda olanlardan maksat, Allah’a yaklaştıran her şeydir. Eğer ihtiyaç varsa bu manaya, Allah’a itaat yolunda çalışan herkes ile bütün hayır yolları girer.”
“Fi sebilillah tabiri umumidir.” diyen Fahreddin Razi, bu tabiri şöyle açıklar.”Fi sebilillah tabiri sadece gazilere mahsus değildir. Zekat bütün hayır yollarına verilebilir. Ölülerin teçhiz ve tekfini, kale ve cami yapimi da bu tabirin içine girer.” (Tefsir-i Kebir)
Elmalılı Hamdi Yazır da, zekatın mücahitlere cihat malzemesi alınmak üzere sarf edilebileceğini söyler. (Elmalılı Hamdi Yazır; Hak Dini Kur’ân Dili)
Eskiden cihat kılıçla, kalkanla, topla tüfekle yapılıyordu. Şimdi de genelde cihat gazeteyle, dergiyle , kitapla, web üzerinden yapılıyor. Bunlar düşmana atılan birer bomba hüviyetini taşır. Dolayısıyla bir Müslüman İslam’a layıkıyla hizmet ettiğine, bu yolla dinsizlerle, inkarcılarla cihat ettiğine inandığı müesseselere zekat verebilir.
Sonuç olarak, zekat İslam’ın gönüllerde yayılması ve din düşmanlarının tahribatını önlemek için Allah yolunda faaliyet gösteren hizmet kuruluşlarına da verilir. Ancak bu kuruluşların aldıkları zekâtı gerekli yerlere ulaştıracaklarından ve hayırda kullanacaklarından emin olunması gerekir.
Günümüzde böyle hizmet kuruluşlarına zekat vermek daha da ehemmiyet kazanmıştır. Kaldı ki bu da bir cihattır. Nitekim Peygamber Efendimiz Hazretleri (asm) bir hadislerinde:
“Müşriklere karşı malınızla, canınızla ve dilinizle cihat edin.” buyurmuşlardır. (Ebu Davud; Kütüb-i Sitte / Cihat)
Ayette de açıkça belirtildiği gibi “Allah yolunda” olan cemaatlere, dergâhlara ve hayır kurumlarına zekât verilebilir. Ancak bu kuruluşların aldıkları zekâtı gerekli yerlere ulaştırmaları, hayırda kullanmaları gerekmektedir.
Ancak amacı İslam’a hizmet olmayan vakıf ve kurumlara zekat verilmez
Gayesi İslam’a hizmet olmayan kurum ve kuruluşlara yardım yapılsa da zekat verilemeyeceği gerçeği hatırdan uzak tutulmamalıdır.
Fıkıh, tefsir ve lügat alimi Firûzâbâdî’nin ifadesine göre “sebîlullâh”, cihat, hac, ilim talep etmek ve Allah’ın emrettiği her türlü hayır anlamlarına gelmektedir.
Bu kavramla ilgili olarak başka kaynaklarda da, davet edilen hidayet yolu, Allah’a yaklaştırıcı hey şey ve taat (salih amel) sayılan şeylerin hepsi “Allah yolunda” anlamını taşımaktadır.” (Dımaşk / El-Kâmûsü’l-Fıkhiyye)
***
KUR’AN KURSLARI YAPTIRMAK...
Bu içinde bulunduğumuz zaman ahir zamandır.Din hizmetleri bundan elli yıl öncede,eskiden de garipti.Şimdilerde daha da garip bir haldedir.Devlete ait müesseseler ihtiyaca cevap verememektedir.Bu durum müslümanları Allahın emrinden yola çıkarak din hizmetlerine yardımcı olmaya yöneltmiştir.
Bir çok Din Alimi sevenlerine yol göstermiş bu zamanda Yüce İslam Dinine ne şekilde hizmet edileceğini izah etmişlerdir.Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleride kendisine bağlananlara Kuran Kursu açmalarını talebe okutmalarını ,talebenin ibata ve iaşesi için çalışmalarını salık buyurmuşlardır.
Çok kısa zamanda Anadolu’nun muhtelif yörelerinde Kur’an Kursları vucut bulmuş,susamış gönüllere gürül gürül Allahın nurunu,feyzini akıtmışlardır.Bugün bu hizmetler her yerde ,dünyanın yedi kıtasında 150 ülkede intişar etmiş,her yerde Talebe Yurtları,Kuran Kursları,hafız yetiştiren kurslar,okullar,kolejler açılmaya devam etmektedir.
