- 2033 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SEMBOLİZM / ŞEKİLCİLİK
Geçmişten bugüne düşünce ve yaşam ilişkileri, şekilcilik, muhafazakârlık, modernlik gibi kavramlarla tartışılmıştır.
Yaşamı kuran, dinler, ideolojiler, örfler, siyasal biçimlenmeler, hukuk sistemleri, sanat ve edebiyat konuları sözü edilen tartışmaların dışına çıkamaz.
İlericiliği, gelişmeciliği temsil ettiği düşünülen modernize olmak...
Durağanlığı, gericiliği temsil ettiği düşünülen muhafazakârlık…
Tartışmaların özünde, sıkça vurgu yapılan, “öz = ruh” ile “şekilcilik” kavramları özellikle, değişimi hızlı yaşayan bir toplumda sert çatışmaları yaşar.
Kaybedilen ruhun tekrar canlandırılması, yaşama şekil olarak dönüşen yaşam biçimlerine egemen olması her zaman öne sürülen idealdir.
Din kültürleri içinde, Allah’ın resulleri ile vahiy, kitap göndermesi, önce gönderilen vahiylerin özlerini kaybettiğini vurgular.
İdeolojiler, toplumlara egemen olduğundan itibaren, statükoculukla “tutuculukla” “şekilcilikle” değerlendirilmeye başlanır.
Bütün yasaların “kanunların ruhuna göre” kavramıyla değerlendirilmesi sıcak tutulan tartışmalardır. Bu tartışmalarda, kanunların şeklen uygulanması eğil, ruhuna uygun uygulanmasından söz edilir.
Kurulan siyasi sistemler, devlet organizasyonları, hatta kurumsallaşmış büyük şirketler, bürokrasi “durağanlık” “şekilcilik” içinde kaybolduğu varsayımıyla şiddetle eleştirilir.
Hayata genel olarak baktığımızda, devletler bürokrasi, dinler ihlâsı “özü” kaybeden ameller, ideolojiler “statükoculukla”, şekillenerek, özlerinden koptuğu, varlıklarının nedenini kaybettikleri esasıyla her zaman gözden geçirilmişlerdir.
Allah’ın gönderdiği son kitap Kur’an-da sıkça sözü edilen “ehli kitap veya kitap ehli” kavramları, daha önce gönderilen vahiylerin özlerinden koparak, hayatta şekillerle var olduğunun ifadesidir.
Dinler, siyasal düşünceler, ideolojiler, felsefi düşünceler, şiir, sanat, edebiyat, müzik gibi sanat kollarının bile, gün gelip şekilcilikle, şablonculukla suçlanması görülmektedir.
Yaşamda şekillere dönüşen din, siyasal düşünce, ideoloji, hayat felsefesi, şiir, sanat, edebiyat, müzik gibi argümanların, şekilsizlikten öte olamayacakları gerçeğini tespit etmek gerekir. Hayata, hiç biri şekilsiz inemez. Zira şekil eylemdir. Eylemsiz hayatta hiçbir şey varlığını sürdüremez.
Konuya bir başka açıdan bakarsak, hangisi olursa olsun, yaşama dair bütün olguların, temel felsefesinde, ilke, kural, hedef metot gibi unsurlar esastır.
İlke; düşüncenin dayandığı esasları…
Kurallar; ilkelerin hangi davranış yasalarıyla hayatta var olacağı…
Hedef; ilkenin, kurallarla hayatta var kılınmasıyla hangi amacın gerçekleştirileceği…
Metot; ilkeyi hedefe götürecek kuralların, nasıl, hangi sembollerle “şekillerle” hayatta var kılınacağıdır. Yani ilkenin, kurallaşarak, belirli bir hedefe doğru ilerleme uygulamasıdır.
Şimdi bu özleri, dinlerde, ideolojilerde, siyasal biçimlenmelerde, felsefelerde, müzikte, şiirde, edebiyatta nasıl ortaya çıktığına bakalım.
Dinlerin ilkesi, “Tanrı’nın egemenliği” esasına dayanır. Tabi, güneşe, aya, yıldızlara tapan ilkel dinlerin, ilahi din olarak kabul edilen dinlerden farklı olacağı muhakkaktır. Ancak insanlar ister güneşe, ister aya, ister yıldızlara tapsın, işin özünde, insanın Tanrı kavramına verdiği sembol ile şekillenen öz vardır.
Tanrı’yı görünmez kabul edip, bütün yaratılışın gerisindeki yaratıcı güç, iktidar, otorite kabul eden İlahi din tanımındaki tanrı ile,
Egemenliği hissedilen Tanrı’nın, insana en yakın görünür varlıklardan, güneş, ay, yıldızlar, gök, yer gibi sembollere yerleştirilmesinin,
Temelindeki esas otorite, güç, ruh, tanrı fikrinin insandaki egemenliğidir.
