- 1954 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AYDIN BOYSAN
Mimar-yazar- modern meddah,
yaşamı bütün notalarıyla yaşayan
AYDIN BOYSAN’la
Berlin’de
SALI SOHBETİ
Gelin, sizlerlerle Türkiye’nin renkli simalarından gazeteci, mimar, yazar ve "MEDDAH" AYDIN BOYSAN’ın ünlü "DEM SOHBETLERİ"nden birine, "SALI SOHBETİ"ne konuk olalım:
Geçtiğimiz günlerde 89 yaşına girdi. Değerli dostlarıyla ÇİÇEK BAR’da yaş gününü kutladı. Bu yaş günü ile ilgili Cumhuriyet gazetesindeki haberi okuyalım:
AYDIN BOYSAN 89. YAŞINI KUTLADI
"Sen çok yaşa Aydın Boysan
Kültür Servisi - Bir asra yaklaşan ömrüne mimarlığı, birçok ulusal ve uluslararası ödülü, iki ulusal gazetede köşe yazarlığını ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde hocalığı sığdıran usta isim Aydın Boysan’ın 89. yaş günü önceki gün Çiçek Bar’da kutlandı.
Aralarında Melih Aşık, Hasan Anamur, Zeynep Oral, Mustafa Alabora, Tunç Başaran, Nejat Yavaşoğulları, Turgay Fişekçi ve Hüseyin Baş’ın da bulunduğu çok sayıda tiyatrocu, mimar, müzisyen ve gazeteci dostunun katılımıyla gerçekleşen eğlenceli kutlamada Nebil Özgentürk’ün, “Aydın Bir Yurttaş… Sofraların Dostu Bir İstanbul Efendisi… Aydın Boysan’ın ‘Bir Yudum’ Yaşam Öyküsü…” başlıklı belgeseli gösterildi. Özgentürk, Boysan’ın yakın dostu Mustafa Alabora tarafından sahneye çağırılınca, “Aydın Boysan’ın ismini söyleyince insanların yüzü gülüyor. Onun 88 yılını nasıl geçirdiğini bir günlük bir operasyonla anlatmak çok güç” dedi ve Türkan Şoray’ın Boysan için yolladığı doğum günü armağanını iletti. Boysan, Şoray’ın rakı bardağının içerisinde kendi bahçesinden kopardığı beyaz gülü ve “Sofraların dostu Aydın Boysan’a nice yıllara” yazan notu açarken “Bu düğümü ayıkken bile açamam” diyerek dostlarını güldürdü.
Doğum tarihini, “Daha Osmanlı batmamıştı ve Türkiye Cumhuriyeti doğmamıştı, 1921 yılıydı” diyerek muzipçe açıklayan Boysan’ın doğum günü pastasının üzerinde “Aydın Abi Sen Çok Yaşa” ve kenarlarında Boysan’ın yaşamında iz bırakan “Davutpaşa Çöp İskelesi”, “Davutpaşa Ispanak Viranesi”, “Samatya Narlıkapı Çıkmazı” ve “Yeşilköy Bamya Tarlası” gibi mekânların adları yazılıydı. Gecenin sonunda ise opera sanatçısı Güvenç Dağüstün sahneye çıktı. Boysan, kendine mikrofon uzatıldığında ise “Benimle birlikte yaşamaya cesaret eden hanımıma minnetlerimi sunar, sizlere de yürek dolu sevgilerimi kadehlerle takdim ederim” dedi ve ekledi: “Ömrümde ilk kez mahcup oldum.”
AYDIN BOYSAN SİZİN İÇİN NİÇİN ÖNEMLİ?
MUSTAFA ALABORA: Beni bir oğlu, bir dostu olarak kabul ettiği için çok mutluyum. 20 yıl önce bir ‘Cuma Masası’nda bir fıkra anlatmıştım. Sonra, haddimi aştığımı düşünüp “Kabalık yaptıysam beni bağışlayın” demiştim. Yanıtı şuydu: “Benim öyle kirliliklerim yoktur.”
