- 1385 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
GECEKONDU HASAN
Gecekondu Hasan amcayla tanıştığımda on dört yaşındaydım. O tarihlerde ortaokul üçüncü sınıfa gidiyordum. O zamanlar kahvehane ve kumar alışkanlığım yoktu ama bu tanışmadan sonra kahvehane ve kumarhaneden ayrılmaz olmuştum. Günümün büyük bir bölümü buralarda geçiyordu. Zaman zaman yorulsam da her akşam iş bitimi alacağım yevmiyemi düşündükçe yorgunluğumu unutuyordum. Kahvehanenin bulunduğu bina eski bir binaydı ve üç kattan oluşuyordu. Kahvehane alt katta küçük bir bahçe içindeydi. Üst katında babamın arzuhalci dükkânı vardı. Emekli olduktan sonra babam, oyalanmaktan ziyade geçim şartlarının zorluğundan dolayı tekrar çalışmak zorunda kalmış, ailemizin yükünü omuzlamaya devam etmişti. Ben hiç olmazsa yaz tatillerinde ve hafta sonlarında çalışarak harçlığımı çıkartmak ve babama yük olmamak için bu kahvehanede çalışmaya başladım. Üç yılım burada geçti. Hayatın gerçeklerini burada öğrenmeye başladım. Okul bilgi öğretiyordu ama hayatı öğretmiyordu. Burada neler öğrenmedim ki? Cam silmesini, çay demlemesini, bardak, kaşık yıkamasını, çay servisi yapmasını, masa, sandalye silmesini, hatta taze yeşil soğanın nasıl yıkanıp, ne şekilde doğranacağını öğrendim. Bir keresinde Topal Salim amca elime üç baş yeşil soğan verip, ’Bunları dışarıda bir güzel yıka ve getir.’ demişti de, ben soğanların çamurunu ovalaya ovalaya elimle yıkamış, doğrayacağım sırada soğanların bir tanesinin kök kısmını bıçakla kesip atmıştım da, o sırada Topal Salim amca, pencereden beni görmüş, derhal bahçeye çıkarak, "Dur, durrrr! ne yapıyorsun sen! Niye kesip attın soğanın baş kısmını? Soğanın lezzeti buradadır, sen kökünü çöpe attın." demişti. Demek ki soğanın kökü atılmazmış ve en lezzetli yeri de baş kısmıymış. Bunu o vakit öğrenmiştim.
Kahvehanenin, daha doğrusu kumarhanenin daimi müşterilerinden Taksici Çolak Bayram amca yiyecek siparişi vereceği zaman özellikle de eski kaşar olmasına dikkat etmemi, yanında da bir ekmek, bir kaç tane domates, biber, az zeytin alıp gelmemi söylerdi. Eski kaşarla bizim bildiğimiz normal kaşar ayrımını da o zaman öğrenmiştim. Merak edip sormuştum eski kaşarla normal kaşar arasındaki farkı.Eski kaşar daha lezzetli olup, fiyatı da normal kaşara göre biraz fazla olurmuş. Kumar masasına bir oturuldu mu kolay kolay kalkılmaz. Parası bitip kalkanı çok gördüm, kazananın masadan oyun bitene kadar kalkmadığını da. Oyuna kendilerini kaptıranlar saatlerce kumar masasında vakit harcarlar, bu esnada açlığı tokluğu da unuturlardı. Kimi açlığını sigarayla, kimi çayla, kahveyle bastırır, kimi de midesi kazındığı için yiyecek siparişi verirdi. O vakitler şimdiki gibi kimsede cep telefonu yoktu. Hatta çoğu lokantada şimdiki gibi yiyecek içecek siparişi alınıp, adrese teslim yapılmazdı. Bu nedenle de genelde beni gönderirler, istedikleri siparişi onlara getirirdim. Sipariş veren kişinin yanında küçük bir masa bulunur, yemeğini yedikten sonra, işaret verir, derhal masasını siler, temizlerdim. Çoğu zaman yiyecekler artar, artan bu yiyecekleri çay ocağında yerdim.