Her iki bakış tarzında, Tanrı fikrinin şekilsizlikle tanımlanması ile Tanrı fikrinin şekilcilikle tanımlanmasını algılarız.
İslam Tanrıyı, yani Allah’ı şekillendirmez. Allah’ı şekillendirmek İslam’ın dışına çıkmaktır. İslam üzerine düşünce üreten fikir adamlarının görüşü, Allah’ı şekillendirmeye yönelik duyguların, düşüncelerin şirk olacağıdır.
Allah’a konum belirlemek, şekillendirmek İslam’da yasaktır. Zira konum belirlediğiniz anda, otomatikman şekil de belirlemiş olursunuz. Onun için Müslümanlar Allah’ı zamandan mekândan münezzeh olarak kabul ederler. Yani Allah’a zaman mekân belirlenemez. Allah zaman mekân kavramları içinde düşünülemez. Allah zamana mekâna sığdırılamaz. Kısaca Allah zamandan mekândan münezzehtir dediğimizde, Allah zaman mekân kavramlarının ötesindedir diye inanılır.
Dinin temel ilkesi “Allah’ın egemenliği” olup, egemenliğin kullara hâkim kılınmasıdır. Allah’ın kullara egemenliği gönderilen dinin hedefidir. Allah’ın egemenliği yasalarıyla belirlenir. Kullarının neler yapacağı “farzları”, neler yapmayacakları “haramları”, hangi konularda serbest oldukları “helalleri” olarak tanımlanır. Allah ayetlerinde insanlara yapacaklarını, yapmayacaklarını emreden her otoriteyi ilah olarak tanımlar. İnanç, ilahlık konumunda olan bütün varlıkların terk edilerek Allah’ın emirlerinin dinlenilmesi olarak tarif edilir. İnsanların kurallara uygun hayat yaşaması “ibadettir”. İnananların hedefi Allah’a ibadet etmektir. .
Kuralların hayata yansımasına metot “sünnet” denir. Bu noktada sembol “şekil” devreye girer. Zira kuralların her biri semboliktir. Yapılacak işler, yapılmayacak işler, insan algısına semboller olarak yansır. İnsan bu sembolleri “şekilleri” yerine getirerek dinini yaşar.
Fiil dediğimiz şeylerin her biri “semboldür” yani şekildir. Yemek, içmek, yürümek, yatmak, kalkmak, okumak, ne olursa hepsi şekildir. İnsan davranışlarının tümü “şekillerle” yani sembollerle tanımlanır.
Dolayısıyla dini, şekilciliğin dışında tutmak mümkün değildir. Çünkü dinin her kuralı, insanın yapacağı, yapmayacağı filleri “şekiller” belirler.
İdeolojilerde de, ideolojilerin ilkesi, kuralları “yasaları”, hedefi ve metodu esastır. Bütün ideolojiler, gerçekleştirmek istedikleri amaçlara dair kurallar belirleyerek, bu kuralların nasıl hayatta var kılınacaklarına dair, uygulamaya yönelik “pratik” metot oluşturur. İdeolojilerin oluşturdukları uygulamaya dair bütün kurallar “sembollerle” yani şekillerle belirlenir. İdeolojilerin özünden, yapısından şekli, şekilciliği çıkarmak mümkün değildir.
Siyasal biçimlendirmelerde, devlet organizasyonlarında da aynı konu geçerlidir. Siyasal biçimlenmelerin, devlet organizasyonlarının, temel ilkeleri, yasaları “kanunları”, kanunları uygulamaya yönelik, tüzük, yönetmelik gibi, kanunların nasıl şeklen hayata yansıyacağını, hayatta var kılınacağını belirleyen yapısı vardır. Günümüzde hangi hukukçuya sorarsanız, tüzüğü, yönetmeliği çıkarılmamış yasanın havada kalacağıdır. Zira şeklen yeryüzüne inmeyen hiçbir yasa, ütopya olmadan kurtulamaz. Günümüzde her yasanın, usul yasası da mevcuttur. Mesela, ceza yasaları hemen ekinde ceza ve muhakeme usulü… Vergi yasaları hemen ekinde, vergi usul kanunu gibi…
Edebiyatın açılımları, şiir, hikâye, roman, destan, makale, risale, deneme, kitap çalışması gibi ne olursa olsun, edebiyatın bütün kollarında, yine şekilciliğin temel olduğunu görürüz. Saydığım bütün farklı edebiyat kollarını birbirinden ayıran özlerinin yanında, onların şekilsel yapılarıdır. Şiir de bile, farklı şekillenmelerle farklı şiir tarzları oluşturulmuştur.