HASAN ANAMUR: O, yaşamlarımızdan rengiyle, rakısıyla, balığıyla geçen müstesna bir insan. Herkes hayata onun bakış açısıyla bakabilseydi, herhalde bugünkü gibi bir toplumda yaşıyor olmazdık.
NEJAT YAVAŞOĞULLARI: Ona bakınca moralim düzeliyor, çünkü hayat enerjisini kaybetmez, emeklilik diye bir şey tanımaz, hayatının her döneminde üretir... Bize bu kentin kültürünü aktarması ve köprü görevi görmesi, bizim de bunları aktarmamız açısından önemli bir kişilik.
ZEYNEP ORAL: Bunca üretkenlik, bunca keyifle bir araya gelince hem yararlı, hem yaratıcı hem de ‘güzel’ oluyor. Aydın Boysan bunların hepsini bir arada uzun yıllar sürdürmeyi başaran bir isim. Daha nice yıllara!
SUZAN BOYSAN (eşi): 60 yıldır evliyiz. Bütün bu hikâye gibi anlatılanları birlikte yaşadık. Kocam diye söylemiyorum, belki bir ‘eş’ olarak değil, ama insan olarak üstün meziyetlere sahip biri; çalışkan, namuslu, aleyhte iş yapmaz. Dünyaya yine gelsem, yine onunla evlenirmişim gibi geliyor." CUMHURİYET-19.06.2009
Türkiye’nin başarılı mimarlarından, yazdıklarıyla Aziz Nesin’e, gezdiği yerleri anlatmasıyla da Evliya Çelebi’ye benzeyen Aydın Boysan, birkaç ay önce Berlin’de "Diyalog Edebiyat Günleri" çerçevesinde Narr-Bar’da sevenleriyle buluşmuştu.
O, 89 yaşında genç bir delikanlı; hayat ve neşe dolu; sanki sahnede Stand-Up yapıyor; modern bir MEDDAH gibi anılarını anlatıyor.
İstanbul’da "Cuma Sohbetleri" ile anılan sohbetlerinin bir benzerini de Narr-Bar’da yine cuma günü buluştuğu sevenlerine anılarını bir meddah tiplemeleriyle anlatan Aydın Boysan, herkese neşeli dakikalar yaşattı.
Aydın Boysan, 1921 İstanbul doğumlu. 1939 İstanbul Pertevniyal Lisesi, 1945 Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunu. 1999’a kadar mesleğini yapan mimar-yazar Aydın Boysan, Türkiye Mimarlar Odası kurucuları arasında. Mimarlık alanında uluslararası birçok ödül kazanmış, yazı yazmaya ise 61 yaşında başlamış. Dokuz yıl boyunca haftalık gazete köşe yazıları ve çok sayıda inceleme ile dünya gezileri izlenimlerini içeren dizi yazılar yazdı. Dünya ülkeleri ve şehirleri ile ilgili incelemelerini gezi izlenimleriyle birlikte anlatan ve mizah söyleşilerini içeren 30’un üzerinde kitap yazmış. Mizah Paldır Güldür, Yangın Var, Fısıltı, Aldanmak, Gezi Dünyası, Damlalar, İstanbul’ul Kuytu Köşeleri, Nereye Gitti İstanbul...gibi.
"Cuma Sohbet"inden önce, salı günü, yine aynı mekanda, kendisiyle birebir sohbet etme ve "demlenme" fırsatı buldum. Hakikaten bir meddah tarzında anılarını anlatışı var. 86 yaşında olmasına rağmen anılarını detaylı olarak anlatıyor. Onunla aynı sohbet sofrasında olduğum her iki akşamı "Salı Sohbeti" ve "Cuma Sohbeti" adı altında iki bölümde sizlere sunmak istiyorum.
