Kalbiyle Gelen Aklıyla Gider
Saygının yitirilmesinden ibaret, aşkın ölümü… Bu kadar yalın, bu kadar katı… Onu allayıp pullayarak algılamak, anlamak ve anlatmak, ölenin değil öldürenin marifeti. Hangi ölüm sebep bulmakta zorlanmıştır ki... Ölen, anlatıldığı kadar ihtişamlı ölebilenlerden olsaydı, belki de hiç bitmezdi, bitiyor sanılan.
Ya bir film sahnesiydi, ya bir kitap sayfası… Öykünün önü yok, aklımda sonu kalmış.
Dışarıda bir kadın; zarif parmakları zile dokunurken titriyor. Kapıyı açan adamın gözlerinde çocuksu bir sevinç… Hem, biliyormuş bu anın geleceğini, hem uzunca bir zaman bekliyor, gelmez diye korkuyormuş gibi, eskitilmiş bir talaşı var bakışlarının. “Nihayet,” der gibi hani... Yarısı yorgun, çoğu diri sesinin. “Geldin mi kadınım? Hiç gelmeyeceksin sandım. Bilsen nasıl korktum, sensizlikten…”
Eli hâlâ zile uzandığı duvara dayalı. Belli ki oradan güç alıyor kadın. Omuzları çökük, saçları dağınıkça. Yüzünde, gecelerin o iç fırtınalarından arta kalan yorgun sabah sessizliği… Bir zamanlar, belki de daha dün, ya da daha demincek, çalmadan açılacağına yeminler edebileceği, çalmadan gireceği, üstelik buna herkes kadar kendisini de kolaylıkla inandırabileceği, dahası inandırdığı o kapıda duran adamın yüzünü aşmış, gözlerinden ötesine bakıyor şimdi.
Adam, kadında dünü seyrediyor gibi geliyor bana. Dünü ya da bir önceki günü, ama asla şimdiyi değil… Kadın, gözlerini yarına dikmiş, belli. Yüzündeki endişe ertesi güne uzanan o köprünün kayganlığından, diye yorumluyorum. An’a sığdırılmış uzun bir yola bakıyor gibi, donuk ve soğuk gözleri... Yolun uzunluğundan eksiltmiyor ona o türlü uzun uzun bakıyor olmak, anı bunaltıyor sadece. Bitsin istiyorum. İstemek yetmeyince diliyorum…
Sorsalar, hava nasıl, günün hangi saatidir, cevap vermek mümkün değil. Alacakaranlık kuşağında, bir iki saniyelik görüntü…
Zaman nedir sahi? Bir karelik resim üzerine sığan beş altı cümle kaç bin yıllık ömrü ölçer, kim bilir… Saatin kadranlarında, akrebin dilinin yelkovana değdiği an’a kaç ömrün bitimi yazılabilir, kaç doğum taşar o saliseden saatlere… Kim bilebilir ki. Suyu iliklerinde damıtan hava, havasız yanmayan ateş, ateşsiz olmayan kül… De ki toprak… Zamansız olur, olabilir mi biri? Ya zaman… içerisinde asla iki kere solunmayan, aynı damlasında iki kere yıkanılamayan o nehir, yatağını taşıyan toprak olmasa akabilir mi yine böyle…. Sularını deryaya boşaltan toprak, sonsuza boşaltmasa içini, onca yükü taşır, taşıyabilir mi? Say ki bir görüngüden ibarettir hepisi… Herşey bir yanılsamadır, say... Ateş yakmaz aslında, su ıslatmaz… Toprağın tuzunu kuru say… Ya insan aklı? Islanan, kuruyan, yanan, nefes alan, veren… Yandıkça ve ıslandıkça var olduğunu duyumsayan akıl, bunca olmayanı var saya saya, nasıl katlanır aslında kendisinin yok olduğu gerçeğine. Sihirli kelime unutmak... Bu olmalı, değil mi? Aklın en güçlü silahı olan bilgi biriktirme yetisinin aslında en büyük düşmanı olması ne garip.
“İçeri gelmeyecek misin?”
Soru değil bu, hayır. Özür dilemek, daha çok. Sen dışarıdasın, ben bu yanda.... Bu duruşumuz yanlış, der gibi. Yanlış zamanda, yanlış yerde yakalanmış insanların mahcubiyetine yakın ve ürkekçe dökülüyor adamın dudaklarından.
“Hayır” diyor kadın.
Hayır… Hayır, diyor, ama hiçbir evetin bu kadar kesin hatları yoktur. Hiçbir evet bu kadar kabul sığdıramaz içine ve hiçbir hayırdan bu kadar evet taşamaz düne, dünden öncelere.
“Neden,” diyor adam.
Hiçbir neden bu kadar sebebi saklayamaz özünde. Hiç bir sorunun ötelenmiş cevapları gizleme merakı olmamıştır, bu kadar...
“Çünkü,” diyor kadın, “gidiyorum.”
Sen bin kere gittin benden, birşey demeden. Haber bile vermeden… Ben ilk defa denedim seni bırakmayı ve anladım ki gidebiliyormuşum senden, ben de. Sadece bilmeni istiyorum, demedi, diyemedi kadın. Adam, özür dileyemedi O demeyince... Sadece “neden,” dedi, gözleri ikinci defa ayaklarının üzerine düşerken.
“Neden?”
“Gidiyorum, çünkü," dedi kadın, “...gidebiliyorum."
Demedi, "gidebildiğim yerde, hiç kalmadım ki ben.”
YORUMLAR
Zaman nedir sahi? Bir karelik resim üzerine sığan beş altı cümle kaç bin yıllık ömrü ölçer, kim bilir… Saatin kadranlarında, akrebin dilinin yelkovana değdiği an’a kaç ömrün bitimi yazılabilir, kaç doğum taşar o saliseden saatlere… Kim bilebilir ki
KİM BİLEBİLİR Kİ EVET AYNUR DOST. Yaşam bu sonuçta . İki nefes arası uzunlukta . Üstelik ne kadar uzun olduğu değil hangi dolulukta yaşanabildiği daha önemli olan sürecin adı..
İnsan zamanı çok boşa işlere harcıyor malesef. Zira kaybedildikten sonra geri dönüşü olmayan tek şeydir zaman.
Güçlü kalemini sevgi dolu yüreğini selamlıyorum . Siz yazın bizler de okuyalım.