- 2021 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
FERHAN ŞENSOY
Türk Tiyatrosu’nun „KALEMLİ KAVUKLU“su
FERHAN ŞENSOY…
O da benim gibi ilk göçünü İstanbul’a yapmış. Samsun’un Çarşamba’sından.
Ben ise Balıkesir’in Gönen’inden.
O, 1961 yılında on yaşında imiş. Yanında da yeğeni Haluk. İstanbul’a gelişlerinin sebebi de, Galatasaray Lisesi’ne yatılı okul sınavına girmek için. Daha sonra tekrar Çarşamba’ya geri gitse de, İstanbul’un havasını teneffüs etmiş, suyunu içmiş olduğundan, tekrar İstanbul’a gelmiş.
Ben ise, 1964 yılında, sekiz yaşında idim İstanbul’a ailece göç ettiğimizde. Yani ondan üç sene sonra ben de İstanbul’a gelmişim. Sohbetimiz sırasında bir ortak noktamızı daha keşfediyorum: İstanbul’a ilk ayak bastığımız günden aklımızda kalan İstanbul’un trafiğindeki troleybüsleri. Yani otobüsün boynuzlusu. Benzinsiz çalışan, iki boynuzuyla yol boyu gerili tellerden elektrik alarak çalışıyor. Eletrik kesilince de olduğu yerde kalan “boynuzlu” otobüs…(Ülkemizde ilk troleybüs hattı 1947’de Ankara’nın Ulus ve Bakanlıklar semtleri arasında tesis edildi. 1954’te İzmir, 1961’de de İstanbul’da şehiriçi yolcu taşımacılığında kullanıldı. Trafik yoğunluğunun artışı sebebiyle 1984’te İstanbul’da, 1986’da Ankara’da tamâmen ulaşımdan kaldırıldı. A.D)
Hey gidi günler hey... şimdi hepsi tarihe karıştı; ne tramvay kaldı ne de boynuzlu otobüs. Sadece Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde işleyen müzelik tramvay dışında.
İkinci göçümü yaşadığım Berlin’den birkaç kez telefonla konuştum kendisiyle. 2009’de yaptığım “İstanbul Söyleşi Turu”nda “Ferhangi Şeyler”i seyretmiş, kendisiyle kısa bir sohbetim olmuştu. Söyleşiyi de en kısa zamanda yapabileceğimizin sözünü almıştım kendisinden.
2010’un Kasım’ında yapmış olduğum “İstanbul Söyleşi Turu”nu planlamadan önce kendisini Berlin’den aramış ve 6 Kasım günü için son oyunu “İşsizler Cennete Gider” oyunundan önce, saat 17:00 de söyleşi yapmak için sözleşmiştik. Aynı gün, 12:30 da, “Yaşamlarını Tiyatroya Adayanlar” adlı kitabımla katıldığım 29. İstanbul Kitap Fuarı’ (TÜYAP)nda iki saat kalıp, okurlarımla sohbet ettikten sonra, Beyoğlu’na, tarihi “Ses Tiyatrosu”na gitmek için TÜYAP’ın ziyaretçileri için tahsis ettiği otobüse bindim. Trafik yoğun, yolumuz uzak, gözüm devamlı saate takılıyor; ya yetişemezsem!.. Güç bela, nefes nefese yetiştim. Ses Tiyatrosu’nun fuayesindeyim. Duvardaki fotoğrafları seyrediyorum. O kadar çok gitmişim ki, hangi fotoğrafın nerede asılı olduğunu ezberlemişim. Oyunlardan kareler, Kel Hasan Efendi, İsmail Dümbüllü, Münir Özkul ve Ferhan Şensoy... Ortak yanları: hepsinde meşhur “KAVUK”. Fotoğrafın bir tanesinde Münir Özkul “KAVUK”u Ferhan Şensoy’a devir ederken alnından öpüyor.
Derken, FERHAN ŞENSOY gözüküyor. Selamlaşıyoruz. Çaylarımız geliyor. Kendisine kitabımı takdim ediyorum.
Her zamanki gibi sesalma cihazımın kırmızı düğmesine basıyorum:
Samsun-Çarşamba’dan İstanbul’a...
1951 Samsun’un Çarşamba ilçesinde doğmuşum. Annem ilkokul öğretmeni, babam ise ticaretle uğraşırdı. Ve Çarşamba’nın da Belediye Başkanlığını yapmıştı. İlkokuldan sonra, 1961 yılında İstanbul’a Galatasaray Lisesi’ne okumaya gelmiştim. Yazarlığım tiyatrodan önce başladı. İlk yazı ve şiirlerim 1969’da “Yeni Ufuklar” ve “Soyut” dergilerinde yayımlandı. 1970 yılından itibaren de yazdığım skeçler “Devekuşu Kabare”de oynanmaya başlandı.