"Salı Sohbeti"me geçmeden önce, Efe Rakı’nın Aydın Boysan için Refik Durbaş eşliğinde "Çilingir Sofrası’nda Boğaziçi Turu" adı altında İstanbul Boğazı’nda tertiplediği tekne turu tanıtım yazısını ve Aydın Boysan’ın sanat üzerine yazdığı bir makaleden birkaç satırı buraya almak istiyorum:
"ÇİLİNGİR SOFRASI’NDA BOĞAZİÇİ TURU
Doğum tarihini, "Daha Osmanlı batmamıştı ve Türkiye Cumhuriyeti doğmamıştı, 1921 yılıydı" diye açıklayan kalın gözlüklerinin ardından hınzır bir zekayla, muzipçe bakan bir adam; Mimar ve aynı zamanda yazar olmasından dolayı gazete ve televizyon röportajlarında kendisine sorulan "mesleğinizi ne olarak yazmamızı istersiniz" sorusuna "Demci" yazın diyecek kadar kendisiyle ve hayatla barışık bir insan Aydın Boysan.
Rakı, Demlenmek, Rakı Sofrası, Çilingir Muhabbetleri dendiğinde Türkiye’de akıllara gelen ilk isim olmasının sebebi 86 yıla dolu dolu sığdırdığı ve hala ustalıkla devam ettirdiği özelliğinden olsa gerek.
Rakı’ya genç yaşta başlamasının dışında diğer işlerinde acele etmeyerek yabancı dili 30 yaşından sonra öğrenmiş, ilk kitabını 61 yaşında çıkarmış yani demlenmeyi bildiği için ne yaptıysa güzel yapmış insan.
1999 yılında kendini mimarlıktan emekli ettikten sonra tüm vaktini yazmaya, muhabbete ve rakı’ya ayırmıştır. Kendi tabiriyle tam 65 yıldır iyi ve kötü günde vardır rakı’yla. Bu öyle bir dostluktur ki, yazarlığa başlamasına bile vesile olmuştur..."
........................................................
"Nerede bu sanat dediğimiz şey? Nerede?
Bir tiyatronun perdesinin arkasında mı? Bir çevre parçasında mı? Bir resimde mi? Bir şarkının içinde, yoksa bir kitabın mı içinde?
Yoksaaa, yaşayışımızın mı içinde?
Elbette öyle ya! Ah bunu unutmasak... Bir bilsek sanatın sırça köşkte saklanmadığını, her gün her an onunla iç içe olduğumuzu.
Köyde cenaze kalkıyor. Arkasından ağıt yakılıyor.
Bu, sıradan insanın yüreğindeki sanat gürlemesi değil de ne sanki?
Bakıyorsunuz adam redediyor: "Ben o müzikten anlamam" diye. Anlamazmış ha? Sorasım geliyor: "Anlamak denen şey yerin dibine batsın! Sen onu hele bir candan dinledin mi? Sabrettin mi" diye.
Anlamaktan önce sevmek var. Bir resmi birkaç saat seyretmeyen kişi, onu nasıl sever? Tanımaz ki sevsin.
Sanatın anlaşılmazlığı propagandasını yapanlar, sanat şarlatanları. Okumuşlar aristokrasisi, sanatı insanlardan uzaklaştırmaya, kaçırmaya çalışıyor...
Nefes aldığımız her an, yaşadığımız her dakika, sanatın kollarındayız. Sevme gücümüz varsa... Sevme gücü olmayana ise, değil sanat, tükettiği oksijen haramdır..." Binbir Yaşam Sahnesi / Aydın Boysan.
.........................................................
Aydın Boysan’ın Berlin’deki NAR-BAR’daki ilk "dem sohbeti" salı günüydü. Sofrada bulunanlardan bazıları: Türkiye’den Besim Dalgıç, NAR-BAR sahibi Ahmet Güven, film ve tiyatro sanatıyla uğraşanların yakından tanıdığı Nuri Sezer, Diyalog Tiyatro Festivali düzenleyicisi Mürtüz Yolcu, tiyatro oyuncusu Yusuf İslamoğlu, Önder Baykul, yönetmen Çetin İpekkaya, Kadriye Karcı, Bilge Taş ve Tarık Seden gibi kişiler vardı. Sohbet masası içki ve mezelerle donatılmadan önce, Aydın Boysan ile sohbet etmeye başladım.
