- 1175 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞAM ARASI BİR ÖLMEK
Israrla çalan telefonumu iş yoğunluğum içerisinde sağlıklı konuşamayacağım fikriyle
meşgule alıyorum. Bir dakika geçmeden tekrar çalmaya başlıyor telefonum. Biraz huzursuz
ve endişeli, biraz meraklı elimde telefon koridora çıkıyorum. Ortalıkta kimselerin olmayışı
beni rahatlatıyor. Cevapla tuşuna basmadan önce aldığım derin nefesin sebebini bilmiyorum.
Arayan canıma can bildiğim dostum Nurhan; ama ben ona hep Nur’um…diyorum.
Efendim, dediğim anda peş peşe gelen sorularla afallıyorum.
‘’Firuze; iyisin, yaşıyorsun ,ölmedin değil mi?’’
Evet, deyince yükseliyor Nur’un sesi:
‘’Neye evet, iyi olduğuna mı, yaşadığına mı, öldüğüne mi?’’
‘’Saçmala Nur’um, ölmüş olsam sana cevap verebilir miyim?’’
‘’İş yerinden öğleden sonrası için izin alabilir misin? Seni görmem gerek.’’ diyor.
‘’Denerim ama Allah aşkına bu ne telaş ,neyin var senin?’’ diyorum.
‘’Yapma lütfen ,telaşlı falan değilim, sadece seni görmek istiyorum. Bir de kahve
muhabbetlerimizi özledim. Hepsi bu.’’ diyor.
‘’Tamam ‘’ deyip kapatıyorum telefonu .Aklım Nur’un ağlamaklı ,ikircikli sesinde kalıyor.
Son zamanlarda çokça hassaslaştığını ,durup dururken ağlamaya başladığını ,ardından
kahkahalarla güldüğünü anımsıyorum. Gözlerim buğulanıyor Bir de vasiyetini hazırlar gibi
konuşmaları yok mu ?Daha dün akşam ‘’Bak bana bir şey olursa ,şuralara ödemelerim var,
falancadan alacağım var .Onları alıp ödersin. Alt sokakta yalnız yaşayan bir Ayşe Teyze var.
Ben, her akşam ona yemek götürürüm ,benden sonra sen devam edersin buna .’’demişti. Ah
deli kız ,diyorum içimden patronumun odasına doğru yollanırken.
İzin almakta zorlanmıyorum. Zira sık yaptığım bir şey değil bu.
Panik halinde çıkıyorum iş yerinden. Arabama binip kontağı çevirdiğimde paltomu
üzerime almadığımı fark ediyorum ama önemi yok. Nur’uma gidiyorum; arabada da üşümem
nasıl olsa.
Meydandan yukarı doğru çıkarken yol kenarında delice eriklerin pıtır pıtır açan
çiçeklerini ilkyazın müjdecisi diyerek seviyorum gözlerimle. Kocaman bir tebessüm yayılıyor
yüzüme. Nisan günleri tüm davetkarlığıyla gizemli gizemli salınıyor önümde. Gözlerimde,
yüreğimde kelebekler uçuşuyor. Yaşamak bir kez daha güzelleşiyor zamanın yonttuğu
,budadığı mevsimde.
Ne kadar yol aldığımı arabamın ön camına tek tük düşmeye başlayan iri yağmur
damlalarını fark ettiğimde saate bakıyorum. On beş dakikadır yoldayım. Yağmur damlaları
sıklaşıyor ve ben şehir trafiğini geride bırakıp Nur’un bağ evine doğru yol almaya başlıyorum.
Gök gürlüyor, yağmur şiddetini arttırıyor , yolum tenhalaşıyor birden. Az önce meydanda
gördüğüm bahar dallarında patlayan çiçekler yol kenarında pembemsi bir şerit oluşturmuş
benimle birlikte akıyor. Yol ıslak ve kaygan. Oldum olası arabayı hızlı kullanmayı seviyorum.
Bu dürtüyle gaza basarken çocuklarım ve eşim geliyor gözlerimin önüne .Yavaşlamak istesem
de içimdeki baskın hız dürtüsüne yenik düşüyorum. ‘’Hadi Firuze, yapma ,rahat ol; iyi şoförsün
kızım sen. Bu yolla baş edebilirsin.’’ diyor iç sesim.