Bidayetinden bil itibar bu hizmetlerde Devletin maddi anlamda katkısı olmadan bu hizmetler bu hale gelmiştir.Devletimizin ilerde böylesi güzel hizmetlere yardımcı olmasını istemek geleceğimizin garantisi olmak adına en içten temennimizdir.
Halkımızdan yardım talep ederken bazan şu sözlere muhatap oluyoruz.Kuran Kursuna zekat verilmez,binaya zekat düşmez vs.gibi sözler.
Ben acizane biraz kitap karıştıran bir kişiyim.Okuduğum eserlerde talebe-i uluma zekat verileceğini gördüm.
Dün cuma namazında Yaylacık Merkez camiindeydim.
Vaiz Efendi merkezi vaaz sonunda her ay başında olduğu gibi Kırıkkale Osmangazide yapımı devam eden Müftülük Kuran Kursu inşaatine yardım toplanacağını söyledi.
Haftaya ve öbür haftada emekliler maaşı alınca yine toplanacak en nihayet sonunda bitirilecek yeni hizmet binaları yapımına geçilecek..
Yıllardır devam ediyor ne bitmez Külliyeymiş mübarek dedim içimden.
Devlette mutlaka yardım ediyordur.En büyük bütçe bildiğim kadarıyla Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılmakta .
Hoca Efendi orada olsaydı soracaktım:-Hocam benim zekatım var.Almanya’dan eniştem yolladı.15 bin yüro bunu bu Külliye inşaatina verebilir miyim diye.
Yüzde yüz inanıyorum ki ne demek tabii olur kardeşim.Orada talebeler Hz.Kur’anı okuyacaklar.Hafız-ı Kelam olacaklar diyecekti.
Şöyle dönüp geriye bakıyorum da yıllarca Kuran Kurslarına zekat verilmez,oraya inşaate zekat olmaz demediler miydi bu vaiz Efendiler!!
Yahudi Havrasına Hristiyan Kilisesine yardım topladı onları ayakta tuttu.
Bizim Alim dediğimiz Hocaefendiler yıllarca Kürsiyi Muhammedilerden müslüman kardeşlerimize Kur’an Kursuna zekat düşmez fetvasını vererek müslümanın yavrularının daha güzel binalarda okumasına yetişmesine mani oldular!!
Şimdi orada hesabını veriyorlardır yüzlerinin akıyla umarım.
Sen yardım yapmayacaksın da yahudi hristiyan mı gelip o binaları yapacak!!
Devlet cemaat ve toplulukların yaptığı özel vakıf müesseselerine yardım yapamıyor aşikare olarak.
Yıllardır ta bidayetinden beri müslümanların arazi zekatları olan öşürler,ısgat ve devirler ile zekat ve sadakalarıyla bu müesseseler yapılagelmiştir.
En bidayeti Medinede Resulullahın camisine bitişik olan Eshab-ı Suffe eshabı Kiramın teberruya çıkarak topladıkları yardımlarla vucut bulmuştur.
Eshab-ı Kiram kermesler dediğimiz batı kaynaklı ama asıl İslam toplumunda neş’et etmiş Hayır Çarşıları düzenlemiş Resulullahın sav.kıymetli zevceleri annelerimiz örgü örerek oralara katkı sağlamışlardır.
Sen uyurken Müslüman kardeşim.yahudi hristiyan Ehli Sünnet dışı fırkalar hizipler müstehcenliği özendiren LBGT-İ ciler gece gündüz çalışıyorlar.
Geçen gün medyadan öğrendim LBGT-İ in manasını.
Adamlar birlik olmuş müslümanlar fırka fırka hizip hizip ayrılırken haklarını arıyorlar.
Lezbiyen-biseksüel-gay-trans ve İbne takımı demekmiş.
Ne kadar ahlaksız varsa onlar yani Lut as.ın asi kavminin torunları.
Sen Kur’an Kursu inşaatine zekat yardım sadaka olmaz derken,bir takım şerli mahluklar müslümanın çocuğunu yoldan çıkartmak için harıl harıl çalışıyorlar.
