- 1448 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ADEM DURSUN'la SÖYLEŞİ
ADEM DURSUN’la sıcak bir söyleşi
Sizlerle, yazın adamı ve eğitimci, ALKIMSANAT (maalesef artık yok) yöneticisi ESEN YEL’in bir süre önce benimle yapmış olduğu söyleşiyi paylaşmak istiyorum:
"Adem Dursun / Merhaba / Berlin" adresiyle nasıl buluştunuz? Son yıllarda sizi herkes bu adresle anımsar oldu. Bu adresin yaşamınızdaki yeri nedir?
"Merhaba" dergisi Berlin’de 17 yıldır yayımlanmakta olan bir dergi. Son yıllarda Berlin’de dergicilik moda oldu. Ancak hiçbiri dergimiz Merhaba kadar uzun ömürlü olamadı. Benim gazetecilik hayatım 80’li yılların ortalarında Milliyet ile başladı. Bir süre hem Milliyet hem de Sabah gazetesi için yazdım. 95 - 98 yılları arasında da "Cumhuriyet HAFTA" için yazdım. Bir de Batı Almanya’da kısa bir süre çıkmış olan "8. Gün" adlı bir dergi için söyleşi ve tiyatro haberleri yazdım. Yazdığım yazılara ADEM DURSUN / BERLİN imzasını kullanıyordum. 1998 yılında kısa bir süre geri çekildim. Ancak devamlı yazan bir gazeteci için ara vermek çok sıkıcı oluyormuş. Ben de biriken yazılarımı kitaplaştırmayı düşündüm. Bu vesileyle Concept Verlag’ın ve Merhaba dergisinin sahibi değerli arkadaşım Diyap Sakallı ile görüşmeye gittim. Bu görüşme esnasında büroya 20 yıldır Berlin’de yaşayan değerli hocam yazar ve eleştirmen Adnan Binyazar’ın Türkiye’ye geri dönmesi ile ilgili düzenlenen bir gece için davetiye faksı geldi. Ben senelerce Berlin’de sanat-kültür ve eğitimle ilgili haber ve söyleşiler yaptım. Merhaba dergisinin de bu alanlarda boşluğu vardı. Derginin genel yönetmeni meslektaşım Mehmet Zağlı, "Adnan Binyazar’la Merhaba dergisi için bir "veda söyleşisi" yapar mısın?" diye sordu. O zamandan bu zamana Merhaba dergisi için yazıyorum. Dergimiz Merhaba Berlin’de sevilen ve sayılan bir dergidir. Birçok Alman okulunda Türkçe derslerinde kaynak olarak okutuluyor. Türkiye’den gelen gerek politikacı gerekse sanatçıların uğrak yeri haline geldi. A’dan Z’ye her konuyu dergimizde bulmanız mümkün. Son iki yıldır da kitap tanıtımları yapmaktayım.
Sizi hemen Berlin’den alıp, ilk aşkınızın, Sahaflar Çarşısı’nın büyülü atmosferine getirmek istiyorum. Başlangıçta Sahaflar Çarşısı mı sizi buldu, siz mi Sahaflar Çarşısı’nı buldunuz? Orada ne aradınız, neler buldunuz, ya da bulamadınız? Sahaflar Çarşısı yıllarında başka aşklar da var mıydı? Değinmek istediğiniz kadarını lütfen...
Ben, 1956 Balıkesir/Gönen doğumluyum. 1960’lı yılların ortalarında İstanbul’a göç ettik. Orta okul ve lise yıllarında okuldan sonra çalışıyordum. Çalıştığım yer Süleymaniye semti idi. Okuldan sonra işe gidişimde Sahaflar Çarşısı yolunu, akşamları ise Sirkeci Tren İstasyonu yolunu kullanıyordum. Sirkeci’ye giderken de Babıali’den geçerdim. Yani öğlenleri Sahafları, akşamları ise Babıali yokuşundaki kitapçı vitrinlerini seyrederdim. Her hafta sonu muhakkak Sahaflar’a uğrar, yerde serilen kitapları karıştırırdım. O eski ve tozlu kitapların kokusunu ve tozunu muhakkak teneffüs ederdim. 8-10 yaşlarında okuduğum Kemalettin Tuğcu hikayelerinde nasıl ağladıysam, lise yıllarında da öğrendiğim her yeni bilgi, keşfettiğim her yeni yazarın yazılarında da aynı derece de hislendim ve ağladım. O zamanlar sadece okur-yazar değil; tam bir "okur-yazar" olmanın yolunu buldurmuştu bana Sahaflar Çarşısı ve Babıali Yokuşu. "ya da bulamadınız?" sorusuna gelince; sanıyorum hala onun peşindeyim. Yani bulamadıklarımın peşindeyim hala... Umarım o heyacanı hiç kaybetmem!..