Sevdiğim özel şarkılardan oluşturduğum CD’yi takıyorum müzik çalara. Sezen’in
dokunaklı, buğulu sesinden dökülen nağmeler ruhuma kanıma karışıyor usul usul. Kaç insanın
kendi adının geçtiği bir şarkıyı dinleme şansı var ki diye düşünürken mırıldanarak eşlik
ediyorum Sezen’e…
Bir gün dönüp bakınca düşler
İçmiş olursa yudum yudum yılları
Ağla, ağla Firuze ağla
Anlat bir zaman ne dayanılmaz güzellikte olduğunu
Kıskanır rengini baharda yeşiller
Sevda büyüsü gibisin sen Firuze
Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu
Üzüm buğusu gibisin sen Firuze
Duru bir su gibi, bazen volkan gibi
Bazen bir deli rüzgar gibi
Gözlerinde telaş, yıllar sence yavaş
Acelen ne bekle Firuze…
Ah Sezen, ömrümün en dilsiz zamanlarının sesi…
Hızımı arttırdığımı Nur’un bağ evine giden son virajı alırken fark ediyorum.’’ Ah Nur, iyi ki görmek istedin beni. Yaşamak ve çıldırmak için ne güzel bir gün. Bir dosta giden yol
böylesine güzelse kim bilir o dostun kendisi ne kadar özel ve güzeldir. ’’düşüncesinin yüzüme
yaydığı gülümseme bıçak gibi kesiliyor birden. Direksiyon hakimiyetimi kaybediyorum. Son
köprünün üzerindeyim. Arabam rüzgarın önündeki yaprak misali sağa sola savruluyor ve
şiddetli bir gürültü kopuyor. Sezen’in ‘’Geri Dön’’ şarkısı çalıyor CD’de. Ses kesiliyor,
bağırışlar, ayak sesleri ayyuka çıkıyor. Siren sesleri bir sedye olduğunu sandığım tekerlekli bir
koşu eşliğinde devam ediyor.
Gözlerimi açmak, olan biteni görmek istiyorum. Zorlanıyorum. Kollarım ,üzerine beton
dökülmüşçesine ağır. Bir süre sonra tavanından spot ışıklar yayılan bir odadayım. Bir şeyler
oluyor. Yolunda gitmeyen bir şeyler var. İçim boşalıyor ve bedenim külçe gibi ağırlaşıyor.
Başucumda bir sehpa var. Zorla araladığım göz kapaklarımın arasından başımda bekleyen bir
kalabalık olduğunu seçebiliyorum. Elimi avuçlarında tutan eşim olmalı. Durmadan sayıklıyor:
‘’Hayır…Firuze, gitmeyeceksin!’’
Saniyeler arasında Nur’umu görüyorum. Ama ağlıyor bu kız. Ayak ucumda kızım
Melisa ve oğlum Efe bir birine yaslanmışlar. Dudakları sürekli kıpırdıyor derken her şey,herkes
kayboluyor.
Kaç gece kaç gündüz bu halde kaldım ,bilemiyorum. Durmadan bağırıyorum,
yalvarıyorum:
‘’Allah’ım, benim yaşamam gerek. Eşim ,çocuklarım, sevdiklerim bensiz yapamaz. Hem
eşim yemek yapmayı ,çamaşır yıkamayı ,ütü yapmayı beceremez. Çocuklarım perişan olur.
Daha üniversiteye gidecek onlar, aşık olacaklar, evlenecekler, torunlarım olacak ve ben
olmayacak, olamayacak mıyım…? Ne olur yaşat beni. Ben gidersem çiçeklerim kurur, boynu
bükük kalır pencere önündeki Afrika menekşelerimin. Köpeğimiz de Meks ağlar, ne olur yaşat
beni …’’ diye yalvarıyorum sürekli.
Gücüm kesiliyor, iç sesim de susuyor .Direnmeliyim. Her şeyi böyle eksik, böyle yarım
bırakıp gitmek yakışmaz bana. Aralarına hıçkırıklar serpiştirilmiş mırıldanmalar duyar gibiyim.
Eşimin, diğer yarımın sesi bu:
‘’Firuze, seninle olduğum bir hayatı bu kadar sevmişken ,cümle güzel sıfatları adına
eklemişken ; nefesim, sesim, ömrüm ,aşkım ,sultanım, baharım demişken sana ,karalar
giydirme yüreğime. Yetim bırakma gözlerimi ardında. Hadi, uyan Firuze’m, bu yaz hep
yapmak istediğimiz Abant tatilimizi yapacağız. Ölü Deniz’e gidip paraşütle atlayacağız. Hem
balkondaki çiçeklerin dilinden anlamıyorum ki ben. Gitme, ölümüm olursun
Firuze’m…’’diyor.
Her şeyi nasıl bu kadar net duyduğuma şaşıyorum.
Nur’um, bir köşeye çekilmiş, ağlıyor, kendini suçluyor durmadan. ’’Ben çağırmasaydım
sen yollara düşmezdin ve şu an ölümün eşiğinde olmazdın. Beni sonsuz bir azapta bırakma
Firuze…Sen güçlüsün, neleri aşmadın ki? Ben, biz; sensiz ne yaparız? Hadi be mikrobum, şaka
yaptım, ölmüyorum, döndüm ,de.’’ diyor.