Bu milletin evladının okula giden çocuklarının yüzde kaçı Kur’an Kursuna gidiyor biliyor muyuz?Yüzde bir iki o kadar.Mektebe gitmeyen ingilizceyi Müziği resimi öğrenmeyen var mı yok.
Kabirde ingilizceyi mi matematikteki türevi integralimi soracaklar veya Rabbin kimdir imi soracaklar.
Yüzde kaçı farz lan beş vakit namazı vaktinde kılıyor.
Camiler lebalep dolu mu acaba.
Sabah namazında mahallenin camisine kaç kişi gidip de İmamla beraber namazı cemaatle eda ediyor?
Lafa gelince yüzde doksan müslümanız öyle değil mi?
Birileri Ayasofya açıldı diye bayram yapıyor.
Kanal 7 de TGRT de zamanında müslüman kadınların verdiği bileziklerle açılmışlardı banka faiz reklamı yapılıyor Efendiler!!
Faiz yemiyorum, ben hiç kredi kullanmadım Bankadan hiç içeri girmedim diyen müslüman yalan söylemiştir bu zamanda..
Kur’an Kurslarına zekat düşmez diyelim haydi netice olarak.Talebe varsa hem valahi hem billahi hem de tillahi zekat düşer ve alabilirler.
O zaman götürün zekatlarınızı Fetönün yaptığı gibi Abd deki havra ve kiliselere verinde Cennetten kendinize bir köşk ev alın diyemiyeceğim.
Zira o da kabul olmaz zekatlarınız sadakalarınız boşa gider.
***
DİN HİZMETLERİNİN DE ELBETTE ZEKATTAN PAYI,HAKKI VARDIR...
Bu zamanda Din hizmetlerinin her türlüsüne sadaka yardım edilir.Bu hizmetlerin tamamı Ehli sünnet dairesinde olmak kaydıyla manevi cihad hükmündedir.
Bu zamanda Kur’anın ve imanın etrafındaki manevi surlar yıkılmıştır.Kur’ana,ve onu okuyanlara,yaşayanlara küfür her cihetten saldırmaktadır.Doğrudan doğruya Kuran kendi kendini müdafaa eder konuma gelmiştir.Kuran hizmetleri onun çelik bir zırhı haline gelmiştir.Cihad ancak bu Kurslar eliyle yapılabilmiştir.
Bu zamanda Kur’an hizmetleri müslümanın en asil ve en acil hizmeti olmak durumundadır.Bu zamanda dünya küçülmüş,koskoca bir köye dönmüştür.
Biz bu hizmetleri sunmadığımız zaman diğer din mensupları batıl dinlerini dünyanın her tarafında misyonerleri vasıtasıyla ulaştırmakta ve insanları şeytanın yoluna çağırmaktadırlar.
Ne kadar Kuran Kursları açsak,ne kadar çocuk okutsak bile sadece Türkiye’de ulaşabildiğimiz çocuk sayısı azdır,yüzdelik dilimin dörtte biri bile değildir.
Birde dünyanın Kuranı Kerimi hiç duymamış,ilahi davetin ulaşmadığı yerleri düşünün,ne kadar hizmet etsek azdır,azdır,çok azdır.
Yedi milyar insana ulaşacaksın,dini islamı,Hazreti Kuranı tebliğ edeceksin.Bu zamanda önümüzde hiç bir engel yok sadece maddi güç lazım.Müslüman hayırsever iş adamlarına çok iş düşüyor.
Bu hizmetleri başlatan Hazreti Üstadımızdan Allah razı olsun.Bize sadece gösterilen yolda biraz gayret ve çalışmak kalıyor.
***
Kur’anda zekat verilecek yerler sekiz madde halinde sayılmış,bunlardan biride fi sebilillah olarak beyan edilmiştir.Fi sebilillah maddesini dört mezhep uleması cihad yani ilayı kelimetullah olarak yorumlamışlardır.
Dört mezhep uleması mücahidin kılıncı,kalkanı,oku,silahı,atı,barınağı,yiyeceği vs.bütün ihtiyaçları bu kalemden karşılanabilecektir demişlerdir.
Zira İslamın tebliğ edildiği ,müslümanım demenin ateşten gömlek olduğu İslamın henüz yeni geldiği ilk yıllarda cihad malzemeleri bunlardı.Karşı taraftaki egemen zümreyi altetmeden o ülkenin halkına ulaşamıyordunuz.
