- 630 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SEVGİ Mİ KARİYER Mİ...
Yorgundu, ölesiye yorgun; suskundu da, susmuştu hep ömrü boyunca, ta ki onunla karşılaşıncaya kadar… Hayatında bir ilkti o, her şey bir anda olup bitmişti: Karşılaşmaları, tanışmaları ve yüreklerine düşen aşk ama…
Senelerce uğraşıp didinmiş ve çocukluk hayallerine kavuşmuştu. Saygın bir kariyer, özlem duyulan bir meslek, fazla değil ama geçinebilecek kadar makul bir para. Sevilen bir hocaydı, saygın bir üniversitede; öğrencileri tapardı ona, o da onlara yalnız meslektaşları pek haz etmezdi ondan, öyle ya gecesi gündüzüne karışırdı çalışıp, ter dökmekten. Saat mefhumu yoktu onun kitabında. Gerekirse, gecenin bir vakti kalkar gelirdi okula, detayları asla gözden kaçırmaz, öğrencilerine kol kanat gerer, ama çoğu şeyi de atardı içine.
Sessizdi ama çok şey anlatırdı gözleri, suskundu ama gönlü bir şelale gibi çağlar, gürültüsüne dayanamazdı bazı zamanlar. Mesai saatinde gözler saate odaklanırdı, dakika sekmezdi kimse işini yarım bırakıp, dışarı fırlamak için; o ise farkına bile varmazdı gece mi gündüz mü, aç mı tok mu? Onu doyuran idealleriydi, hayalleriydi, öğrencilerinin gözlerinde gördüğü eşi bulunmaz sevgi pırıltılarıydı.
Bir seminerde karşılaşmışlardı ilk defa; laf lafı açmış, dost olmuşlardı ve kendilerini kısa bir süre sonra nikah masasında bulmuşlardı. Her şey bir anda olmuş, birbirlerini fazla tanımadan evlenmişlerdi. Adam başarılı bir avukattı baroda, gereğinden fazla zengin ve hırslı bir kişilikti aynı zamanda da: Hırsı, para odaklıydı kadınınkinin tersine; zira kısa zamanda çok yol almıştı. Aileden zengin, geniş bir çevreye sahip olan, biraz da burnu büyüktü. Ama gerçek olan bir şey vardı ki, birbirlerinin gerçek anlamda seviyorlardı. İki kişilik bir dünyaya yelken açmışlardı deniz durgunken, hesaba katmadıkları ise çıkacak fırtınanın büyüklüğü idi…
Genç kadının annesinin vefatı, farklı yerlere dağılan akrabaları yaşadığı yalnızlık duygusunu daha da pekiştirmiş ve en sonunda pes etmişti. Ağır basan yalnızlık duygusu ile mücadele edecek gücü kalmamıştı artık ve gözü kapalı evet demişti nikâh memuruna ama hesaba katmadığı bir şey vardı hem de hiç beklemediği bir şey…
En başta konuşmaları gereken hususlar, bir anda evliliklerinin üzerine kara bulut gibi çökmüştü. Adam karısının çalışmasına taraftar değildi, en başta tepkisiz kalmıştı ama geçen süre zarfında iyice dayatmaya başlamıştı kadının çalışmaması gerektiğini. Ataerkil bir aileden geliyordu. Çağdaş görünümünün altında yatan gerçek yüzü bir anda, beklenmedik bir şekilde ortaya çıkmıştı.
Bu beklenmedik tutum, genç kadını çılgına çevirmişti. Basit bir mesleği yoktu, başarılı bir bilim kadını olmak uğruna ömrünü heba etmişti. Zoru hatta imkânsızı başarıp, tek başına yürüdüğü yolda oldukça ilerleme kaydetmişti. Dostlukları tek düze idi, özel hayatında yıkıma uğramıştı ama mesleği onun vazgeçilmezi olduğu için hiçbir şey umurunda değildi.
Sonuç hüsrandı: Adamın avukat da olmasından dolayı bir hafta gibi kısa bir sürede boşanmaları gerçekleşti. Geldiği gibi gitmişti mutluluk, bir anda kayıplara karışmıştı tüm hayaller, her şey sona ermişti.
On gün gibi izin almıştı okulundan. Geçmişinin muhasebesini yapıp, toparlanmaya ihtiyacı vardı. Okunmayı bekleyen yüzlerce sınav kağıdı, tamamlaması gereken sunumlar, onlarca proje masada yığılı bir şekilde onu bekliyordu. Eskiden olsa, kısacık bir zaman zarfında çoktan bitirirdi; bitirmek ne kelime daha masaya oturmayı bile başaramamıştı.
Aynanın önüne ne zaman oturduğunu hatırlamıyordu bile, ifadesiz gözlerle saatlerce inceledi sararmış yüzünü, gözlerinin altı mosmordu, bitaptı hiç olmadığı kadar. Günlerdir dışarı çıkmamıştı. En son ne zaman yemek yediğini hatırlamıyordu bile.
Ve itiraf etmekten de korkuyordu ama gerçek olan bir şey vardı ki; onu çok özlemişti, kısacık zaman zarfında çok alışmıştı ona, çok da sevmişti. Ama hayır bu bir ihanetti harcadığı tüm yıllara, emek verdiği kariyerine büyük bir haksızlıktı.
Çalan kapı ziliyle, bir anda irkildi. Beklediği hiç kimse yoktu. Çalan ısrarla basıyordu zile. Gelen ya apartman görevlisi ya da postacıydı, usulca kalktı yerinden, duyguları alınmıştı adeta, yürürken yer ayağının altından kayıyordu her adımında. Boş bir ifadeyle açtı kapıyı. Kapıda kimse yoktu ama yere bırakılmış pembe bir gül çekti dikkatini. En sevdiği çiçek, en sevdiği renk, en sevdiği koku. Belli belirsiz bir gülümseme belirdi yüzünde. İki damla yaş aktı gözünden, gülü aldı ve kapadı kapıyı.
Tam odaya yönelmişken kapı bir kez daha çaldı. Kafasında onlarca düşünce çılgınca dans ediyordu, ne istediğini bilmez ve umarsız bir şekilde bir kez daha açtı kapıyı. Günlerdir görmediği eski kocası karşısında durmuş, ona gülümsüyordu.
Gözlerinden akan yaşlar damla değildi artık, oluk gibi akıyordu. Aslında neye ağladığını da bilmiyordu, mutluluk mu, pişmanlık mı, özlem mi… Ama bildiği bir şey vardı; Tanrı ona ikinci bir şans tanımıştı, bir bakıma yeniden dünyaya gelmiş gibiydi.
Ve geri tepmeye de hiç niyeti yoktu hayatın ona verdiği armağanı. Belli ki sevmeyi öğrenmek ve paylaşmaktı artık ona düşen. Bildiği çok şey vardı ama öğrenmesi gerekenler bildiklerinden çok daha fazlaydı: Sevmeyi en baştan öğrenmek, paylaşmak, birlikteliği sürdürmek sırasıydı şimdi. Boş kalbi isyan etmişti artık,ruhu ve zihni ise aşırı yorgundu. Ama bildiği bir şey vardı ki: Hayat denen yolda artık yalnız değildi.