Galatasaray Lisesi...
1961 yılında, Çarşamba’dan İstanbul’a gelerek, girdiğim imtihanı kazanıp, Galatasaray Lisesi’ne yatılı olarak başladım. Hukuk Fakültesi dekanı olan amcamın evinde kalıyordum. Bazen, hafta sonları yengemle tiyatroya giderdik. İlk kez Fatih Şehir Tiyatrosu’nda tiyatro seyrediyorum. Fuat İşhan ve sinemadan tanıdığım “Cilalı İbo”yu, Feridun Karakaya’yı seyrediyorum. Tiyatroyu çok seviyorum. Sık sık tiyatroya gidiyoruz. Vahi Öz, Bedia Muvahhit, Vasfi Rıza gibi değerli oyuncuları seyrederken adeta büyüleniyorum tiyatro sanatına. Ortaokulu bitirme hediyesi babam bana bir daktilo hediye etmişti. Yazdığım şiirleri daktiloyla yazmaya başlamıştım. Edebiyat dersine Tahir Alangu geliyordu. Ders kitapları yerine bizlere Sait Faik’ten hikayeler okutuyordu. Çehov filan okumaya başlamıştık. Bir gün, sınıfta birkaç öğrenciyi göstererek “ Sizler yazar olacaksınız; çok okuyun!” dedi. Bu öğrenciler arasında Engin Ardıç, Nedim Gürsel, Selim İleri ve ben vardım.
Okuldaki turneler...
Devamlı şiir ve öyküler yazıyordum. Çeşitli öğretmenlerin ve kişilerin taklitlerini yapmaya başlamıştım lise sıralarında. Diğer sınıflardan çağırıyorlardı beni seyretmek için. Bir yıl sonu eğlencesinde, ki ŞAMATA GECELERİ diye adlandırıyorduk, yaptığım taklitlerle okulda iyice tanındım. Tiyatro koluna girmiştim. Okulumuzun yüzüncü yıl kutlamalarında, eski Galatasaraylı profesyonel oyuncuların oynayacağı “Bir Kavuk Devrildi” oyununa çağrılmıştım oynamak için. Provaları da Dram Tiyatrosu’nda yapıyorduk. Usta oyunculardan Bilge Zobu, Ergun Köknar, Nejdet Mahfi Ayral gibi oyuncular var. Ben de onların arasındayım.
Haldun Taner...
Benim en büyük şansım Galatasaray Lisesi’nde okuduğum yıl Haldun Taner’i tanımam olmuştur. Yıl sonu gecesinde yapmış olduğum taklitleri izledikten sonra bana “sen kabarecisin!” dedi. Onyedi yaşında idim ve kabare nedir bilmiyordum. İlk defa duyuyordum. “Beni tanıyor musun?” diye sorunca, “evet, siz Haldun Taner’siniz” dedim. Bana “Devekuşu Kabare”nin adresini verdi. “Perşembe günleri ben orda oluyorum. Oraya gel” dedi. Benden oynadığım bu skeçleri yazmamı istedi. Devekuşu Kabare’yi seyretmeye başladım. Kendimi lunaparkta bulmuş bir çocuk gibi hissediyordum. Zeki Alasya, Metin Akpınar, Kemal Sunal gibi oyuncuları tanıdım orada. Her hafta sonu bir tiyatroya gidiyorum. Kenter’ler, Dostlar Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu, Ulvi Uraz ve Devekuşu Kabare. Bütün oyunlara gidiyorum. Devamlı da okuyorum. Ancak iki sene üstüste kalınca tekrar Çarşamba Lisesi’ne geri dönüyorum. 1970 yılında da burada liseyi bitiriyorum. Aynı yıl Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde mimarlık okumaya başlıyorum. Ancak daha çok tiyatro üzerine okuyordum.
Grup Oyuncuları...
Mimarlık okulunda idim. Fakat okula gitmeyip daha çok tiyatro ile uğraşıyordum. “Grup Oyuncuları”na girmiştim. 1971 yılında Karaca Tiyatro’da “Müfettiş”i oynuyoruz. Aileden kimsenin haberi yok. Bu grupta Ayla Algan, Beklan Algan var. Başrolleri biz gençlere verdiler. Ustalar ise küçük rollerde oynuyorlardı. Daha sonra Kenterler’de Yıldız Hanım’ın disiplinine dayanamayıp okuma provasından sonra geri dönmüyorum. Ayfer Feray’da başlıyorum oynamaya. Yazmaya devam ediyorum. Lisede yazdığım “Güle Güle Godot” ve “Je M’en Fous Bilader” oyunlarından sonra üçüncü oyunum “Haneler”i yazıyorum.
ve Fransa...
Güzel Sanatlar’da mimarlık okurken, gördüğüm bir ilan üzerine; Ortak Pazar ve Türkiye konusunda komposizyon yarışmasına katıldım. Kazanan Fransa’ya bir seminere gönderilecekti. Komposizyon konusu hoşuma gittiğinden değil de sadece Fransa’ya gitmek için katıldım. “Ortak Pazar’a hayır!” başlığı altında Fransızca yazı yazdım. Yarışmayı kazandım ve Fransa’ya 15 günlüğüne gittim. Arkadaşla bir konservatuarın önünden geçerken bir ilan gördüm. Sınavla konservatuara öğrenci alınacak diye. Arkadaşla bahse giriyorum. Strasbourg Devlet Tiyatrosu sınavına giriyorum. Sınavda okulda yaptığım Degaulle taklidini oynuyorum. Jüridekiler gülüyorlar ve ben imtihanı kazanıyorum. Burada Ecole Superieure d’Art Dramatiquet’i bitirdikten sonra Magie Circus’da yönetmen yardımcılığı yaptım.
ve Türkiye...
1975 yılında Türkiye’ye döndüm. Haldun Taner’e bir çadır tiyatrosu kurmak istediğimi söyleyince bana biraz tiyatrolarda çalışmamı öğütledi. Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda “Dur Konuşma Sus Söyleme”adlı oyunda oynadım. Bu arada televizyon için skeçler yazdım. Ali Poyrazoğlu ile beraber ilk defa televizyona çıktım. Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu’nda oynadım. TRT ve Devekuşu Kabare Tiyatrosu için skeçler yazdım. 1977’de ilk kitabım “Kazancı Yokuşu” yayınlandı. Temel Gürsu’nun yaptığı Kızını Dövmeyen Dizini Döver filmiyle ilk film çalışmam başladı. 1978 yılında Mete İnselel ile Anyamanya Kumpanya Tiyatrosu’nu kurdum ve kendi yazdığım “İdi Amin Avantadan Lavanta” oyununu yönettim ve oynadım. 1978’de yazdığım “Bizim Sınıf” adlı televizyon dizisi TRT’de yasaklandı. Daha sonra ise bu oyun Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda sahnelendi. 1979 yılında Ayfer Feray Tiyatrosu’nda kendi yazdığım ve yönettiğim “Hayrola Karyola” oyununda oynadım. Stardust Gece Kulübü’nde “Dedikodu Şov” isimli kabare gösterisini Adile Naşit, Perran Kutman ve Pakize Suda gibi sanatçılarla İstanbul Gelişim Orkestrası’yla sahneledim. Yine aynı kulüpte Kukla ve Kuklacı Kabare gösterilerinde oynadım.
Ortaoyuncular...
1979 yılında “Şahları da Vururlar”ı yazdım. Haldun Taner’e gösterdim. Beğendi. Bu oyunu kendi kuracağım bir tiyatroda oynamak istediğimi söyledim. “Kur” dedi, bana cesaret verdi. 1980’de de “ORTAOYUNCULAR”ı kurdum. İlk olarak 14 Mart 1980’de Harbiye’de, Yapı Endüstri Merkezi Salonu’da oynadı. Daha sonra da Ortaoyuncular’ın bünyesinde “Nöbetçi Tiyatro” adlı bir gençlik grubu kurarak yeni oyuncular yetiştirdim. 1980 sonunda da Küçük Sahne’ye geçtik. Sırasıyla “Şahları da Vururlar”, “Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı”, “Kiralık Oyun”, “Anna’nın Yedi Ana Günahı”, “İçinden Tramvay Geçen Şarkı”, “Ferhangi Şeyler”, “İstanbul’u Satıyorum”, “Soyut Padişah” gibi kendi yazdığım oyunları sahneledim ve oynadım. 1989 yılında da “Ses Tiyatrosu”na, yani şu anda bulunduğumuz yere taşındık. 1994 yılında kiraladığım bir gemiyi ”İçinden Dalga Geçen Tiyatro” adını vererek yüzen bir tiyatroya çevirdim.
........................................................................
