- 1722 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Bizim Oyunlarımız
Annem beni kınalı bir tahta beşikle toprağa (höllüğe) beleyerek büyütmüş. Yalancı emzik emmemişim. Ve bir baktım yürüyorum.
Sabah kahvaltımızda süt, yoğurt, yumurta ve çorba vardı. Gel zaman git zaman derken okula başladım. Hiç unutmam okula başladığım ilk günü. Alfabeyle kışı bitirirken bir bakmışız aylar birbirini kovalamış. Baharı müjdeleyen sarıçiğdem ve öksüz oğlan (hercai) çiçekleri başkaldırıp çıkıvermiş karın altından.
Okulda sınıf arkadaşlarımızla o hafta sonu için öksüzoğlana gezdireceğiz diye buluşma kavlini kurardık. Sözleştiğimiz gibi hafta sonu arkadaşım Yeter (rahmetli oldu ruhu şad olsun) yanına Sultan’ı alıp bize gelirdi. Ali amcamın Melek, Zeynep, Mahmut amcamın Yusuf, Osman ve kardeşim İbrahim derken bir kavurmalık olurduk.
Hemen gidelim topraklıktan kayalım derdik. Böylece bizim oyun başlardı. Topraklığın tepesine çıkardık aşağıya doğru bir kaç kez kayardık. İlkbahar güneşinin etkisiyle karların erimesi sonucu çamurlaşan ve sonra hafifçe kuruyan yarı nemli yumuşak toprağın üzerinde kayması çok eğlenceli olurdu. Ama bir de bakardık ki ya dizimiz yaralanmış ya elimiz kolumuz…
Peşinden haydin öksüz oğlan toplayalım (hercai çiçeği) derdik ve koşardık kırlara… Kar altında baş kaldırmış olan çiçekleri amcamın Yusuf küskücüyle söker biz de peşinden toplardık. Yine o arada karşımıza çıkan geven otunu da sökerdik şöyle toprağın uçtuğu yarı açık yerlerden. Onların içindeki özü yerdik. Nerede şimdiki gibi muz, ananas, avakado, ayva, nar vb...
Ardından Binnaz bibinin bahçe kıyısından kurumuş bir karaçalı dalını çeker başlardık dallarına çiçekleri takmaya… Sonra 6-7 arkadaş dolaşırdık kapı kapı, ağzımızda şu
tekerleme…
Çiğdem çiçecik
Ebem oğlu köçeçik
Verenin oğlu çok yaşasın
Vermeyenin oğlu çatlasın ölsüüünn
Çaldığımız her kapı açılırdı ve yumurta veya bulgur isterdik. Verilenleri heybemize koyardık. O günü akşam ettikten sonra hâsılatı alır koşardık Patirik amcanın dükkâna… Atatürk’ün kaşları gibi kaşları vardı rahmetli Patirik amcanın… Şöyle bir çatardı kaşlarını bulguru alırdı elimizden, sonra yumurtaları ışığa tutarak tek tek kontrol ederdi bozulmuş mu, bozulmamış mı diye… Sanki papatya falına bakardı mübarek, seviyor sevmiyor dercesine… Verdiğimiz bulgur ve yumurta karşılığında kırık leblebi ve kuru üzüm alır grup halinde yerdik.
Küçücük dünyamızdaki, kocaman evciliklerimizin şimdi hayali ile yaşıyoruz. Torunlarıma baktığım da ne kadar şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Oynadığımız oyunlarımız hep doğal ve serbestçeydi. Oysa şimdi küçücük parklarda plastik ve metal oyuncaklar, arabalar, bebekler, hamurlar, hiç benzer mi ki benim köyümün o güzelim oyunlarına ve mis kokulu çayır çimen ve topraklarına…
Leyla Yıldırım
YORUMLAR
Kaleme alınmış bu kıymetli yazı insanı 1970 li ve 80 li çocukluk yıllarına götürüyor, ne güzel ne masum ne riyasız bir çocukluğumuz vardı o yıllarda.
Eş gördüm, ebegillerde, bir dur bir, gülük yani çelik çomak, simit değnekle oynanan oyun, esir koşmaca ve tortu oyunu. Ve buna benzer oyunlarımız vardı. Akşamları bir başka gündüzleri bir başka oyunlar oynardık meğer ne güzel oyunlarmış onlar.
Şimdi hepsi bir rüya gibi yalan oldu, oysaki hepsini oynadık hepsini yaşadık tattık şimdi ise o çocukluk yıllarını bir unutulmaz değerler olarak kaleme alıyoruz ve aynı zamanda özlem gideriyoruz
Geçmişe yönelik hasret gideriyoruz okudukça köydeki sokakları ve arkadaşları hatırlıyoruz.
bu nostaljiyi bizlere yaşatan şaire hemşerimi kutluyor selam ve saygılarımı iletiyorum
çorumdan selam olsun
Bir dizi film reklam jeneriği dikkatimi çekti geçenlerde: Sokakta oynayan son çocukların hikayesi diyerek tanıtımı yapılan dizi film, sanıyorum doksanlı yılları anlatacak. Bir de seksenler versiyonu var bunu da biliyorum. Zaman zaman rastladıkça izlemişliğim vardır. Geçmişten günümüze ne bulup buluşturursak korumalı, sakınıp saklamalıyız galiba. Bizim şimdi hasretle andığımız bir dolu şeyi bilmeden, anlamadan büyüyecek çocuklarımızdan bazıları. Ancak her şeye rağmen umutluyum ben. Çünkü sokakta oynayan son çocuklar d eğiller doksanların çocukları. Belki biraz değişti ağızlar, söylenceler ve yapılanlar değişti ya, ben yine de umutluyum. Kaybetmeyeceğiz o ruhu hiçbir zaman diyorum kendi adıma. Kutladım hoş yazıyı. Öptüm o yazıyı yazan kalemi tutan ellerden sımsıcacık. Belki torun, belki oğul kabilinden.