Kahvehanenin kocaman kocaman camları vardı ve her gün silinmesi gerekiyordu. O zamanlar cam silin adı sanı bilinmiyordu. Okunmuş gazetelerin sekiz, on sayfasını dörde katlar, suyla ıslatır, camları silerdim. Doğal ve basit bir temizleme şekli olduğunu o zamanlar öğrenmiştim. Camları da pırıl pırıl, tertemiz yapardı. Kahvehanenin küçük bahçesinin de sabahtan akşama kadar temiz tutulması şarttı. Ağaçlardan düşen yapraklar bahçeyi kirletiyor, rüzgârın etkisiyle de masaların, sandalyelerin üstleri toz oluyordu. Ben Ocakcı Orhan amcaya yardım ediyordum. Anlattığına göre yıllar önce Hukuk Fakültesi’ni okurken başı bazı siyasi olaylar yüzünden derde girmiş, üniversite üçüncü sınıftan atılmış, çeşitli işlerde çalıştıktan sonra meslek olarak da bu kahvehanede yıllardır hem ocakçılık hem de çay servisi yapmaya başlamıştı.Bir ailesi, karısı, çocukları var mıydı? Bu konuyu ne ben sorabilmiş, ne de kendisi anlatmıştı. Alkol içerken görmemiştim ama yüzünün kızarmasından ve lafların ağzında dolanmasından alkollü olduğunu anlardım.Hiç bir yakını kahvehaneye uğramadığına göre demek ki hayat mücadelesini bir başına veriyordu. Kahvehanede günlük yevmiyesinden başka, kumar oynayanların vermiş oldukları bahşişlerle ve burasının aynı zamanda kumarhane olduğunu bilmeyen, amaçları sadece çay içip, nefeslenmek olan diğer müşterilerden almış olduğu çay paralarıyla yolunu buluyordu. Kumarhanenin daimi müşterilerinden ve dışarıdan gelip kumar masasına oturan misafirlerden çay parası alınmazdı.
Ocakcı Orhan amcanın kumarhanede ağır sözlere maruz kaldığına ve itilip kakıldığına çok şahit oldum. İçine atar, kimseyle muhatap olmamaya çalışır, söylenilen işleri yapardı.Bana arada sırada nasihat eder,koşullar ne olursa olsun okulumu bitirmem gerektiğini, aksi takdirde ciğerleri beş para etmeyen kişiler tarafından itilip kakılacağımı söylerdi. Gözlerine baktığımda ise nemlendiğini görürdüm.Nasıl çay demlenmesi gerektiğini, işin püf noktalarını ve tabi kurnazlık taraflarını ondan öğrenmiştim. Meselâ yeni demlenen çay dinlenmeye bırakılırken içine bir kaç tane kesme şeker atılırdı. Söylediğine göre şeker yerine bir parça karbonat da atılırmış. Saf saf sebebini sorduğumda yüzüme alaycı alaycı bakarak, "Sen de hiçbir şey bilmiyorsun. O zaman ben öğreteyim sana." demişti. Çayın rengini koyulaştırmak için yapılırmış bu işlem. "Ben çay demliğinin içine karbonat atmam. Lezzetini bozar. Ama kesme şeker atarım, çayın rengini koyulaştırır." demişti.
Babam kahvehanenin bir üst katında bulunan küçücük bir oda içine sıkışıp kalmış arzuhalci dükkanında müşteri bekler, çoğu günler hiç siftah yapmadan dükkânı kapatır eve giderdi. Babamın iş yerinde küçük bir tüp gaz, bir kaç tane tabak, çatal, bardak, kaşık bir de demlik bulunurdu. Babam kendi çayını burada demler, içerdi. Bir gün babama çay servisi yapayım da sıcak sıcak içsin diyerek yanına gitmiştim. "Çay mı getirdin bana oğlum? Eline sağlık." demiş, çayı içtikten sonra da cebinden bozuk para çıkarıp çay bardağının yanına koymuştu. "Ne yapıyorsun sen baba! Bu para da ne? Olmaz öyle şey. Al paranı baba, koy cebine." demiştim de, babam "Olmaz oğlum. Laf söz duyma sen. Sana gelen laf bana gelir." demişti. Ben de, "Baba, sana çayı getiren ve ısmarlayan benim. Bir bardak çayın lafı mı olur? Babamsın sen benim. Oğlun olarak sana bir bardak çay ikram edemeyeceksem ve senden para alacaksam yazıklar olsun bana. Almam paranı. Bir daha da bana para falan verme." demiştim.