Şu anda ise cihad kalemle,teknikle bilgisayarla hiç kimsenin burnu kanamadan daha kolay ve güzel bir şekilde yapılabiliyor.
Bu zamanda en ihtiyaç duyulan mesele dindar bir gençliktir desem yanlış olmaz herhalde.Allahtan korkan bir gençlik her hal ve zamanda.
İnsanlar aç açık değil,her şeyleri var,bazan zekat verilecek insan var mı acaba diyorum.
İnsanlarda çocuklarda manevi fakirlik had safhada,otuz iki farzı bilmeden öğrenmeden evlenenleri nikah merasimlerinde gördükçe üzülüyorum.
Çalgılı düğünler,haremlik selamlığa dikkat edilmeyen meclisler,çalgılı ilahi grupları şahit olduğumuz hadiseler.
Ramazan ayında oruç tutmamanın vebali,namaz kılmamanın cezası elbette hocadan öğrenilir.
İnsan bilmediğinin düşmanıdır derdi eskiler.
Kulakları çınlasın.On iki eylülden sonra mecburi Din Derslerinin okullarda zorunlu olması ile ilgili şu anda hastanede son anlarını yaşayan Kenan Evren’le damadı arasında geçen şu hadiseyi naklederler.
Kenan Evren bir kurban bayramında damadına kurban için vekalet vereceğim sana der,damadı dolaşır gelir.Efendim açık bir noter bulamadım ne yapayım der.Durumun vehametini gören zatın isteğiyle Din dersleri müfredata zorunlu ders olarak girer.
Bir Hocaefendiden dinlemiştim.Bir çiftin nihah merasimi evde icra edilirken hocaefendi damat adayından kelime-i şehadet getirmesini isteyince damat tamam deyip evin içinde aramaya başlar.
Biraz sonra kelime-i şehadet getir haydi deyince bulamadım üzgünüm evde yokmuş cevabını verir.
Bir başka Hocaefendi Hac ibadetini yaparken şu hadiseye bizzat şahit olduklarını ifade
etmektedirler.
Kabenin örtüsüne yapışan yaşlı,kültürlü olduğu elbiselerinden belli olan hacı efendi yalvarıp yakarmaktadır.Kulak kesildiğinde ağzından şu sözler dökülmektedir.
-Ya Rabbi,ne olursun ülkemiz kötü günlere gidiyor.Türkiyemizi şeriatçılar ele geçirdi.Sen vatanımızı şeriatçılara verdirtme diye bu mealde dualar ediyormuş.
Zavallı bilmiyor ki şeriat eşittir din,İslam demektir bunu idrakten yoksun maalesef.Allah şuurlanmayı nasip etsin.
Televizyonlarda yarışma proğramlarında çok kültürlü,profösör payeli ilim erbabının,sokakta mikrofon uzatılan halkımızın maalesef en kolay dini suallare yanlış cevaplar verdikleri hepimizin bildiği vakıalardır.
Bu mesele cevazın dışında vacip derecesinde bir zaruret halini almıştır.
Bugün bir seferberlik sözkonusudur.Milletin evlatları Osmanlının bakiyesi Türkiyemizin asil Türk evlatları Karadenizin azgın sularının Boğazdan Marmaraya akması misali hızla imansızlık ve neticesinde cehennem denilen asilerin gireceği ebedi kalacakları çukurlara sürüklenmektedir.
Selden ne kadar kütük kurtarırsak kardır misali bu konuda beklemenin ve tereddütün şeytana ve avanelerine yarayacağı malumuün ilanından başka bir şey değildir.
Din ve Kuran hizmetlerini zekatlarımızla,sadakalarımızla desteklemek bir zarurettir..
Kur’an Kursunun artık taşı,toprağı ,binası,sıvası ,kitabı,masası,bilgisayarı dememeliyiz.
Bütün bunlar bu gün birer cihad malzemesidir.
Bu meseleye bir havuz olarak bakmalıyız ve müslümanlara müracaat edip bu havuzu doldurarak Kur’an hizmetlerinin her sahasında kullanmalıyız.
Mübarek ramazan ayının gölgesi üzerimize düştüğü şu günlerde Allah her türlü ibadetlerimizi,ahsen-i kabul ile kabul buyursun.Amin..
05.07.2013//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU***