FESLEĞENİN ÖYKÜSÜ
Aradan çok zaman geçti. Hangi kitapta okuduğumu hatırlamıyorum. Fesleğen çiçeği ile yapılan bir deneyi anlatıyordu yazar. Fesleğen çiçekleri genç ve güzel kızlar koklayınca çiçek açıp çok sevinirmiş.
İğrenç ve çirkin kimseleri beğenmeyip büzülürmüş. Sigara ve içki içenlerin soluğundan korkup, çiçekleri anlatılmaz bir hüzün içinde kapanmaya başlarmış. Harika değil mi?
Evet, canlı denen her şeyde kendine has bir “ ben “ var… İnsanlarda da öyle değil mi? Koca Yunus’un “ bir ben vardır bende benden içeru “ dediği ilahi yükselişe merdiven dayamış “ ben “ den tutunuz da; aşkın coşkuyla taşkınlaştırdığı “ ben “ e kadar nice ben… Ben şöyle diyorum, ne kadar can, o kadar ben… Bu formülün sevdayla tablolaşmış şekli bizi daha başka menzillere de sürükler: Ne kadar ben, o kadar sen… Tersi de doğru ve mümkün: Ne kadar sen, o kadar ben!
Fesleğen çiçeğinden bahsedince, aklıma ak kuğu geldi. Ak kuğular göğerme çağında eşleşiyormuş. Kalan ömürlerini barış içinde birlikte geçiriyorlarmış. Yine bir yerde okumuştum, onların birbirine olan sevgisi o kadar güçlü ki, çiftin birisi aniden ölünce ikincisinin, acıya dayanamayıp havadan yere çakılarak öldüğünü veya hiçbir şey yemeyerek canını teslim ettiğini, tabiat meraklıları pek çok kez gözlemlemiş.
Bilir misiniz, himalaya dağlarında yaşayan bazı kabileler, yeni evlenen genç çiftelere şöyle dua ederlermiş :
- Size köpek balığının sevgisini, itin sadakatini diliyorum!
Köpeğin sadakati malum, hele köpek balığının eşine bir zarar vermeye kalkın bakın ne hale geliyor, nasıl saldırganlaşıp kendinden kuvvetli rakiplerine çekinmeden hücum ediyor…
Yüksek sevgilerden, derin aşklardan bahsediyorsun. Çok ince insani hasletlerden dem vuruyorsun. İyi de neden bitkiler ve hayvanlardan oluşuyor örneklerin?
Çok yerinde, haklı bir soru.
İnsanlara ilişkin böyle gözlemlerim olmadı hiç. Ya insanlar sevmeyi unuttular, ya da büyük aşkların devri devranı geçti, diyeceğim küstahlık olur bu, biliyorum. En azından yüreğimden, içimden kopup gelen derin ve sessiz ihtarlar itiraz eder bana. Kuşkusuz sevdaların en yücesi, aşkın en katıksızı insanoğluna mahsustur..Siz bakmayın et pazarı haline gelen ekranlara, parklara, sokaklara…
Nice yüreklerde ne büyük sevdalar yeşermekte, nice gönüller ilkbahar meltemleriyle canlanmakta, coşmakta, dirilmekte.
Dostlarım bilirler, taa yirmi sene önce şu şiirimi Kültür Bakanlığının Milli Kültür dergisinde yayınlamıştım;
Sabrınıza akort verin de okuyalım birlikte;
AŞKSIZLIK ZAMANI
bakıp bu halime güler gibisin
halbuki ağlamak vaktidir bu an
ölüme haber ver gelirse gelsin
başıboş bir halde dolaşıyor can
bilmem kim kast ile beddua etti
aşk ihtiyar oldu sevdalar bitti
gönlüme can veren ne varsa gitti
geriye sadece kaldı heyecan
Bir gönül ehli dostum okumuş bu şiiri, bana telefon etti. “ya dayak yememiş, ya da hesap bilmeyen adam gibisin dostum, sen ya sevmemişsin hiç ya da sevda kapını çalmamış henüz “ dedi.
“Aşk ihtiyar oldu sevdalar bitti “ mısrası büyük aşklarla büyüyüp derinleşmiş gönlüne giran gelmişti dostumun.
O şiiri ömrümün ilkbaharında yazmıştım, hayatımın sonbahara yakın bir deminde arkadaşımın itirazına hak verdim.
Gönüllerimiz de, fesleğen çiçekleri gibi tıpkı. Küsüp kapanışları, perde çekişleri aşk ışıklarına, büzülüşleri; okşayan ellerle ilgili, bakan gözlerle alakalı.
Gönül Fesleğenimin baharla gelen bir minnacık elin dokunuşuyla nasıl da çiçek açtığını anlatmak istemiştim size, sözün ucu buralara kadar geliverdi.
Vahdet Nafiz AKSU