Kaderin cilvesi, ben bir daha babama çay götüremedim, çünkü yaz tatili bitip de okullar açılınca ben okuluma dönmek zorunda kaldım. Okulların açılmasından kısa bir süre sonra da babamı kaybettik.
Gecekondu Hasan, aslen Ankara’nın Kızılcahamam İlçesindendi. Babamla eskiden beri tanışıyorlardı. Hatta Gecekondu Hasan’ın benden birkaç yaş küçük kızı süt kardeşimdi. Eşinin rahatsızlanması nedeniyle kızını annem emzirmiş ve dolayısıyla kızıyla süt kardeşi olmuştuk. Her zaman olmasa da arada bir mekâna uğrar ya babasından para alır ya da evden yemek getirirdi. Saçları kısaydı, ciddi bir duruşu vardı, hızlı hızlı yürür, başını yerden kaldırmazdı. Ben kendisini her gördüğümde içimden "Yine erkek Fatma geliyor." derdim. Hasan Amca, babama büyük saygı gösterir, değer verir, iltifatlarda bulunurdu. Zayıf, çelimsiz bir adam olsa da, yüreği mangal gibiydi. O sert duruşunun altında aslında yumuşacık bir yürek yatıyordu. Kumarhane sahibi olması, bu alemin içinde olan kişilerin kendisine diş bilemesine sebep oluyordu. Sert görünmesi doğaldı. Güçlü olmalıydı. Yoksa bu işin raconu belliydi. Adamı bir dakikada harcarlardı. Uzun yıllardır Yenimahalle’de kahvehane, daha doğrusu kumarhane işletiyordu. Bu alemin kulağı kesiklerindendi. Tartıya çıksa kırk dokuz kilo gramı geçmezdi. Birkaç kez tanık olmuştum, kızdığında karşısındaki adama "Ulan ben kırk dokuz kilo bir adamım, üfleseler düşerim, ama bana yanlış yapanın a... nı da dizine indiririm." demişti. Bu ilginç küfürü ömrü hayatımda sadece Gecekondu Hasan’dan duymuştum. Öğlene kadar kahvehaneye pek gelmez, özellikle akşam üstleri oyun başlamadan önce uğrardı. Topal Salim amca ile iş ortağıydılar. Burası seksen metrekare büyüklükte tek odadan oluşuyordu ve vişne çürüğü renginde kalın bir perdeyle odanın küçük bir bölümü ikiye bölünmüştü. Her akşam konuklar olur, onlara ikramlarda bulunurdum. Çay servisi yapar, ihtiyacı olanlara sigara, karnı acıkanlara ekmek, eski kaşar, zeytin, domates, biber alırdım. Adamlar, dünyanın parasını kumarda kaybettikleri halde, sigaradan veya yiyeceklerden arta kalan para üstünü benden çoğu kere isterlerdi. "Yeğenim benim, koy cebine o da senin olsun." diyen üç beş tane adam gibi adam da yok değildi. Orada çalıştığım süre içerisinde, bana bir kişi bile kötü söz söylemedi. Hatta, okumam için teşvikte bulundular, "Oku oğlum. Baban gibi ol, baban değerli bir insan. Sakın bu alemin içine girme, bu alem pisliktir, hastalıktır. Sen buralara yakışmazsın."derler bana öğüt verirlerdi. Bunda Nüfusçu Erdem Bey isminin de büyük etkisi vardı. Çünkü babama sevgi, saygı duyarlar, hal hatır sorarlardı. Babamın adı hep beni korudu. Sanki koruyucu bir melek vardı yanımda ve beni her türlü zor şartlardan korunuş, işlerimi kolaylaştırmıştı.Bu tarifi imkânsız duyguyu hayatım boyunca hep yaşadım ve hâlâ bu güç beni korumaya devam ediyor.
