Balık - Ekmek
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ortaköy sahili...
-Yağmurlar yağdığında kim bilir bu yıldızlar nereye saklanıyordur ?
-Kim bilir ? Bu hiç aklıma gelmedi. Aslına bakarsan, onlar yağmura üstten bakıyorlar. O yüzden de saklanmıyorlardır.
Arada hep gri bulutlar oluyor da biz o yüzden yıldızları göremiyoruz. Neyse. Benim bugün çok işim var. Akşamüstü patron onu köşküne bırakmamı istedi. Eğer erken dönebilirsem seninle şöyle güzel bir balık ekmek yiyelim, ne dersin ?
-Yanında soğan da olur mu?
-Soğansız balık mı olurmuş?
-Tamam o zaman. İşimin bitmesine yakın seni ararım.
Yağmur çiseliyordu. Genç adam, kirli ve eski model arabasının sileceklerinin suyunu cama fışkırtıp, birkaç kere döndürdü. Genç kız, az ilerde arabadan inip, "hoşça kal" der gibi el salladı. Sonra montunun kapüşonunu başından aşağı geçirip, arabanın camını tıklatmak için geri döndü.
-Balık ekmek. Diye gülümsedi.
Yaşlı otomobil, boğulan motor sesi ile yoluna devam etti.
Onu tanıyalı iki yılı geçmişti. Okulu bitince evleneceklerdi. Büyük bir iş yerinde part-time çalışıp, eline geçen parayla evinin elektrik, su gibi faturalarını ödeyip, kalan parayla da ay sonuna kadar idare ediyordu. Hayatını seviyordu. Her şeyi seviyordu. O’ nu seviyordu. İstanbul’u seviyordu. Yıldızları seviyordu. Yağmur’u seviyordu, paçalarını ıslatmasına rağmen seviyordu.Kalın bir şeyler giymeliydi. Eve gitmeliyim diye düşündü. Karnı da zil çalıyordu. Aklına balık ekmek geldi. Köşede ıslanmamak için gazete kağıdını başından aşağı kendisine siper eden simitçiden bir simit alıp yoluna devam etti.
Paçalarını sallaya sallaya bir koşuda merdivenleri çıktı. Çayı koydu. İstanbul’un simidini sevmeyen var mıydı ki? Hele ki martılar...
Dolabın kapağını açtığında giysilerini tek tek gözden geçirdi. Dudak büktü. Sonra trafik kazasında babasıyla beraber ölen annesinin ona oldukça büyük gelen solmuş gümüş rengi kazağını üstüne geçirip, aynada kendisini seyretti. Okul bitip, daha iyi bir işi olunca nasılsa istediği gibi kıyafetler alabilecekti. Sonra da bu günler unutup gidilecekti.
Aynadaki aksine bakıp, kendisine numaradan gülümsedi. Kazağın beline siyah deri bir kemer takıp, üstüne olması sağladı. Boynuna da kareli bir fular, tamamdı işte. Tam fuları boynuna göre ayarlayıp, düğümlerken kapı çalındı. Bu öğle saatinde kapısının zilini çalan karşı komşusu olmalıydı. İyi bir insandı komşusu, ne yapsa, ne pişirse illâ bir tabağa koyar getirirdi. Hele bir zeytinyağlı dolma yapardı ki, aman ya rabbim. Yani, yarışmaya girse mutlaka sondan birinci olurdu.
Ama insan bir de aç kalmaya görsün, Hüsniye Teyze’nin zeytinyağlı dolmasına bile öyle bir saldırır ki, yani işte tek bunun tarifi imkânsızdı.
-Geldim geldim bir dakika Hüsniye Teyze.
-Kargonuz var efendim.
-Kargo mu? Affedersiniz bende sizi...
-Teyzeniz sandınız galiba, şuraya bir imza atın lütfen.
-Neymiş bu böyle kocaman? Allah Allah.
-Bilemem efendim. İyi günler.
Genç bayan kargonun getirdiği paketi açtığında, içinden bir mektup, bir çerçeve içinde kendi burcunu ve bir yıldız gördü. Mektupta; işimin bitmesine az kaldı. Taksiye bin, şu adrese gel çok acıktım. Diye bir not vardı.
Az önce çıkardığı ıslak montunu tekrar üstüne giyip, aceleyle dışarı çıktı. İlk geçen taksiyi çevirdi, adresi okudu.. Taksici onu Kanlıca ’da bir yalının önünde bıraktı. Yanlış mı geldim diye tam telefonuna sarılırken, arkadan bir sesle irkildi.
-İçeri buyurun efendim. Şöyle.
Küçük adımlarla ilerleyen genç bayan, meraklı bakışlarla etrafı kolaçan etmekten kendisine mani olamamaktaydı.
-Affedersiniz yanlış mı geldim acaba? Şu adrese bir bakar mısınız lütfen.
-Hayır doğru. Bu taraftan, beyefendi sizi bekliyor.
-Beyefendi kim?
-Bize balıklar soğumasın diye tembih etti.
-Balıklar!... Allah Allah.
-Beyefendi size kendisi anlatsın. Şu kapıdan lütfen.
-Hiç bir şey anlamadım ama sanırım ben sizin bahsettiğiniz kişiyi tanımıyorum. Benim balık ekmek yemek istediğim biri var var ama, o sizin bahsettiğiniz kişi değil. Siz şu adresi bir okusanız diyorum. Ya bugün de hep tuhaf şeyler olup duruyor, Hüsniye Teyze’yi beklerken kargocu geliyor.