“Seksenli yıllarda tiyatro yaşamına katılan topluluklardan biri, Ferhan Şensoy’un yönetimindeki Ortaoyuncular topluluğu olmuştur. Düşünce ağırlıklı oyunlardan ve toplumsal taşlamalardan buruk güldürülere kadar uzanan geniş bir yelpazede oyun sergileyen ve tiyatromuzda çok kendine özgü bir yeri olan topluluğun yöneticisi ve beyni Ferhan Şensoy, 1980’de Küçük Sahne’de sahnelediği ilk oyunu Şahları da Vururlar ile tiyatro yaşamına güçlü bir soluk getirmiş, seyirciden büyük ilgi görmüştür. Ferhan Şensoy, Zeliha Berksoy ile birlikte sunduğu Bertolt Brecht’in Anna’nın Yedi Günahı’ndan uyarlama Yedi Ölüm Günahı, Binbir Gece Cinayetleri, Fırıncı Şükrü, Deli Fahap, Nuri ve Ötekiler, Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı, Muzır Müzikal, İstanbul’u Satıyorum, İçinden Tramvay Geçen Şarkı, 1987’den bu yana zaman içinde yenilenerek sürdürülen Ferhangi Şeyler, Parasız Yaşamak Pahalı, Güle Güle Godot, Köhne Bizans Operası, Şu Gogol Delisi, Soyut Padişah, Yorgun Matador, Aşkımızın Gemisi Fındık Kabuğu, Üç Kurşunluk Opera, Felek Bir Gün Salakken, Aptallara Güzel Gelen Televizyon Dizileri gibi başarılı oyunlarla seyircinin sevgisini hakettiğini kanıtlamıştır. Bu oyunların en belirgin özelliği, Ferhan Şensoy’un ortaoyununda görülen sözcüklerle oynama geleneğini yepyeni bir biçimde geliştirmiş, güncel olaylara uygulamış olmasıdır. Ferhan Şensoy’un sahnelediği Muzır Müzikali’n bir temsili sırasında bazı seyircilerin, Müslümanlığa hakaret ediliyor gerekçesiyle oyunu engellemeye çalışmasından sonra, 7 Şubat 1987 gecesi oyunun sergilendiği Şan Tiyatrosu tümüyle yanmıştır. Ferhan Şensoy’un tiyatroya önemli bir katkısı, 1988’den bu yana oyunlarını sergilediği Ses Tiyatrosu’nu onararak yeniden sanat yaşamına kazandırması olmuştur. Ferhan Şensoy-Derya Baykal beraberliğinin verimli ürünlerinden biri de, Kuruçeşme kıyısına bağlı bir geminin “İçinden Dalga Geçen Tiyatro” adı altında seyyar tiyatro salonuna dönüştürülmesidir. Bu sahnede Seyircili Seyir Defteri, Kırkambar gibi kabare türünde oyunlar sergilenmektedir. 1998 yılında yenilenmiş olan Ses Tiyatrosu salonunda Ferhan Şensoy’un Haldun Taner’in düz yazılarından ve skeçlerinden derleyip kurguladığı, Derya Baykal’ın yönettiği Haldun Taner Kabare ve Ferhan Şensoy’un hapishaneleri dolaşarak yaptığı gözlemlerin, edindiği izlenimlerin ve topladığı bilgilerin ışığında yazdığı ve yönettiği, hapishanedi insan haklarına aykırı uygulamalareı eleştiren oyunu Çok Tuhaf Bir Soruşturma sahnelenmiştir. Ferhan Şensoy’un yanında Tuncel Kurtiz, Baykal Kent, Rasim Öztekin, Levent Ünsal gibi sanatçıların da rol aldığı bu oyunda, Karagöz perdesi kullanılarak film ve vidyo kayıtları bu perdeye yansıtılmıştır. Bu uygulama Şensoy’un mekan değiştirme sorununu aşma, konuya akışkanlık kazandırma, aynı zamanda geleneksel kaynaklardan yararlanma konularında araştırıcı ve deneyci tutumunda ısrarlı olduğunu göstermektedir. “ Sevda Şener-Cumhuriyet’in 75 yılında Türk Tiyatrosu
.........................................................................................................
Kavuk meselesi...