"O yıllardaki başka aşklara" gelince: düzenli bir gençlik çağım oldu. O aşklar için okuldan da kaytardım, dersimi de ihmal ettim. Yani bir gencin yapması gerektiği haylazlığı yaptım. Fakat hiçbir zaman tembel olmadım. Baba parasıyla kız arkadaşımla gezmedim. Her şeyi zamanında ve yerinde, aşırıya kaçmadan, ölçülü bir şekilde yaptım. Bilmem bu kadarı yeterli mi?..
Söyleşimizin içinde yitip gitmeden en başa dönelim diyorum. Çocukluğunuza. Ve hemen buna bağlı olarak yazma tutkunuzun ne zaman, nasıl başladığına... Bugün dönüp o yıllara baktığınızda neler görüyorsunuz? Siz de bıraktığı izler neler? O yıllarda düşünü kurduğunuz yer’in şu anda neresindesiniz?..
Normal bir aile içinde geçti çocukluğum. 60’lı yıllarda ailede bir babam çalışıyordu. Ancak Türkiye’nin ekonomisi o zamanlar buna müsaitti. Yani babamın kazandığı hepimize yetiyordu. Her pazar 125 kuruş harçlık verilirdi bana. Bunun 100 kuruşu ile kışlık sinemaya, 25 kuruşunu da dondurmaya verirdim. O zamanlar iki film arası sanatçı çıkardı sinemalarda. Evimizin yanında yazlık sinema vardı. Gündüzleri sinemadaki boş şişeleri toplardık. Akşamları da sinemaya bedava girerdik. İstanbul’daki çocukluğumdan en çok hatırladığım dört şey vardır: kışlık - yazlık sinemalar, köşebaşı çeşmeleri ve surlarda çevrilen eski Türk filmleri. Filiz Akın’dan Türkan Şoray’a, Cüneyt Arkın’dan, Ediz Hun’a tüm artistleri oralarda tanıdım. Köydeki çocukluğumdan ise hatırladıklarım: okuldan sonra köyümüzün tozlu yollarında yalınayak çevirdiğim çemberler, akşamları bahçemizdeki kuyunun başında elimi ayağımı yıkamam ve kuyuya soğusun diye attığımız karpuzlar. Bir de anneannemin bahçede ektiği kokulu sümbüller ve hanımelileri... Bunların dışında mahallece tertiplenen hamam sefaları... Tüm bunları 80’li yıllarda yazdığım şiirlerde anlattım. Sanıyorum yazmanın ilk şartı iyi bir gözlemci olmak. Daha sonra da kitaplarla tanıştıysanız; belli bir süre sonra yazmak ihtiyacını hissediyorsunuz. Orta okul yıllarında benden aşağı sınıfların komposizyonlarını yazardım. Ancak yeni şeyler aramak, keşfetmek lise yıllarında oldu. Çünkü o yıllarda Cumhuriyet gazetesinin Nadir Nadi, Oktay Akbal, Melih Cevdet Anday, Uğur Mumcu, İlhan Selçuk, Vedat Günyol ve Mustafa Ekmekçi... gibi değerli yazarlarıyla tanıştım.
Cumhuriyet gazetesi ve bu değerli yazarlar benim dünyamı değiştirdi... beni yaşadığım toplumda daha duyarlı kıldı ve hiçbir şey bilmediğimin farkına vardırdı; kitap kurdu oldum; daha doğrusu tam bir "okur-yazar" olmanın yolunu keşfettim. 1995 yılında ilk yazım Cumhuriyet’te çıktığında çok heyacanlandım. Zaman zaman bu yazarların yazdığı sütunların yanında veya aynı sayfada yazımın çıktığı günleri hiçbir zaman unutmam!..