Şimdi de balık ekmeği Kanlıca ’da bu yalı da mı yiyeceğim yani. Yani, kime söylesem inanmaz.
-Hanımefendi, beni takip eder misiniz?
O sırada kapı açılır:
-Biliyorum. Senin balık yemek istediğin kişi ben değilim. Şimdi sana desem ki, balığı burada yiyelim. Belki de istemeyeceksin.
Çünkü iki yıldır tanıdım beraber olduğum yüreğini...
Hüsniye Teyzenin çorbalarını mecburen içip, aç uyumamak için mecburen onun dolmalarına kapıyı açmanı. Yine de iyi kadın Hüsniye Teyze. Biliyor musun, iki yıldır bütün yemekleri önce bana tattırdı. Sonra sana zili çaldı. Kısmet ne yaparsın. Karşına da başka komşu taşınmadı gitti.
Yani sende benim hep o yokluk halimi sevdin. Eski arabamı, olmayan patronuma kul, köle olan halimi. Sen balık ekmek varken de mutluydun, yokken de.
Bir zamanlar aradaki bulutlar seni görmeme hep mani oldu. Ben yıldızdım, sen yağmurdun. Gri bulutlar gidince seni buldum. Şehrin sokak lambalarının kısık ışıklarında saklanırken, sen sordun!...
Şimdi bütün bulutlar çekildi toprak ve gökyüzü yan yana.
Az önce gökyüzündeki bir Yıldıza senin adını yazdım ve o yıldızın resmini sana yolladım.
Saklandığım için senden özür diliyorum.
Bundan sonra kendi evin olacak bu evde balıklarımızı soğutmadan yesek mi, ne dersin?
öyküsatıcısı2013Davidoff
YORUMLAR
Ben öyküleri seviyorum arkadaş...Öyküyü bitirdiğimde içimi dolduran memnuniyete uyan gözlerimin içi güldü. Ben, özellikle üniversite günlerimde her yatağa girdiğimde bu öykü benzeri amma çok hayal kurdum be arkadaş.
Sen de tutmuş bunu öyküleştirmişin ve güzel olmuş ama...
Gönlüne sağlık...
Roman tadında, nefis bir öykü canım.
Akış nefisti. Öykü insanı öyle bir sarıyor ki an geliyor o kızın yerinde olmak istiyor insan.
Islak, umutlu ve direngen...
Elbette ki mutluluğu hak ediyor böyleleri.
...Mutlu son da insanı bir başka mutlandırıyor.
...
Emeklerine sağlık öykü kraliçesi' m benim.......
Öyküyü okuyunca nerden estiyse aklıma düştü, Sadri Alışık rahmet istedi gene. Saçları briyantinli, şakakları ağarmış, ince bıyıklı, clark bakışlı siyah beyaz bir Yeşilçam filmi tadı var öyküde. Şu siyah kemik güneş gözlüklerimi takayım da havasına gireyim biraz. Zor olacak ama. Yok, yok gözlüğü takmak değil havasına girmek zor olacak
Zira gardıropun aralık kapağından etek ucu gözüken ipek röpteşambırın bordo rengi elli küsür yıl kadar geri götürüyor insanı. Hafıza dediysek bir yere kadar, maliye kalamazosu değil ya hoş. Şaka şaka hatırlıyorum, vallahi hatırlıyorum. Ne güzel günlerdi o günler. Sonra mı? Sonra ilaçlı gazozlar icat oldu büyü bozuldu.
Hüsniye Teyze, zeytinyağlı dolmalar, balık ekmek, köfte piyaz, çay simit gibi doneler zaman mekan mevki, makam itibari ile belli bir ahenk tutturmuşken “kargo” kelime olarak bir üvey anne gibi çöreklenmiş öykünün tam da böğrüne böğrüne.
Neyse uzatmayayım efendim, rahmetler olsun Sadri abiye :-)
Tebrikler, selamlar, saygılar
Ağyar tarafından 6/17/2013 3:11:14 AM zamanında düzenlenmiştir.
Sami hocamla gezerken hangi semt bilmiyorum yalıların oradan geçtik.Beni bir düşünce aldı,acaba burada yaşayanlar nasıl insanlar merak ettim.Hatta birinin kapısını çalıp şöyle içeriyi dolaşmak geldi içimden,merak işte evin içinde deniz ayaklarını uzat seyret gelip geçen gemileri..
Yapsaydım acaba nasıl karşılanırdım,yıldız gibi biri olsa iyi de
azarlayan biride çıkabilirdi karşıma vazgeçtim..
İyi olmadı yazını okumak ,canım balık ekmek istedi..
Tebrik ederim saygılarımla.
esrarengiz, baştan sona sürükleyen bir hikâye...
ve sürprizler;
hüsniye teyzenin dolmalarının geçtiği kısım ne kadar da renkli :)
tam da beklerken o dolmalara övgüyü, okuyoruz ki berbatötesi dolmalar olduğunu...
velakin zavallı kız perişandır ve o dolmalara bile burun kıvırmadan açlıktan mütecellit saldırır...
anne ve babası vefat eden bir kızın psikolojik hikâyesi baştan sonala sürükleyici...
ve finalde çıkagelen esrarlı adam...
hülasa soluksuz okudum hikâyeyi...
teşekkürler...
h ü r m e t l e ...
=================================== e d i b / a h m e t