Oyun partileri geç saatlere kadar sürerdi. Mekânın dili olsa da anlatsa orada neler yaşandığını. Polis ekibinin geleceği saatler belliydi. Geldiklerinde, Gecekondu Hasan hemen dışarı çıkar, polis amcalara hal hatır sorardı. Bir keresinde ben de sordum hatırlarını. Elime tutuşturulan bir zarfı kendilerine vermiştim. Ekip görevini yapıyor (!) ve oradan ayrılıyordu. Orada çalışmak benim için çok büyük bir tecrübe oldu. İnsanları, hayatı öğrendim. Büyük bir okul diyebilirim. Bana lazım olan bilgileri aldım oradan. Bu yaşıma geldim, halen de kılıç, yüzbir, barbut, biriç, vb. oyunlarını bilmem. Bir tek piştiyi ve okeyi bilirim onu da babam öğretmişti eğlence niyetine. Hiç de merak etmedim bu kumar oyunlarını öğrenmek için. Çünkü o mekânda insanların perişanlığını, yaşanan aile dramlarını, kumar alışkanlığının insanı intihara kadar götürebilecek kötü bir alışkanlık olduğunu gözlerimle görmüş, kulaklarımla ne olaylara şahit olmuştum. Bir olay var ki daha dün gibi aklımdadır. Kumarhane müşterilerinden birisi kumar masasında emekli maaşını bırakmış, tekrar oyun oynamak için borç para istemiş ve Gecekondu Hasan da kendisine borç para vermişti. Adam kaybettiklerini tekrar kazanmak istemiş, ama onu da kaybetmişti. İnsanın gözünü hırs bürümeye görsün. En büyük hatalarımızdan birisi de bitmek bilmeyen isteklerimiz, kısa yoldan zengin olma hayallerimizdir. Kumar oynamak bağımlılık yapan ciddi bir hastalıktır. Maalesef yakalandı mı bu hastalığa insan, kolay kolay bir daha iflah olmuyor. Almış olduğu borç parayı da kumar masasında bırakan adam, "Bir şans, bana bir şans daha. Bana para verin, borç para verin." dediğinde Gecekondu Hasan kendisine şöyle demişti. "Neyin karşılığında? Paran mı kaldı sanki. Tamam, bırak oynama artık!" Adam yalvaran gözlerle, yıllardır kulaklarımdan çıkmayan, her aklıma geldiğinde beni derinden yaralayan, yüreğe vurulan bir hançer misali içimi yakan şu cümleyi söyledi: "Her şeyimi verdim, param kalmadı, evimi de sattım, verecek bir şeyim kalmadı, karım ile kızım evde, onları alın!"
Bu cümlenin o anda Gecekondu Hasan üzerindeki etkisi büyük oldu. Sakinliğiyle tanınan Gecekondu Hasan o dakikadan itibaren bambaşka bir ruh haline büründü, bir volkan misali patladı. Adamın yakasına yapışarak, "Ulan yıllardır bu alemin içindeyim, adımız kumarcıya çıkmış, ama ben adıma leke getirmem, kumarcıysam pezevenk değilim! Kaç lira kaybettin ulan sen! Al şu paranı, çek git! Bir daha da bu mekâna ayak basma!" demişti.Adam bu cümleyi duyduktan sonra çocuklar gibi ağlamaya başladı. Nerdeyse teselli etmeye yanına ben gidecektim ki, Gecekondu Hasan’ın bağırtısı duyuldu: "Karı gibi ağlama ulan! Kaldır başını ve çık git bu mekândan." dedi. Adam bir süre buraya adım atmadı, atamadı. Aradan bir kaç ay geçti, bir de baktım adam bayramı fırsat bilip yine gelip oturmuştu kumar masasına.
