ÇENGELKÖY VE KIYI BALIKÇILIĞI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
ÇENGELKÖY VE KIYI BALIKÇILIĞI
Sevgili Çengelköy, ülkemizin ekonomik durumunun pek parlak olduğu söylenemez. Bu yüzden, köyden kente göç, ekonomik sebepler ve işsizlik gibi sorunlar, daha çok dar gelirli insanları, değişik iş kolları arayışlarına yöneltti. Bu işler arasında "Kıyı Balıkçılığı" da ilk sıraları alan bir ekmek kaynağı olmuştu. Ancak köyümüz sahillerinde “Kıyı Balıkçılığı” son 35 yılda gelişmiş, yeni oltalar, takımlar ve çeşitli teknik donanımlı yeni bir iş kolu yaratmıştır. Birbirlerinin peşi sıra kapanmak zorunda kalan iş yerlerinin sonunda, işsiz kalan birçok vatandaşımız, ekmek derdine düşerek, çareyi “Kıyı Balıkçılığın” da bulmuştur.
Efendim, Haliç köprüsünden başlayarak, bütün Boğaziçi semtlerinin kıyılarında kümelenen kıyı balıkçıları, Çengelköy sahillerine de yerleşmişlerdir. Yıllardır ekmeğini bu yoldan kazanan insanlar, kıyı balıkçılığını adeta bir sektör haline getirmişlerdir. Kıyı balıkçıları, yaz kış sadece bu işten ekmeğini kazanan ve daha çok esnaf tipinde olanlar veya bu işi zevk için yapan amatör kişilerden oluşur. Bu balıkçılar olta ile tuttukları balıkları, sahile dizdikleri küçük kaplarla sergilerler ve sık sık sularını tazeleyerek, canlı kalmalarını sağlarlar. Çengelköy sahillerinden geçen arabalar, bu balıkçıların sergilediği canlı balıkları hem taze ve hem de ucuz olmaları nedeniyle adeta kapışırlar. Hatta o balıkçının cep telefonunu kaydedip, evlerinden arayarak sipariş verirler.
Çengelköy’de “Hamallar İskelesi”, “İskele Meydanı” ve “Kuleli Askeri Lisesi” sahil boyu, bu balıkçılar için bir geçim kaynağı olmuştur. Buralara Avcılar, Alibeyköy, Çekmece, Ümraniye, Üsküdar, Kadıköy ve hatta Çerkez köyden gelen kıyı balıkçılarının arasında, Çengelköy’den pek az kişiye rastlayabilirsiniz. Mart ile Mayıs arası, gümüş, çaça ve kıraça (istavrit balığının küçüğü), mayıs, haziran, temmuz ve ağustos ayların da, izmarit, kefal, istavrit, mezgit geceleri ise iskorpit, gelincik balıkları tutulur. Ağustos, eylül ve ekim aylarında, iri istavrit, çinakop, mezgit, sarıkanat, zargana, lüfer ve Çingene palamudu, kasım, aralık, ocak ve şubat ayların da ise, istavrit, mezgit ve kıraça gibi balıklar, geçimini bu yoldan kazanan insanların, ekmek tekneleri olmuştur.
Sevgili Çengelköy, yıllarca ben ve arkadaşlarım, motor veya kayıkla yüzlerce kez balığa çıktık. Ancak bunun yanı sıra, “Kıyı Balıkçılığı”nın çok değişik ve ilginç yönlerini tespit ettim. Örneğin, İstanbul’un herhangi bir semtinden gelmiş bir balıkçı ile muhabbet’te başlıyorsunuz, sohbet ilerledikçe mutlaka bazı ortak yanlarınız veya ortak arkadaşlarınız ortaya çıkabiliyor. Ertesi gün aynı yere geldiğiniz de, gözleriniz o arkadaşı arıyor. Bu ikili ilişkiler giderek artıyor ve “Gruplaşmalar” oluşuyor. Bu gruptaki arkadaşlar sizi öylesine benimsiyorlar ki, siz gelmeden yerinizi ayırıyorlar. Giderek bu gruplar ailelerini de bu oluşuma sokuyorlar, ondan sonra gelsin çaylar, börekler ve çerezler…
Kıyı balıkçılığından geçimini sağlayan insanların yanında, onlara takım, kurşun, kiralık olta satanların yanında, simitçiler, çaycılar, ekmek arası köfteler, ayrancılar, sucular ve pilav üstü nohut satan ayakçı esnaflar da ellerinde ki ürünleri, kıyı balıkçılarına satarak ekmek paralarını çıkarıyorlar. Bu ara da elleri cebinde, bu işten hiçbir şey anlamayan “ahkâm kesenlerde”, acemi oldukları belli olan kıyı balıkçılarının yanlarına giderek, “takım kalın, ince takım at”, “iğnen yanlış, ikilik iğne kullan”, “kurşunun hafif, 150 gramlık kullan” gibi ezbere laflarla b.k atarlar. Bu kendine bile faydası olmayan tipler, kafası iyice karışmış olan balıkçının, kafasını daha da karıştırmaktan zevk alırlar. Ancak bu tip insanlar o grupların içine asla girmez, giremez üstüne üstlük derhal onların yanından uzaklaşırlar. Çünkü o işin sonun da bir güzel dayak yiyecekleri aşikârdır.
Sevgili Çengelköy, köyümüzün eski balıkçılarından, rahmetli İbrahim Reis’in bir zamanlar bizlere anlattığına göre; onların zamanın da “misina” yokmuş. Onlar bunun yerine “Beygir Kuyruğu” kılından ve bazen de İngiliz siciminden olta yaparlarmış. Atkuyruğu kılından yapılan oltaların uzunluğu on iki kulaçtan, seksen kulaç’a kadar olup, kalınlığı ise üç kattan, otuz kata kadar olabilirmiş. Örneğin; izmarit, istavrit, mezgit gibi balıkların oltaları üç kat kıldan yapılırmış. Lüfer balığı, palamut ve uskumru avı için yapılan oltalar ise beş veya yedi kat beygir kuyruğundan olurmuş.
Sevgili okur, Boğaziçi sularının kralı, “Lüfer” gezici bir balıktır. Karadeniz’le Efe denizi arasında dolaşır. Ustura gibi dişleri olan lüfer, hem cinsleri dâhil olmak üzere, her türlü balığa saldırır, parçalar ve yer. Efendim bu konuya değinmişken aklıma şu gerçek hikâye geldi. Çengelköy’ün eski balıkçılarından “Beyciiiğiim” kayıkla lüfer avına çıkmış ve koca bir lüfer yakalamış. Yakaladığı lüferi, zokayı çıkartmak için bacaklarının arasına aldığında, lüfer bacaklarının arasında kurtulmuş ve beyciiğiimin burnunu kapı vermiş. Garibim beyciiğiim burnunu zor kurtarmış ve kan revan içinde sahile kendini zor atmıştı. Lüfer balığı, sonbahar-kış ayların da en lezzetli ve olgun devrini yaşar. Yaz ortalarından sonbahara kadar da kışlamaya geçer.
Sevgili Çengelköy, gelecek yazılarımız da, Boğaziçi’n de yaşamakta olan balıkların özelliklerini, aynı şekilde yukarıda “Lüfer Balığı”nı anlattığımız gibi, sizlere anlatacağız. Bu ara da bayat ve taze balık ayrımı nasıl yapılmalı? Sorusuna da en ince detayına kadar siz sayın okurlarımıza açıklayacağız. Sağlıkla kalın…
Hüseyin A. Tuna
T U N A C A N