Not defterimi açıp, sorularım olduğunu söylediğimde...
"Ne sorarsan sor, vereceğim cevaplar açık ve dürüst olacak, namussuzluk olmayacak. O nedenle ne istersen sor!.. Eğer yanlış bir soru sorarsan; geriye hesaplı bir şey sorarsan, yüzüne vururum ha!.."
... gülüşmeler...
"Bu arada 2001 yılında derginiz Merhaba’da benim "Zaman Geçerken" adlı kitabımı tanıtmışsın; teşekkür ederim."
diyerek sohbeti o başlattı.
ADEM DURSUN: Efendim, "Zaman Geçerken" adlı kitabınızın bir bölümünde
"Kültür güneşinin alçaklarda dolaştığı ülkelerde cücelerin gölgesi büyük olur..."
yazmışsınız. 1921 doğumlusunuz. Bu cümle Türkiye’nin son günleri için de geçerli mi?
AYDIN BOYSAN: Tabi ki. Hatta kültür güneşi daha da alçaklara gitti. Kültür güneşinin yükselme dönemi 1923 ile 1938 arasıdır. Sadece 15 sene kültür güneşinin yükselme dönemidir. Ondan sonraki, 38’den günümüze 70 sene geçti. Sahtekarların politikaları ile, ileri geri oynamalar Türkiye’nin hep zaman kaybı olmuştur. Maddi refahın artması hiçbir şey ifade etmez; maddi refahın artışıyla uygarlığın ilerlediğini düşünmek budalaca bir iştir!.. Türkiye’de uygarlık ilerlemiyor, uygarlık geriliyor; refah ilerliyor!.. Bunu kimse anlamıyor. Dünyada kitap okuma sayısı Japonya’da kişi başına senede 25 kitap. Uygar ülkelerde kişi başına 10-25 kitap. Türkiye’de 10 bin kişiye bir kitap düşüyor. Yani bunun arkasından değil böyle rakı içmek, esrar çeker, eroinman olur insan...
..... ve Aydın Boysan elindeki içki bardağını kaldırıp masadakilere
"ŞEREFE!.."
diyor.
...gülüşmeler...
....ve rakısından bir yudum alarak demlenmeye devam eden Aydın Boysan konuşmasına devam ediyor:
Gerçekten güneş battıkça bodur ağaçların gölgesi büyür ya, cücelerin gölgesi de o şekilde büyümektedir. Türkiye’nin durumu odur; batmakta olan güneşin yaşandığı bir ülkedir Türkiye!.. Kültür güneşi alçaklara indikçe, cücelerin gölgesi daha büyük oluyor... hele hele politika da bu daha da fazla oluyor.
ADEM DURSUN: Siz çok gezen bir yazarsınız. Nereden geliyor bu gezginliğiniz?
AYDIN BOYSAN: Ben çocukluğumda İrlandalı yergi ustası Jonathan Swift’in yazdığı Gulliver’in Maceraları’nı çok okurdum. Ben bu hikayeleri okuya okuya büyüdüm. Bir de Pertevniyal Lisesi’ndeki coğrafya öğretmenimiz İhsan Cebeci (Kasap İhsan), gezdiği gördüğü yerleri bize o kadar ballandıra ballandıra anlatıyordu ki, bu yerleri görmek bende bir tutku haline gelmişti. Hakikaten de onun anlattığı yerleri birer birer gördüm; Çin, Japonya, Meksika, Kanada, Amerika, Sibirya ve Avrupa... Gideceğim yerler üzerine günlerce okuyup hazırlık yapardım.
ADEM DURSUN: Siz, "Yıl 2046 Uzay Anıları" adlı bir de roman yazdınız.
