Başlangıçlar Önemlidir...
Başlangıçlar önemlidir; ilk adımı attığımda anladım. İkinci adımı ilkini attığımda atmam gerektiğini anladım, Üçüncü adım dördüncü adım böyle sürüp gider bir biri ardına. Her şeyin başlangıçları önemlidir. Yağmur mesela ardı ardına gelir biri ötekisini izleri diğeri ötekisini izler...
Aşk da bir başlangıçtır iyi bir başlangıç yaptığımızda devamı gelir ama biz toprak olmayı bilmeyip gübreyi ararsak yada gübre olmayı bilmeyi toprak ararsak hep bir eksik buluruz kendimizde. Toprak olmayı bilmeyip gübre istemek, gübre olmayı bilmeyip toprak istemek başlamayan bir şeyi sonun getirmektir. Gübre toprağa iyi bakmazsa toprak iyi fidan veremez. Toprak gübreye sahip çıkmazsa fırtınadan, verim alamaz. Aşk da buna benzer, yapılacak en doğru şey, tarlamızın özelliklerini tanıyıp uygun gübreyi aramaktır.
Denize rengini gökyüzümü veriyor yada gökyüzü denizden rengini mi çalıyor. Denizi deniz yapman salt maviliği değil mi yada gökyüzünü güzel maviliği. Çoğu romana çoğu öyküye konu olmuş salt maviliği iki kıskanç sevgili gibi gökyüzüyle deniz. Bir birlerinin rengini çalıyorlar ve çalarken bazen ölüm darbeleri vuruyorlar bir birlerine ve gökyüzünü çılgınca ağlıyor sel bırakıyor güzel denizine. Şimşek fırlatıyor gözlerinin güzelliğiyle. Deniz kızıyor gökyüzüne ve kararıyor güzel maviliği konuşmuyor kimseyle, ölüm sessizliğine bürünüyor ve gözü kimseyi görmüyor… Ne kadar kızarlarsa kızsınlar bir birlerine yine bırakamazlar bir birlerini öle bir bağlanmışlar ki bir birlerine mecburlar. Sizce hangi veriyor rengini deniz mi ? Gökyüzü mü?
Kendi, kendime şaşırıyorum; yılların, hadiselerin harap ettiği bir vücutta kalbim hala ilk günlerdeki gibi çarpıyor. Şimdi yavaş yavaş kendimi buldukça beni iğnelemek isteyen acıların, bana boyun eğdiremeyecek kadar cılız ve bayağı şeyler olduklarını anlıyorum. Burada ne şehrin tozlu, gürültülü sokakları ne dedikodulu kalabalığı var. Burada huzur var. Anlıyorum ki huzur, sorunsuz olmak değil sorunların aşılabileceğine inanmakmış. Ve aşılması gereken en büyük sorun aşk olduğunu da öğretiyor . Sonsuz zamana ve uçsuz bucaksız uzama düşülen sessiz, silik notlardır yaşamlarımız. Belleklerimizden, ruhlarımızdan , tenimizden uzak yerlere yazılır; bazen sancılı bazen ölümcül ve çok çok nadir olarak da mucizevi bir biçimde. Otobüs duraklarının mazotlu hayaletlerinin, araba markalarının, kredi kartı faizlerinin, asfalt çalışmalarının, para kazanmak için çırpınıp durmanın; hayatın sonsuz karmaşasının ve çirkinliğinin ötesinde gizli bir düş gibi… İnsanların, iyi ve güzel olan her duygu, kayıp bir hazinenin parçasıymış gibi geçmişte aradığı çağda, aşk bir mucizeden başka nedir ki?
Aşkın kaç tür rengi var, deniz kadar mavimi gül kadar kırmızımı yada gökkuşağı kadar renklimi? Yada aşka rengi veren iki serseri aşık mı veya kendilerini kaybetmiş aşıklar mı? Aşk tek başına yalnızlıkken onu oradan çıkartan iki kalp olabilir mi. Yada iki kalbin yalnızlığını gideren, parçalayan veya yalnızlığı güzelleştiren aşk mı? Herkes sormalı aslında bu soruları kendine. En son sorduğumda yıldızları sayıyordum ve her yıldıza onun ismini veriyordum ‘aşk’ ı yani…. Sıralıyordum tüm cümleleri keşke, hep böylemi olacak, nerede hata yaptım, bunlar yerine önce sormuş olsaydım kendime cevabı bulabilirdim. Ve şimdi soruyorum kendime kaç türlü rengi var; tek onun vermiş olduğu renk ismine ne takarsanız takın tek renk tek isim olacak. Ben yalnızlığa da aşıktım, yalnızlığım güzelleştiren oydu ve şimdi sadece yalnızlık kaldı ardından, kendime sormadığım için. Gök kuşağını güzel yapan yağmurun ardından çıkması değil mi yâda güneşle dans etmesi değil mi. Yalnızlığımızı yâda her neyse bizi güzelleştiren’ o’ değil mi?
Zaman bizim büyümemizi beklemiyor, ne zaman ne şekilde sınayacağı hiç belli olmuyor... Zamanla girdiğimiz tünellerden sabırla çıkıyoruz. Sabrı öğreniyorum seçmeye çalışıyorum hangi tünelde daha çok güçlendiğimi. Hangisinde daha dik dura bildiğimi. Her tünelden güçlenerek çıkıyorum, zamana
Bikre daha meydan okumayı öğreniyorum. Ne kadar güçlensem de meydan da okusam zaman beni yelkovanının içine hapis ediyor. Zaman zamanla mı var yoksa bizim kurduğumuz zaman kavramıyla mı var. Tutamaya çalıştığımız peşinden koştuğumuz zaman mı var.
Zamanı üstün yapan bizi hep yenmesi mi yoksa bizim onunla nasıl başa çıkacağımızı bilmememiz mi. Zaman akrebi bozukta olsa süreyi geçte alsa her zaman bizden daha üstün oluyor her zaman yakamızdan yakalıyor kaçamadan. Her zaman tünelinden güçlenerek çıkmaya çalışıyorum.
YORUMLAR
Hani güzel bir ses duyarsınız, fakat içinizden azıcık daha pişse dersiniz ve öğütülse. Yazı içeriği, cümlelerin yerlerişm biçimi harika. Deneyimlerin sıralanışı, sonra umudun yazıya katılış noktası gayet olumlu. Fakat hızla yazılmış bu yazı. Aceleye getirilmiş. Bu yüzden de bendeniz gibi pek çok hatayı barındırıyor. Ah onlar da olmasaydılar dedim içimden... Fakat bu kalem okunmaya değer belliki. Yazınız ve öğrenmekten endişe etmeyiniz. Sanmayınız ki bunları size aktaran ben her yazısı edebiyat ödüllerine layık görülmüş biriyim. Ancak birbirimizde gördüklerimizi söylememizden yanayım, o yüzden susamadım bağışlayınız. Bu hoş yazı parlasın istedim biraz da galiba.