Başucumdaki ekrandan çıktığını tahmin ettiğim bir ses odadakileri hareketlendiriyor,
çığlıklar yükseliyor. Galiba ölüyorum.
Nerede olduğumu anlamaya çalışıyorum. Sanırım bir sandıktayım. Kalkmak istiyorum,
sert bir yere çarpıyor kafam. Bir sis peydahlanıyor ,içine alıyor beni. Kim olduğunu
çıkaramadığım bir kadın beliriyor sisin içinde:
‘’Sen öldün Firuze, boş yere çırpınıp durma.’’ diyor.
‘’Hayır, ölmedim ,ölemem ben.’’ derken çocukken ‘’Eğer bir gün Azrail bana da gelirse bir
yolunu bulur atlatırım onu ve ölmem .’’dediğim zamanları hatırlıyorum.
‘’Sen de kimsin ki öldüğüme karar veriyorsun?’’ demeye kalmadan görüntü kayboluyor.
Eve gitmeliyim. Oğlum ve kızım okuldan gelmişlerdir. Eşim de eve gelirken bir sokak
çiçekçisinden bir demet papatya almıştır bana.’’ deyip ayaklanıyorum. Birden tüy kadar hafif
bir Firuze oluyorum. Sandıktan çıkıp göğe doğru yükselmeye başlıyorum. Meğer toprak da
zaman gibi geçirgenmiş. Eve gideceğim ve herkesi sevindireceğim aklımca.
Hızlı ve fazla geçirgen bir yolculuktan sonra bahçesinde onlarca çiçeğin bahara
ayaklandığı evimizin dış kapısındayım. Evde bir kalabalık var. İçeri doğru süzülüyorum. Neden
kimseler görmüyor beni? Oysa ben onları tek tek görüyorum. Salona geçiyorum. Konu komşu,
eş dost ,hısım akraba herkes burada. Kadınlar başlarını örtmüşler ,Yasin okuyan yaşlıca bir
kadını dinliyorlar. Kızım da onlarla. Nur’umun omzuna yaslanmış ağlıyor. Hay Allah, dönüp
baksa beni görecek ,sevinecek; bakmıyor.
Yanına sokulup :
‘’Neden ağlıyorsun Melisa’m?’’ diyorum cevap yok.
‘’Annem, anneciğim neden öldün ki?’’ diyor durmadan.
‘’Ölmedim, buradayım canım kızım. Baban ve kardeşin nerede?’’ diye soruyorum, nafile.
Ben onları görüyorum, duyuyorum ama onların hiçbiri benim farkımda değil. Oturma odasında
erkekler toplanmış oturuyorlar. Eşim çok bitkin görünüyor. Herkes suskun. Eşime
sesleniyorum, duymuyor beni. Bu duruma içerliyorum. Çığlık atıyorum peş peşe.’’ Biriniz de
beni duysa ne olur…ölmedim ki ben .’’diyorum.
Birden geri doğru çekilmeye başlıyorum. Kendimi toprağın altındaki o daracık yerde
buluyorum.
Yoğun bir sis var. Sisin içinde yavaş yavaş beyazlı kadının görüntüsü ortaya çıkıyor. ’’Sen öldün Firuze, anlasana. Seni kimse duyamaz ,göremez artık.’’ diyor bana. Derin bir iç
geçiriyorum. Eve gidip bir daha denemeliyim şansımı düşüncesiyle sıyrılıyorum toprağın
altından. Bir önceki yolculuğumu tekrarlayarak evimize ulaşıyorum. Yatak odamıza gidiyorum.
Eşim derin bir uykunun koynunda. Yüzünde alışık olmadığım bir mutsuzluk var. Rengi de
solgun üstelik. Sesleniyorum usulca ama duymuyor beni. Yok , böyle olmayacak. Rüyasına
girmeliyim ve konuşmalıyım onunla. Uykusuna sızıyorum önce .Büyük bir umutla rüyasına dahil
olmaya çalışıyorum. Ama rüyasında başkaları var. O kadar kalabalık ki beni görmemesi
ihtimalinin korkusuyla oğlumun odasına doğru yol alıyorum. Bilgisayarın başında oturuyor
oğlum. Bir şeyler yazıyor. Masaya yaklaşıp okumaya başlıyorum yazdıklarını. İlk sözcüğü
okumamla yüreğime ,bedenime aşinası olmadığım bir alev yayılıyor:
‘’Annem…ben sensiz yaşamayı bilmiyorum. Sensiz nasıl sevinilir, nasıl mutlu olunur
bilmiyorum. Sen gittiğinden beri hepimizin hayatı başkalaştı. Renklerimiz soldu. Bahar geldi
oysa…Ölmek için kötü bir zaman değil mi be annem. Şimdi bir mucize olsa ,sen geri gelsen,
kaldığı yerden olduğu güzellikte devam etsek, edebilsek hayatımıza.’’ Bu noktada ağlamaya
başlıyor oğlum ,hem de sarsıla sarsıla. Eşim ve kızım koşup geliyorlar odaya.