Kel Hasan Efendi, emekli olurken, sahip olduğu KAVUK’u İsmail Dümbüllü’ye verip ”Artık bundan sonra bu işi sen yapacaksın!..” demiş. Dümbüllü de emekli olurken Kavuk’u Münir Özkul’a devretmiş. Münir Özkul son oyunlarını Ortaoyuncular’da oynadı. 12 yıl kadar beraber çalışmamız oldu. Münir Abi de “Benden sonra Kavuklu sensin!..” diyerek Kavuk’u bana devretti. Bu bir gelenek haline geldi. Ben de Kavuk’u birine devretmeliyim ki, bu gelenek yaşasın. Şu anda düşünmüyorum. Çünkü emekliliği düşünmüyorum. Şimdiye kadar Kavuk’a sahip olanlar işi bırakırken devretmişler Kavuk’u. Ben daha bir fiil, haftanın yedi günü oynadığıma göre, böyle bir devir sözkonusu değil.
............................................................................................................
“Kalemli Kavuklu: Ferhan Şensoy
Münir Özkul 12 Eylül’den sonraki yıllarda kavuğu Ferhan Şensoy’a devretti. Bir sanatçının çağına tanıklık etmesi gerektiğinin bilincine varmış, modernliği “komik-i şehir” geleneğiyle bütünleştiren Ferhan, deyim yerindeyse “son kavuklumuz”dur. Ve onunla birlikte bu gelenek –üstelik artık gerçekten son demlerindeyken- çok önemli bir silaha, alabildiğine üretken bir kaleme de sahip olmuş, Ferhan sadece kendi Kavuklu’sunu yaratmakla kalmamış, dramatik bir çatışma unsuru olarak “Söz”e belki de daha önce çok az rastlanan, neredeyse Arlekino’nun parendelerini çağrıştıran, çılgın bir ritm kazandırmıştır. Geçenlerde Nebil Özgentürk’ün onunla televizyonda yaptığı bir söyleşiyi izledim. Ferhan Şensoy’u da pek umutlu görmedim. Kavuğunu devredibileceği bir sanatçı bulunmadığını söylüyor, sadece televizyon prizmasından süzülmüş bir algılama zemini üzerinde üretilen yergi, eleştiri ve nüktelerin çağa tanıklık edemediğini; ortaoyununun, meddahın, commedia dell’arte’nin, kısacası Akdeniz havuzundaki “komik-i şehir”lerin toplumsal perspektifine ulaşamadığını vurguluyordu. Onu izlerken bir cümle de ben ekledim kendi kendime: “Dümbüllü, Münir Ağabey, Ferhan; bu üç “Kavuklu”yu birbirine benzeten bir özellik de tiyatroyu bir yaşam biçimi, kendi içinde bie amaç olarak görmeleri değil mi” “ Ayşe Emel Mesçi-Tiyatroda Düş Zamanı.
....................................................................................................................
Ferhangi Şeyler...
Ferhangi Şeyler adlı oyunum 25. yılına girdi. Haftaya 1666. kez oynayacağım. Ferhangi Şeyler’in bu güne kadar taşınmasını körükleyen bir şey var ki; günün gazetelerini okuyorum. Yani, o gün, oynadığım gün, o günün oyunu olabiliyor. Tabi sadece bu değil, bu oyun artık klasikleşmiştir. Korkarım ölene kadar oynayacağım bir oyun Ferhangi Şeyler. Çünkü en çok bileti Ferhangi Şeyler kesiyor. O günün önemli haberlerinin dışında, oyunun değişmeyen kemikleşmiş bölümleri var.
Ustalarım...
Benim çok ustalarım var. İsmail Dümbüllü, Münir Özkul, Ayfer Feray, Metin Akpınar, Zeki Alasya... gibi. Hepsinden etkilendim, herkesten birşeyler öğrendim. Beckett’ten, Brecht’ten de... Beni bu yola sevkeden, özellikle yazarlığım konusunda beni destekleyen Haldun Taner’dir. Çok önemli bir ustamdır. O, benim en büyük şansımdır. Ona lise yıllarında rastlamasam belki her şey böyle olmazdı.
Sinema benim flörtüm...
Sinema, hobi gibi, boş vakitlerimde, yaptığım bir uğraş oldu. Çünkü tiyatro bunlara izin vermiyor.
Tiyatro, her gün provaları ve turneleri olan bir sanat dalıdır. Sinemaya bu kadar vakit ayıramıyorum. Araya sıkıştırılmış, tatilime denk gelen çalışmalardır film çalışmalarım. Asıl işim tiyatrodur benim. Tiyatro ile evliyim; sinema ise arada kaçamak yaptığım flörtümdür.
Filmler...
Aşk Dediğin Laf Değildir (1976), Kızını Dövmeyen Dizini Döver (1977), Köşedönücü (1985), Parasız Yaşamak Pahalı (1986), Bir Bilen (1986), Büyük Yalnızlık (1989), Şans Kapıyı Kırınca (2004), Pardon (2004), Son Ders: Aşk ve Üniversite (2008)..
