Hanif soylular (I)
Çağırıcılar birkaç basamaklık yükseklikten ahaliye seslenip, sapkınlığı hakka ve erdeme çağırdığında, öfke kustular, bir eli balda olanlar! Hakir suratlar iftira sempozyumları, bulaşıcı hastalık karantinaları ve envai çeşit karalama kampanyaları düzenlediler, dirilişin (güya) önünü kesmek için kandan irinden soluyarak.
Teline dokundu diye iffetin, bir şehrin altını üstüne getiren iman gücü, efkarın şuuru uykudaydı zahir. Hani o akıncı, öncü birliklerin ardından muharip güçleri ile atlı ve yaya binlerce kilometrelik yolları aşıp da küfrün belini kıran, hanif soylular ve şuur adaleti? Sormadan edemiyorum; Şu “üstüne ölü toprağı serpilmiş” vaziyet, gazap mıdır ya Rabb?..
Elbette, saltanat düşkünlüğü kıran kırana bir mücadele iki taraf arasında ancak üçüncü tarafa yani ortada ezilenlere zulmü reva görür. Sessiz çoğunluk mu? Gülmek isterdim bu deyime, bu klişe söyleme ki, zira artık özdeyişler bile samimiyetsiz, düşünceden, emekten terden yoksun, haybeye, menfaatine dönük kullanılıyor. “Emr-i bi-l-maruf” (iyilikle emretmek) kasıtlı tevessüllere mastar edilmiş, inanç ve örf alışkanlıklara göre tevsik edilir halde. Allah’a kul, Resulüne ümmet olma inadından vazgeçtiğin sayhada onlardan tarafsın. “Ben mi düzelteceğim?” dediğin anda batıla, bozulmaya, küfre ve isyana açık kapı bırakmışındır, kesin..
Nasıl buğz (uzak durmak, sevmeme) edilir ya? Şerden uzak durmak onu hoş görmemekle, ona şöyle yada böyle muhabbet etmemekle, dahası onunla ( o günah mesabesinde) aynı havayı teneffüs etmemekle, ona keyfiyetinden, inisiyatifinden imkan vermemekle mümkün olur ki, oda biliyorsunuz imanın en zayıf mertebesindendir denir. Anlaşılan adaleti, huzuru ve refahı hak etmek öyle kaderci deyimlerin arkasına sığınıp bekleyerek, (sözüm ona) samimiyetsiz tevekkülle, emeksiz, gayretsiz ve terlemeden, hüsuf-küsuf namazları kılmadan pek mümkün olmuyor..
Kurandan ve hadisten verilen örnekler insanlığın kurtuluşu ve saadeti içindir. Vahyi ve sünneti alıp bir taraf veya kesimin itibarı için (haşa) kullanırsanız, yanlış yapar yanılgınızın bedelini çok ağır ödersiniz. İtibar edilmesi gereken Hak, yani bir başka deyimle “hukukun üstünlüğü!” veya Allah’ın rızasıdır. Kimin hangi din ve ideolojide olacağı kaderi, Yaratan Rabb’in (Allah c.c.) kudret elindedir. Bizim elimizdeki cüz-i irade ki, biz onunla ancak iyi ve güzel olanı müdrik ederek tercihimizi koyar ve bu sayhadaki eylem ve söylemlerimizden de mesul tutuluruz. “Kişi neyi kesbederse o ona isabet eder!” (ayeti kerime meali) ki, buyurun insanlık için, Hakkı ve hayrı kesbedelim. Yani Niyetimizi salih amellerle, kavlimize rücu ettirecek çabalarla donatalım.
İslam Allah’tan başka tanrı tanımaz, (Allah’tan başka hiçbir güce ve kimseye kul olma hakkını vermez!) hanifliğin (Hakka ve doğruya yönelme) fikri zemininde, ilahi bir dindir. Bundan önceki ilahi dinlerde, tahrif edilmemiş şekliyle hakkı, huzuru ve adaleti, erdemi işaret eden, Allah’ın emirlerindendir. İslam’dan önceki dinleri tahrif eden (değiştiren bozan) zihniyet, aynı niyet ve kaville, bin bir türlü hile ve desiselerle, güya bilime ters düşürerek, iftira ve karalamalarla, bütün gücüyle İslamı tahrif etmeye (değiştirmeye) çalışmaktadır. Ama Allah’ın (c.c.) sözü var! Değiştiremeyecekler..
Bir bayrağı yere indirmenin, bir ittifakı bozmanın, bir bütünü bölmenin, bir iman gücünü yıkmanın açıkça niyetini göstererek, ilan ederek, yüz yüze vuruşarak, dövüşerek mümkün olabileceği pek görülür şey değildir. Direncin dirayetin sabra ihtiyacı olduğu kadar, inancın ve imanında sabra ihtiyacı vardır. Öyle ufak tefek yalpalamalarda ittifakı bozmaya kalkarak, suni dehşetin karşısında korkuya kapılarak, fitnenin, iftiranın, karalamaların bıraktıkları izlerden endişeye kapılıp can mal derdine düşerek ne bir millet olunur nede bir ümmet. Şu çağda öyle milletler var ki, halen atalarının kazandıklarını yer içer ve onların postunda otururda efelenirler. Halbuki geçmişinin kahramanlıkları ile övünmek ve o doğruları savunabilmek ve en önemlisi bunu hak edebilmek için en az geçmişin emeğine eş değer ter dökmeleri, emek vermeleri gerekir değil mi?.