İnternet yayınlarında yazma konusunu bir açalım. Türkiye’de ikinci kez adınızın sık duyulur olması bu yolla oldu, diye biliyorum. Sizi internet yayınlarında yazmaya yönelten neydi. İstediklerinizi gerçekleştirebildiniz mi? Hazır konuya girmişken, bir soru daha: İnternet yayıncılığı hakkında ALKIMSANAT izleyicilerine bir mesajınız olacak mı?..
Merhaba dergisinin Berlin’de yaklaşık her ay 50 bin okuyucusu var. Ben son yıllarda ağırlıklı olarak Türk tiyatro sanatçılarıyla söyleşiler yapıyorum. Bildiğiniz gibi tiyatro seyircisi gibi, tiyatro ile ilgili haber ve yazıların da belli bir okuyucusu var. Her okurun ilgilendiği alan değişik. İnternet çıkmadan önce bu tür yazıları kitaplardan okuyabiliyorduk. Gazeteler malümünüz, bu tür yazılara fazla yer ayırmıyorlar. Çünkü bir söyleşi birkaç sayfa oluyor. Ben de yaptığım söyleşileri, -bu tür söyleşiler ve haberleri yapan eleman maalesef az- daha fazla kitleye ulaştırmak için interneti seçtim. Çünkü ben de Türkiye’deki her iki internet sayfası olan tiyatrom.com ve tiyatronline.com’u takip ediyordum. Sizinle de bu sayfalarda tanıştık. Her iki sitede de arşivim oluştu. Her iki siteyi takip eden okuyucu 1000’in üzerinde. Türk tiyatrosu sanatçılarıyla ilgili kitap ya bir ya da iki; üçü geçmez. 60’ı geçen söyleşilerimi bir kitapta toplamak istiyorum. Daha elimde sırada bekleyen hazır söyleşilerim var. Bunun çalışması içindeyim. Şu andaki tek isteğim bu. Çünkü ben hep kalıcı olanın peşindeyim.
Alkımsanat’a gelince: günden güne içeriğini zenginleştiren ve okuyucusu artan bir site yaptığınız için sizi tebrik ederim. Siteniz için elimde bekleyen yazılarım mevcut. Bunları fırsat buldukça sitenize aktaracağım.
Adem Dursun’a göre "Adem Dursun" kim?
Burcum Başak, "tertipli, düzenli ve titiz" olarak tanımlıyor beni. Çok doğru. Bir de tam bir "perfeksiyonist"im. Yaptığım işi ya tam yapmaya çalışırım ya da hiç yapmam. Bunu yazıya uygularsak: iş olsun diye yazmamaya çalışırım. Yaptığım söyleşilere haftalar önce hazırlanırım. Söyleşiden önce giriş yazım için günlerce kafa yorarım. Hiçbir zaman direkt olarak söyleşiye veya tiyatro haberine başlamam. Tiyatro haberi yapıyorsam, okuyucuya oyunun yazarı ve oynayan oyuncular hakkında da bilgi veririm. Bilhassa tiyatroya yeni başlamış başarılı ve yetenekli oyuncuları cesaretlendirmek için onları tanıtırım. Yukarıda da belirttiğim gibi son iki yıldır sadece kitap tanıtımları ve öyküler yazmaktayım.
Yeniden "Adem Dursun / Merhaba / Berlin"e dönersek... Buradaki çalışmalarınızı anlatır mısınız? Buradaki ürettikleriniz sizi mutlu ediyor mu?
Yukarıda da anlattığım gibi, Merhaba dergisi A’dan Z’ye her konuda okuyucuyu bilgilendirmeye ve toplumdaki olayları duyurmaya çalışan aylık bir dergi. Ben derginin haber müdürüyüm. Daha çok kültürel haberleri, ancak yeri geldiğinde de futbol hariç her konuda yazıyorum. Bu arada Berlin’e gelen sanatçılarımızla ve politikacılarımızla söyleşiler yapıyorum. Yazdığım konuların fotoğraflarını kendim çekiyorum. Zengin bir arşivim oluştu. İyi ve kalıcı şeyler yapmak hep hedefim oldu. İyi yapılan şeyler beğenilir ve kabul edilir. Sonuç olarak ta, işi yapanı mutlu kılar.
Senelerdir Almanya’dasınız. Bizlere oralarda yaşayan Türklerden biraz bahseder misiniz?