AYDIN BOYSAN: İleri yaşlarımda uzay konusuyla çok ilgilendim, araştırdım, yaklaşık 60 kadar kitap okudum; notlarımı aldım. Ondan sonra da oturdum bir kitap yazdım. Adı da "Yıl 2046 Uzay Anıları"mdır. En az satan kitabımdır bu. Nedeni sanıyorum hiç kimseye hoş gelmedi, içinde ne olduğunu da kimse anlamadı. Ama benim ençok severek yazdığım bir kitapdır o. Bir başka dünya tasavvur ettim uzayda. Bizim dünyamıza benzer bir dünya idi bu. Öyle bir dünya ki, insan nüfusu sınırlı. İnsanlar sadece sevişmek için sevişiyorlar, çocuk yapmak için değil. O nedenle o dünyada nüfus sınırlı tutuluyor. Bir de bizim dünyamıza bakın; yüzbinlerce senede , 1946’ya kadar 3 milyara çıkan dünya nüfusu, sadece 40 yılda 6 milyara çıkıyor. Yani ikiye katlanıyor. Bu en büyük tehlikedir dünyamız için. Geleceğin en büyük tehlikesidir bu!.. Dünyanın kirlenmesinden de tehlikelidir!.. Dünya nüfusunun hesapsız bir şekilde artmasıdır. Dünya nüfusu planlanmadıkça, insanlar da bu plana uymadıkça; dünyanın geleceği batmaya mahkümdur. Kıyamet denilen de budur. Kıyamet böyle doğacak işte. Bir de delilerin eline atom bombaları, nükleer güçler geçecek. İşte bugün İran’ın hali budur.
1945 yılında ilk Atom Bombası atıldığında dünya bir sarsıldı; ne olacak? diye... Gerçekten de hiç beklenmedik bir hadiseydi o. Daha sonraki yıllarda da başka yüz binler gitti de, onun hesabını kimse vermiyor!..
Kısacası; insanlar bu dünyaya sahip olma yeteneğini kaybetmek üzereler!.. Gelecek pek parlak gözükmüyor; ne kadar parlak olması gerektiğini düşünsek bile...
ADEM DURSUN: Berlin’in sevdiğiniz yönü?
AYDIN BOYSAN: Berlin’de temizliğe, bitkiye ve ağaca çok önem verilmiş. Şehrin önemli bir bölümü yeşil alan. Ana caddeler ağaçlarla bezenmiş; yeşil durumda. Bunları sevdim. Hele hele ben 50 yıl önce buraya geldiğim zaman, Tiergarten semtinin ağaçları adam boyundaydılar. Savaştan sonra perişan olan o Tiergarten, yeni inşa edilmişti. Şimdi o 50 yıl önceki Tiergarten’ı daha da yeşillenmiş görmek bana mutluluk verdi. Neden?.. ağaçlar büyümüş, orman olmuş orası. Ben insanlardan umudu kestim de; ağaçlarda, kerestelerde artık umudum...
.... gülüşmeler...
ADEM DURSUN: Peki, ya bir mimar olarak, binalar?..
AYDIN BOYSAN: İlgi alanım binaların nasıl yapıldığı değil, insanların nasıl yaşadığı daha çok ilgimi çekiyor. Bıktım artık mimarlık lafından. 61 yıl oldu ben mimar olalı. İki yüz futbol sahası kadar da bina planladım. Doydum artık bina yapmaktan. Ana noktam artık binalar değil; görmek istediğim şehirlerin yapısı, durumu; uygarlık devam ediyor mu, etmiyor mu? İnsanlara ne oluyor? İnsanlar konfor aldatmalarıyla daha da budalaşıyorlar mı? onlara bakıyorum. En son 2000 senesinde mimarlık mesleğimi noktaladım. Son yapılarımdan bir tanesi de Hürriyet’in İstanbul Tesisleri’dir.
ADEM DURSUN: Yine kitabınızın (Zaman Geçerken) bir yerinde
"Yaşamak dediğimiz bir besteyi bütün notalarıyla olduğu gibi sevmekten başka çare yok, çünkü başka beste yok..."
yazmışsınız. 85 yaşındasınız. Yaşamı bütün notalarıyla yaşayabildiniz mi?