Hani bir deyim vardır; “Aslını inkar eden haramzade..” Baskın kültürlerin yeline kapılmış onca zavallı(!), ırkını, milliyetini, dini ve mezhebini inkar eder durumda! Verdiği misallerde, anlattığı hikayelerde, öngördüğü örneklemelerde ve işaret ettiği doğrularda batıl, karanlık, zalim, emperyalist, karabasan çağı medeniyetlerin alışkanlıkları vardır. Hülasa bunlar; Geçmişimizi aşağılayan ve küçümseyen hezeyanların hepsi geri planı olan bir hilenin, fitnenin ürünü, imalatıdır. Kuşkusuz bu yele ve bu akımın seline kapılanlar onlardandır ve onlarla birlikte haşrolunacaktır..
Yozlaşma, daha doğrusu yıkım aileden alarak başlatılır. Bir evin fertleri arasında nifak (görüş ayrılığı) olursa, bir mahalle için potansiyel bir fitne kazancıdır. Mahalle derken şehir ve maazallah ülkeler kaos, terör, anarşi ile kıyamet manzarasını alır. Sur’a az kalmıştır, işte o vakit, Şairin dediği gibi: “Dönülmez akşamın ufkundayız..,” ve Müslüman’ın imanını açık tutması elinde kor (ateş) tutması gibi zor ve yakıcıdır. Anlaşılan o ki, dünyanın düzenini bozacak olan, ahir zamanı deklare edecek olan, kıyameti onaylayacak olan korkaklar, küfre bel bağlayacak dönekler ve dinini tahrif etmeye çalışan dümbelekler olacaktır.
Medeniyet, bu günü gerektiği gibi akılla yorumlamak veya yorumlayabilmektir. Neyin nereye vardığını veya varabileceğini hesaplayabilmektir. Yoksa ne başını açmak nede (af buyurun) kıçını kapatmaktır. Bilim, fen, fizik, kimya ve tüm müspet ilimler insanlığın ortak malı ve fikre, yoruma, yenilenmeye, icada açık, geliştirilmeye müsait, İlahi bir hazinedir. Nerden neyi ne kadar alıp geliştirebileceğinize akılla, gayretle, emekle siz karar verebilirsiniz. Başkalarından teknoloji transfer etmek, belki bir kısa yoldur ama asıl olanı kendi çaba ve çalışması ile bunu hak edip muasır medeniyetler seviyesine ulaşmaktır. Bunu başarmanın yolu ise, hiçbir ayırım gözetmeksizin, zengin fakir demeden eğitimin yolunu açmak, öğrenmek bilgilenmek isteyen her zihne ve izana ilim tahsil etme imkanı ve fırsatı vermektir.
“Bilgi üstündür” özdeyişinin önemini alıp kavrayabildiğiniz kadar muasır, medenisiniz demektir. Düşmana gülücükler atarak, muhabbet duyarak sulhu sağlayamazsınız. Edeb Âli’nin meşhur vasiyetini iyi okuyup özümseyenler, bunun özetinden düşmanın veya rakibin hafife alındığı yerde mağlubiyetin hak edildiği anlamını kavrarlar. Sürüyü kurda götüren çobanın masumiyeti savunmasının zayıflığı, yani çaresizliği, imkansızlığıdır ancak böyle bir olasılığa karşı önceden yapılmayan bir hazırlık onu (mahkeme-i Kübra da da olsa) kusurlu kılar. Ondandır; Ehliyet ve liyakat konusuna müteallik hassasiyetleri bilip hesap etmeyi gerektirir. Sırtında emaneti olanın rehavet lüksü olamaz!
Alınacak olanları tenzih ederek derim ki; Kamu adına görev alıp, kamunun hoşuna gitmeyecek, hakkını helal etmeyecek şekilde tavır ve davranışta bulunanlar, (ümera ve ulema) asgari geçim endekslerinin üzerinde maaş ve maişeti gönül ferahlığı ile cebe indirerek avamın ulaşamayacakları yer ve mekanlarda eğlenceli hayat sürenler, mal ve mülk edinenler oldukça ve bu tarz alışkanlıklar sürdükçe o toplum felah bulmaz. Bu kaderi yaşayan bir kavim veya millet varsa ki, bu tür gelişmelere duyarsız kalarak bu ve benzeri musibetleri hak ediyor demektir. Bireysel sorumluluktaki samimiyet ve ihlas, hiç kuşkusuz toplumsal mesuliyetlere ve onu temsil eden otoriteye yansır. Yanım ve tarafım, sadece Allah’ın rızasına. Hemen herkes için huzur ve saadet diliyorum..
(devam edecek)
Mehmet Sani Özel
01.04.2008
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.