Bin dokuz yüz seksen üç, bin dokuz yüz seksen altı yılları arasında çalıştığım bu kahvehanede hayatı öğrendim. Sinemada izlediğim Ferdi Tayfur’un filmlerinin etkisi altında kalmıştım ama sanki burada o filmler gerçek oluyordu, bire bir canlı canlı yaşanıyordu. Ben Ferdi’nin gençliğini oynuyordum sanki. Babam fakirdi. Tıpkı filmlerde olduğu gibi. Çolak Taksici, Uzun Adam, Gecekondu Hasan, Topal Salim sanki filmlerden kopup gelmiş, bire bir canlı canlı hayatın içinde yaşıyorlardı. Karakter oyuncuları ve kötü adamlar burada da vardı.Tüm bu olumsuz şartlar altında ekmeğimi buradan çıkartıyordum.
Bin dokuz yüz seksen altı yılında babam rahmetli olunca, bu kahvehaneden ayrılıp başka işlerde çalışmaya başladım. Gecekondu Hasan’ın kumarhanesi hayatımda bir dönüm noktası olmuştur. Genç yaşta hayata atılmamda, ciddi kararlar almamda olumlu etkilerini gördüm. Atamam çıkıp, nüfus memuru olarak devlet dairesinde işe başladığımda Gecekondu Hasan’ı da ziyaret etmiştim. Beni görünce çok mutlu olmuş, babamdan söz ederken gözleri yaşarmıştı. Bana, "Baban büyük adamdı, dürüst adamdı. Ne mutlu senin gibi bir evlat yetiştirmiş. Ben yıllardır bu alemin içindeyim, bu alemin içinde olup da bozulmayan hiç kimseye rastlamadım. Bir tek sen hariç. Oğlum, koçum, helâl olsun sana! Babanın mekânı cennet olsun! Bir kere olsun elini oyun kağıdına sürmedin. Bozulmadın. Hep böyle kal." demiş, beni yanaklarımdan öperek bağrına basmıştı.İkimiz de o anda duygulanmıştık. Dokunsalar, Hasan Amca’yı bilmem ama ben ağlardım, hem de hüngür hüngür ağlardım, çok zor tutmuştum kendimi.
Gecekondu Hasan amca artık yaşamıyor. Öldüğünü öğrendiğimde çok üzüldüm. Aklımda da her zaman kaleme aldığım bu hatıralar kalacak ve benimle birlikte yaşayacak. Kim bilir ileride belki filme de çekerler. Ben bu alemin hem içinde hem de dışında hayatı öğrenmem adına yaşamış olmanın buruk sevincini yaşıyorum ve bana "Sen ne mezunusun?" diyenlere tek bir cevap vermek istiyorum: "Ben stajımı Gecekondu Hasan’ın kahvehanesinde yaptım ve ordan mezun oldum."
Vecdi Murat SOYDAN
(Yaşanmamış Aşkların Şairi)
15 Haziran 2013-Isparta-Saat : 12.38
YORUMLAR
Daha öncesinde de okuduğum ve tekrar gözden geçirdiğim ibretlik bir anı yazısıydı..Yaşadığınız ortam ya sizi içine çeker yada uzaklaştırır bu sizin o ortama olan yatkınlığınızla mı alakalı yada yaradılışınızla mı işte o çok ince bir çizgidir doğruyu analiz etme iyiyi seçebilme gözlemleyebilme..Tebriklerimle doğru bir gözlemdi..
gülnur15 tarafından 9/3/2013 10:36:31 PM zamanında düzenlenmiştir.
evet efendim okul bilgiyi öğretiyor ama hayatı öğretmiyordu adınıza çok sevindim öylesi yerde çalşıpta onlara benzememenize sonlara doğru sizin gibi bende duygulandım ibret almak isteyenler için çok güzel bir paylaşımdı Allah herkesi öyle kötü alışkanlıklardan korusun emeğinize sağlık saygılarımla selamlar