25 yıldır Berlin’deyim. Türkleri Almanya’ya götüren ilk işçi treninin Sirkeci’den kalkmasının ardından neredeyse yarım asır geçecek. İnanın, o zamanlar yanlarına aldıkları ağaç bavullarına koydukları yolluklarının ve allı güllü oyalı mendillerinin dışında, geleneklerini ve göreneklerini de beraber getirmişler, ki kırsal kesimden gelen vatandaşlarımız için gayet normaldi; hala o aynı alışkanlıklarını, aynı saflıklarını ve maalesef artık eskimiş olan gelenek - göreneklerini, buzdolabına koymuşçasına, alıp alıp kullanıyorlar. Yaklaşık 45 yıldır köyünden ayrılıp Almanya’ya gelmiş olan Ayşe ile Mehmet, hala 45 yıl öncesinde yaşarken, köyündeki 45 yıl önce geride bıraktığı köylüsü onların çok çok ilerisinde. Hala o 45 yıl öncesinin saflığını ve temizliğini koruyorlar. Yoksa bir cami imamının söylediklerine kanıp, zor şartlarda kazanıp biriktirdiği parasını ne idüğü belirsiz dolandırıcılara verir miydi!.. Bir de dil sorunları var. Ancak onlara da hak vermemek mümkün değil. Çünkü o zamanlar hangisi bu kadar uzun süre kalacağını düşündü ki... 2 veya üç yıllığına gelmişlerdi; 2-3 yıl için de dil öğrenmenin ne gereği vardı... Derken çocukları oldu, ya da Türkiye’de geride bıraktıkları çocuklarını yanlarına getirdiler. Fakat düşünce yine de bu kadar uzun kalmak değildi; sadece hasretlik sonucu getirmişlerdi çoluk çocuklarını. Niyetleri yine en kısa zamanda Türkiye’ye dönmekti. İş böyle olunca da çocukların yüksek tahsil yapmasına gerek yoktu. Ve böylece çalışma çağı gelen cocuklarını da bir an önce para kazanmaları ve birikimlerine birikim katmaları için okul yerine fabrikalara çalışmaya yönelttiler. Ancak son nesilde bu değişti. Liselere ve üniversitelere gidenler çoğalmaya başladı. Son 5-10 yılda her dalda akademisyenlerimiz çoğalmaya başladı. İş adamlarımız aynı şekilde çoğaldı. Bu da apayrı bir konu. Son yıllarda artan işsizlik sonucu bakkal, gazete bayileri, şöför okulları, seyahat acentaları gibi iş yerleri açan Türkler çoğaldı. Ancak çoğu da bilinçsiz ve bilgisizce yapıldığı için iflas ettiler.
Ya gençler, onların durumları ne durumda?
Yukarıda da dediğim gibi, son yıllarda akademisyen gençler artmaya başladı. Fakat genel olarak durumları pek iç açıcı değil. Ne Almancaları doğru dürüst, ne de Türkçeleri... Çünkü kendilerini izole ediyorlar. Aralarında konuştukları dil karışık bir dil. Kısacası her iki kültür arasında ve iki dil arasında çabalayıp duruyorlar. Almanya’da da "yabancı", Türkiye’de de "yabancı"... Çoğu kimlik bunalımında.
Sevgili Adem Dursun, şu bizim amatörce site için de çok emek harcadınız. Çok teşekkürler. Alkımsanat hakkında düşündüklerinizi, dileklerinizi alabilir miyiz?
İşinizi amatör bir heyecanla "ustaca" yapıyorsunuz. Kutluyorum. Bir insanın ne yaparsa yapsın amatörce heyecanını yitirmemesi çok hoş ve güzel bir şey. Zaten o amatörce heyecan azaldığında başarı çizgisi aşağıya düşer. Her geçen gün sitenizin içeriğinin zenginleştiğini ve okuyucunuzun arttığını gözlemliyorum. Bana da sitenizde yazılarımı daha fazla okuyucuya iletme fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyor, bu söyleşi için de yer ayırdığınız için ayrıca şükranlarımı sunuyorum.
ESEN YEL / ALKIMSANAT
YORUMLAR
Doğru bir seçim olduğunuzun göstergesiydi yazı. Sizi böyle yakından tanımak fırsatı verdiğiniz için teşekkürler. Yazıdaki gurbetçiyi çok iyi tanıyorum. Hepimizin köyünde bir tane yaşıyor çünkü. Gurbetin türküsünü valiz valiz ezberlemişliğim de vardır hem. Bir masalı vardır ki, iç yarasıdır sormayın. Tebrikle.