Dayanamıyorum…olanca gücümle bağırıyorum: ‘’Ben ölmedim bir tanem, ölmedim ben…’’
Kapının zili ısrarlı ısrarlı çalıyor. Ben ölmedim, diyerek fırlıyorum yataktan. Odadan çıkıp telaşla koridordan geçerken çabucak oğlumun ve kızımın oda kapısını aralayıp bakıyorum. Mışıl mışıl uykudalar. Kapı hâlâ çalıyor. Üzerime bir şal alıp kapıyı açmaya çalışırken eşim sesleniyor
odadan:
‘’Firuze, sana akşam söylemeyi unuttum. Nur, bu sabah kahvaltıya gelecekti bize.’’
Algılama sorunu yaşıyorum bir an. Kapıyı açınca elinde bir demet papatya ve simit poşetiyle
Nur’u karşımda buluyorum. Sımsıkı sarılıveriyorum boynuna.
‘’Senin hiçbir suçun yok, hem ben ölmedim bak.’’ diyorum. Sayıklamalarım bir süre devam
ediyor. Nur’um şaşkın şaşkın yüzüme bakıyor.
‘’Neden ölesin ki biriciğim. Bugün pazar ve güzel bir bahar günü yaşamak için.’’ diyor.
Dakikalarca boynunda asılı kalıyorum ve derin hıçkırıklara boğuluyorum.
‘’Rüya mı gördün bakayım sen?’’ diyor Nur’um. Gözlerimi kapatarak ‘evet’ anlamında
başımı sallıyorum. Yüzümü avuçlarının içine alıp gözlerime bakıyor sıcacık. Kol kola içeri
geçiyoruz. Eşim ,kızım ve oğlum da uyanmışlar. Bendeki garipliği anlamak istercesine yüzüme
bakıyorlar. Hepsini tek tek kucaklayıp öpüyorum. Nasıl bir rüya gördüğümü bilmek isteyen
meraklı bakışlarla etrafıma oturuyorlar. Ağlamam kesilince anlatmaya başlıyorum:
‘’…İşyerinden Nur’a giderken bir trafik kazası sonucu ölmüşüm…’’
Ben anlattıkça herkesin üzerine bir durgunluk çöküyor. Rüyamı anlatmam bitince hepimiz bir
süre susuyoruz. Sonra eşim basıyor kahkahayı. ’’Sen ,ne zaman bir rüya görsen hepimizi o
rüyanın içine alıyorsun, uzunca zaman da o rüyayla yaşıyorsun ,çok etkileniyorsun, çok
üzülüyorsun .Yaşamda her şeyi fazlasıyla ciddiye aldığın gibi rüyalarını da ciddiye alıyorsun.
Hatırlıyor musun bir keresinde rüyanda benim seni başka bir kadınla aldattığımı görmüş ve
günlerce yüzünü düşürmüş, sitem etmiştin bana.’’
Nur’a dönerek yarı şaka yarı ciddi anlatmaya devam ediyor eşim:
‘’ İnanabiliyor musun ,kendisini aldattığım kadının adı bile belliydi: ’Zeynep.’ Günlerce Zeynep kim? diye sorguya çekti beni. Kederlendi, üzüldü. Bu rüyanın etkisinden kurtulması uzun zaman aldı.’’ diyor.
Sonra bana dönüp , ellerimi tutuyor, tüm içtenliğiyle yüzüme bakıp:
‘’Hani şair diyordu ya: ’Yüzün başka bir hüzün, hüzün başka bir yüzün. ’ Ben bu sözü sana
çok yakıştırıyorum. Pamuk yüreklim, sendeki bütün halleri seviyorum ben . Biliyor musun ,sen
benim en tatlı ,en güzel ,en anlamlı yüzüm ve hüznümsün ,ömrümsün Firuze’m.’’ diyor.
Gülümsüyorum: ‘’Allah’ım…bu nasıl bir rüyaydı böyle. Ölmemişim, bana verdiklerine
şükürler olsun …’’derken bütün bedenime hükmeden hüznümü bir elbise gibi çıkarıp atamıyorum üzerimden.
Hep birlikte yüzümüzde buruk bir sevinçle mutfağa doğru hareketleniyoruz. Ölmedim ,o
zaman en sevdiklerimle paylaşacağım güzel bir kahvaltıya ‘hayır’ demem.
YAŞAM ARASI BİR ÖLMEK Yazısına Yorum Yap
"YAŞAM ARASI BİR ÖLMEK" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.