TV Dizileri...
Caniko (1976), Bizim Sınıf (1978), Giyim Kuşam Dünyası (1978), Evdekiler (1978), Sizin Dersane (1979), Köşedönücü (1984), Şey Bey (1986), Varsayalım İsmail (1991), Boşgezen ve Kalfası (1995) ve TV filmi Aktör Eskisi (2004).
Oyunlarımdan örnekler...
İşsizler Cennete Gider, Ruhundan Tramvay Geçen Adam, Fername, Kötü Çocuk, Aşkımızın Son Durağı, Kiralık Oyun, Uzun Donlu Kişot, Beni Ben mi Delirttim?, Biri Bizi Dikizliyor, Kahraman Osman, Fişne Pahçesu, Parasız Yaşamak Pahalı, Çok Tuhaf Soruşturma, Haldun Taner Kabare, Felek Bir Gün Salakken, Üç Kuruşluk Opera, Şu Gogol Delisi, Kırkambar, Köhne Bizans Operası, Güle Güle Godot, Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı, Soyut Padişah, Ferhangi Şeyler, Keşanlı Ali Destanı, İçinden Tramvay Geçen Şarkı, Eşek Arıları, Eski Moda Komedya, İstanbul’u Satıyorum, Şahları da Vururlar, Dedikodu Şov, Kukla, Kuklacı, Dur Konuşma Sus Söyleme, Ce Fou De Gogol, Harem Qui Rit... gibi.
Yazarlığım...
Tiyatronun dışında asıl işim de yazarlıktır. Fakat oyunculuğum hep yazarlığımın önüne geçti. Yazarlığım oyunculuğumdan önce başladı. Şiirler ve öyküler yazarak başladım yazarlığa. İlk öykü ve şiirlerim “Yeni Ufuklar” ve “Soyut” dergilerinde başladı. Ortaokulda başladım şiir ve öykü yazmaya. Oyunculuktan bir gün sıkılabilirsiniz, yorulabilirsiniz. Oysa yazarlık ölene kadar sıkılmadan yapabileceğim bir uğraştır. Benim de niyetim ölene kadar yazmak...
“... DERGİ yayıncılığı ve kitap yayıncılığı tarihinde önemli bir yeri vardır Vedat Günyol’un.
Belgeselde söylediği bir söz çok önemlidir: “Ben dergi yayımlarken tuhaf bir şey yaptım, telif hakkı ödemeye başladım.”
Bu anısını yıllar önce yazmıştım, yinelemek isterim.
Nedim Gürsel’le Ferhan Şensoy Galatasaray Lisesi’nde aynı sınıftadırlar. Nedim Gürsel bir gün elinde Yeni Ufuklar Dergisi’yle sınıfa girer ve yayınlanmış öyküsünü Ferhan Şensoy’a gösterir. Kısa bir süre sonra da Ferhan Şensoy’un öyküsü Yeni Ufuklar Dergisi’nde yayımlanır. O da gelip, o sayıyı Nedim Gürsel’e gösterir ve bir zarf içinde de telifini uzatarak, “Yahu zengin bir dergide yazdık galiba” der. Nedim Gürsel de bunun üzerine bir düzeltmede bulunur, “Hayır. Bu ödülleri o, aylığından ödüyor...” Doğan Hızlan-Hürriyet 13 Mart 2011
Kitaplarım...
Seçme Sapan Şeyler, Şahları da Vururlar, Afitap’ın Kocası İstanbul, Gündeste, Kazancı Yokuşu, Ayna Merdiven, Düşbükü, Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı, Güle Güle Godot, İngilizce Bilmede Hepinizi I Love You, Denememeler, Oteller Kitabı, Falınızda Ronesans Var, Kalemimin Sapını Gülle Donattım, FerhAntoloji, Rum Memet, Eşeğin Fikri, Hacı Kominist, Elveda SSK, Karagöz ile Boşverin Beni...
.......................................................................................