AYDIN BOYSAN: İyilikleriyle, kötülükleriyle; her şeyi ile birden, baştan aşağı; hayatımın tüm devrelerinden zevk aldım. Yaşamın notaları müziğin notalarından az değil. Tabiki nefret etmem gereken şeylerden de nefret ettim. Yaşam da bu değil midir zaten? Yani bir müzik eserinde bir davulun sesi o besteye ne kadar renk katıyorsa, keman da o derece o besteye renk katar. İyi günler de, kötü günler de bu anlamda hepsi birden yaşanıyor. Teker teker değil de, yaşamın tamamına bakıp öyle değerlendirmek gerekiyor.
Mimarlık ödüllerim ve kitaplarım...
Ulusal ve uluslararası mimarlık yarışmalarında ödüllerim oldu. Örneğin, 1973 Uluslararası Bulgaristan Devlet Opera Binası için dünyanın her tarafından 130 kadar proje katıldı. Biz orada dördüncü olduk. 30 kitap yazdım. Mimarlık ödül getirdi, fakat yazmak bana hiçbir ödül getirmedi. Ancak yazarlığımın bana kazandırdığı en büyük ödül dostlarımdır.
Politika sanatı...
Politika sanatı öyle tehlikeli, öyle rezil bir iş ki... bir örnekle anlatayım:
Bir politikacı sevdiği kızı ailesinden istemiş, vermemişler. Aradan aylar geçmiş, adam kızı hamile bırakmış. Babasından kızı yine istemiş; "eh artık verirsiniz" demiş. Baba "aile meclisiyle konuşalım, üç gün sonra gel, cevap vereyim" demiş." Adam üç gün sonra gitmiş, baba "vermiyoruz kızı sana!.." deyince, adam isyan etmiş. "Nasıl vermezsiniz, kızınız benden hamile. Bundan sonra kürtaj da yaptıramazsınız. Siz ailenize bir piç girmesine nasıl müsaade edeceksiniz?" diye sormuş. Baba gayet sakin bir şekilde "Biz bu işi hesap ettik, aileye bir politikacı gireceğine bir piç girsin daha iyi olur." demiş...
... gülüşmeler...
Ülkemizin aydınları tembelleşti, miskinleşti!..
Her şeyin uşaklaştırılması konusunda planlı birtakım çabalar var. Demokrasiyi de bunun için kullanıyorlar. Demokrasi, insanlara özgürlük getirmesi gerekirken; insanları esir etme yönünde birtakım ellerde silah olarak kullanılıyor. Üniversiteleri de batırmaya çalışmalarının sebebi bu. Ablak üniversiteler kurarak, sanki bilimin de onların tarafında imiş gibi gözükmesini sağlama çalışmaları içindeler. Ve gizli birtakım din teşekküllerinin üniversiteleri ele geçirme çabaları var. 1923 yılından 1938’e kadar geçen 15 senesindeki gelişmelerin devam etmeyişi, tersine hallerin ortaya çıkışı, hainlerin, alçakların birtakım gelişmeleri önleyici çabaları kahredici birtakım üzüntülere sebep oluyor. Üstelik orduyu da bu basitleştirme çabaları bu hareketlerin içindedir. Ordunun demokrasi getirmesi gereken bir hal olması trajik bir hadisedir. Ülkemizin aydınları da miskinleştiler,tembelleştiler!.. Kimsede reaksiyon gücü kalmadı.. Herkes bir nevi afyon yutmuş gibi, konforun keyiflerine daldı.
Pislik burada...
Çok umutlu gözükmüyor durum... kısacası bu!..
ADEM DURSUN
YORUMLAR
Kızıyor herkesin onunla rakı içmek istemesine. Hatta sağlığımı bozuyor katılmayacağım böyle sohbetlere artık bile diyor. Fakat cayamıyor yolundan, kıramıyor insanları. O kızgınlığını ifade ede dursun, ben bağırıyorum ardı sıra ben de ben de ben de diyerek. Tabi kısmet midir bilinmez.
Sadece rakıyı değil yaşamı da iyi içen biri Sayın Boysan. Kelimeleri dizgi makinelerine yerleştiremeyip beklemesi bundan gibime geliyor. Yine hoştu esinti, yine doluydu kağıdın üzeri. Teşekkürler.