“... Ferhan Şensoy, sadece Türkiye tiyatrosu açısından değil Türkiye edebiyatı açısından da önemli bir yazar. 12. kitabı "Falınızda Rönesans Var", bu saptamanın son kanıtı, 375 sayfalık, tertemiz baskılı kitapta Şensoy, 107 yazısını bir araya getirmiş. Bu yazılar arasında, ’Günce’, ’Deneme’, ’Makale’, ’Öykü’, ’Mektup’, ’İzlenim’, ’Not’, ’Basın Taraması’, ’Anı’ formatına girebilecek türler bir arada. Tüm yazıların ortak özelliklerini saymak gerekirse, öncelikle kısalıkları dikkat çekiyor. Şensoy’da abur cubur, safra tafra yok. Az ve özün başarılı bir temsilcisi kalem oynatmada. Yazıların ortalama uzunluğu üç sayfayı aşmıyor. Bu boyut, konu çeşitliliği de eklenince, insanlara okuma kolaylığı sağlıyor. İkinci ortak özellik, biçem. Yazıları okurken, karşınızda Şensoy’u o makineli tüfek üslubuyla konuşur buluyorsunuz. Bu sözel söylemin, düzgün, sade ama yepyeni sözcüklerle bezenmiş işlek ve kıvrak bir yazı diline de tercüme edilebileceğini gösteriyor yazar. Biçemin basat niteliği, mizah. Çoğu kez kara, kimi kez sarı tebessüm kışkırtıcısı Şensoy. İçeriğe gelince, başta tiyatro ve kültür-sanat olmak üzere, Şensoy genel ve gündelik hayatın neredeyse tüm konularına değiniyor. Kentli bir aydının iştigal alanlarının hepsine girip çıkıyor. Şensoy’u herhalde otuz yıldır ’izlerim’. Galatasaray Lisesi’nde bizden iki sınıf büyüktü, Nedim Gürsel ve Engin Ardıç’la aynı dönemdeydi. Bu üçlünün kalite reytingi demek ki üçte iki! Ortak edebiyat öğretmenlerimiz Tahir Alangu ve İbrahim Kutluk’un rahlesinden geçmenin yanı sıra Tevfik Fikret salonundaki Şamata Gecelerinden, Şensoy’un içindeki özgün güldürü yıldızıyla 60’lı yılların sonunda tanışmış olmak bir avantaj. Sonraları Küçük Sahne ya da Ses’de her oyununun Galatasaraylılar galasında hem güncel bir konuyu kahkahalarla izler hem de ilkgençlik günlerimizi anardık. Şahları da Vururlar’dan Brecht usulü Beyoğlu mekânlı Kemalizm irdelemesi olan izlediğim son oyunlarından birine kadar tüm tiyatro çalışmalarında aynı düzeyi tutturabilmek her sanatçıya nasip olmayan bir nitelik. Şensoy’un kitapları arasında, ’Ingilizce bilmeden hepinizi I love you’, sanırım birçok okur için, Aziz Nesin’den sonra, kitap okurken insanı yüksek sesle güldüren nadir eserlerden biridir. ’Falınızda Rönesans Var’, Şensoy’u, özgün üslubuyla birlikte, Çetin Altan-Salâh Birsel-Haldun Taner üçlüsünün (Var mı böyle bir üçlü? Yoksa yaratalım!) yanına götürüyor. Şensoy, Altan kadar Batı yanlısı olmamakla birlikte, kimi yazılarında çağdaş fantezi filozofluguna girişiyor. Salâh Birselvari eldeğmemiş ’fırlama’ sözcükler imal ediyor ustası Taner gibi öykü kurgulamaları ve diyaloglar sürdürüyor. Çalışkan bir yazar Çok okuyan, çok çalışkan bir yazar olan Şensoy, geçenlerde bir TV mülakatında, "Benim tiyatro eserlerimin değeri ben ölünce anlaşılacak, her biri birer klasik olacak" mealinde bir cevher yumurtlamıştı. Bu öngörünün doğru çıkma olasılığı yanlış çıkma ihtimalinden yüksek olmasına karşın, bizzat yazarı tarafından açıklanmış olması, kadir kıymet, sanat-edebiyat bilmez anlamaz bir toplumda yalnız koşucunun kişisel dramı mıdır? Son kitapta takıldığım iki konu daha var: Tartışmalara hatta mahkemelere yansıyan Şensoy-IHD anlaşmazlığının metni bu kitapta. Okur, Şensoy’un mu dikkatsizce bir espri yaptığına, yoksa IHD’nın mı alınganlık gösterdiğine karar verecek. Belkide ikisi birden... Türkiye’de pek önem verilmeyen kişi hatta özel olarak sanatçı bireyselliği perspektifinden bakıldığında, Şensoy’un diğer yazılarına da yansıyan belki de ’jakoben bir nihilizm’ (Efendim?) olarak tanımlanabilecek tutum, devlet, sosyal-demokratlar, İslamcılar ya da eğitim gibi konularda da ortaya çıkıyor. Mizah bir mızraksa, sivri ucun kime ve nereye batırıldığı önemli. Her akşam TV ekranlarında reklamlarda milyonlarca kişinin izlediği Ferhan Şensoy, yüzbinlerce insanın tiyatro sahnesinde izlediği Ferhan Şensoy ve nihayet, herhalde (on) binlerce insanın okuduğu Ferhan Şensoy...” RAGIP DURAN (Bu yazının kaynağını maalesef not etmemişim. Ragıp Duran’a email yoluyla sordum. Cevap gelmedi. Ancak büyük bir ihtimal CumhuriyetKitap olacak.A.D.)
ve ödüller...
1975-Montreal’de Ce Fou De Gogol adlı oyunla 1975’te En İyi Yabancı Yazar Ödülü,
1980-Şahları Da Vururlar-Avni Dilligil Jüri Özel Ödülü ve Dergi-13’ün En Başarılı Oyun Ödülü,
1981-Eski Moda Komedya- Tiyatro-81’in En İyi Erkek Oyuncu Ödülü,
Varsayalım İsmail TV Dizisi için Nokta’nın Doruktakiler Ödülü,
1988-İstanbul’u Satıyorum-Ulvi Uraz Ödülü ve Sanat Kurumu Ödülü,
1993-Sırasıyla Avni Dilligil Ödülü, İsmail Dümbüllü Ödülü, Nasrettin Hoca Mizah Ödülü, Kültür Bakanlığı Jüri Özel Ödülü, Heygirl Dergisi Yılın Oskarları Ödülü.. gibi
1993-Şu Gogol Delisi-Avni Dilligil En Özgün Oyun Ödülü,
1993-Ferhangi Şeyler-Altın Objektif Ödülü,
İçinden Dalga Geçen Tiyatro adlı yüzen tiyatro projesi için İsmail Dümbüllü Ödülü,
Aptallara Güzel Gelen Televizyon Dizileri-Altın Frekans Ödülü,
Boşgezen ve Kalfası- Kültür Bakanlığı En İyi Topluluk Ödülü,
1997-Haldun Taner Kabere-En Başarılı İletişimciler Ödülü ve En İyi Deneme Yazarı Ödülü,
1999-Şu An Mutfaktayım-Ayın İletişimcisi Ödülü,
2000-Felek Birgün Salakken- Avni Dilligi En İyi Yönetmen Ödülü,
2001-Sahibinden Satılık Birinci El Ortaoyunu-Avni Dilligil En İyi Yazar Ödülü,
2001-Ferhangi Şeyler oyununun 1447. gösterisi için Unima Geleneksel Türk Tiyatrosu’na Hizmet Ödülü,
2002-Biri Bizi Dikizliyor-Sanat Kurumu En İyi Yazar Ödülü ve Afife Jale-Muhsin Ertuğrul Ödülü,
2005-Kiralık Oyun- Nasrettin Hoca Altın Eşek Gülmece Ödülü,
2006 Pardon flmiyle Mizah Üretenler Derneği’nin En İyi Senaryo Ödülü,
2007-Fername-İsmet Küntay En İyi Oyun Yazarı Ödülü,
2009- “2019” oyunu için Yılın En İyi Yapım, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu dallarında 34. İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri...
Yeni projelerim...
Bende hiç proje bitmez; sırada bekleyen çok dosyalarım var. Hangisine girişsem diye tereddüt içindeyim. Yeni bir kitabım çıktı. Onu başkaları muhakkak takip etmeli. Yeni bir oyun yazdım. Bu sezon oynadığım oyun yeni bir oyundur. Biz, repertuar tiyatrosuyuz. Mevcut 5 oyun var oynamakta olan. Altıncı oyunun acelesi yok. Bir de muntazaman turne yapan tiyatrolardan biriyiz; hem yurtiçi hem yurtdışı.
Siyaset...
Türkiye kötü günler yaşıyor. Bu açılım denilen şeyin de ne olduğu pek açıklanmadı. Üstü kapalı bir durumda. Herkes seçimi bekliyor. Zaten kimse bu konuda birşey söylemiyor. Birtakım görüşmeler filan yapılıyor. Çok karışık bir dönem yaşıyoruz. Türkiye’de yarın ne olacak diye söylemek çok zorlaştı. “Olmaz” diyorsunuz, ertesigün oluyor. Sanatçılarla yapılan davete ben çağrılmadım. Beni davet etmeleri için bir sebep yok. Etseler gitmeyeceğimi biliyorlar!..
ADEM DURSUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.