Sanat kolları olan, müzik, resim, heykel vs. gibi bütün kollarda yine, ilke, kural, hedef ve metot yani “şekillendirme”, semboller esastır.
Ön yargılardan uzak konulara bakıldığında, yaşamın şekillerden ayrı olmadığı görülecektir. Yaşamın şekillerle, yani “sembollerle” yaşanması, yaşamın temel unsurlarından biri olan diriliktir. Dirilik, fiili “eylemi” ortaya çıkarır. Cansızlık, yani ölümlülük, eylemi “şekilleri” ortadan kaldırır. Ama yine de tek şekli kaldıramaz. Zira sabitlikte kendi başına bir şekildir. Yani semboldür.
Sembol, “Duyularla ifade edilemeyen bir şeyi belirten somut nesne veya işaret, âlem, remiz, rumuz, timsal” (TDK) olarak tarif edilir.
Şekil (isim Arapça) kelime anlamı; İsim, biçim, bir konuyu açıklamaya yarayan resim veya çizim, davranış biçimi, tutum, yol, tarz, bir kavramın, düşüncenin, olayın veya işin değişik oluş biçimi, toplumsal bir bütünün kuruluş biçimi, "Yönetim şekli” ve anlatım biçim, edebiyat biçimi, matematikte varlıkların gösterilmesine yarayan resim, geometrik şekil olarak tanımlanır. (TDK)
İnsan, doğadaki varlıklar, yeryüzü, gökyüzü ve varlıkların hareketlerini belirleme, sembollerle “şekillerle” tanımlanır. Bütün tanımlamalar, insanın, doğanın, varlıkların, yeryüzünün, gökyüzünün görüntü ve şekillerine yöneliktir.
Konunun bu uzantısı, dilleri oluşturur. Her dilin sembollerden “şekillerden” oluştuğunu görmekteyiz. Hakeza yazı ve uzantısı okuma kavramı “şekillerin” insan beynindeki algılarıdır.
Allah kitabında “insana yazmayı öğretti” derken, insana kendini, doğayı ifade etmeyi öğretti anlamındadır. İnsan kendini, doğayı şekillerle ifade ediyor.
Allah kitabında “insana oku” derken, kendini, doğayı, yaratanı anlamayı emrediyor. Kendini, doğayı yazan insan, okumayı da başarabilir.
Fiil “eylem” “amel” olarak tanımladığımız her şey, insana dair şekillerdir. Yani insanların eylemleri görsel şekiller üzerindedir. Dolayısıyla insan davranışlarına konulacak her türlü kuralın, yasanın, tanımın temeli şekli tanımlamak, sınırlamak, geliştirmek, sabitlemektir.
Onun için, “şekilciliğe karşıyız” gibi, işin özünden kopuk yargı, semboller yani “şekiller” konusunun insan hayatındaki öneminin kavranmadığının göstergesidir.
Yaşam “hayat” dikkatle gözlendiğinde, yaşamı var kılan şey “semboller” yani şekillerdir. Zaten varlık âlemi şekillerle kendini insana algılatmaktadır.
Yaşamdan “sembolleri” yani şekilleri kaldırdığınızda, yaşamı görmeyiz, yaşam yok olur.
O zaman şekilcilik tartışmasında yapılmak istenen nedir? Sorgusunun olması muhtemelen cevapları için,
- Yaşam şekillerden ibarettir.
- Dinler, ideolojiler, siyasal biçimlenmeler, devlet düzenleri, sanat ve edebiyat kolları, yaşamdaki şekilleri, ilkelerine, kurallarına, hedefine göre “metotlaştırmayı” yani şekillendirmeyi amaçlar.
- İnsanlar amacın dışında, metotları yaşama aktardığında konu özünden sapmıştır.
- Şekilcilik felsefesi, amacın dışına çıkan eylemlerin, asıldan farklı yaşam biçimi oluşturmadır.
Konuya İslam ve Müslümanlar açısından baktığımızda,
Allah’ın kanunları “yasaları” “farzlar, haramlar, helaller”, resulün örneklediği biçimde “sünnetle” insanın hayatını şekillendirmelidir.
Müslümanlar Allah’ın kurallarına uyarak şekillendirdikleri hayata kendi özlerinde, “ihlâsı” samimiyeti, yani özü, “ruhu” katacaklardır. İçine ihlâs katılmayan hiçbir eylem “amel” dinin ilkesine, hedefine “amacına” uygun değildir. Uygunsuzluk sapma, sapkınlık, fahşa yani “azgınlık, sınır aşımı” tuğyan “isyankârlık” olarak nitelendirilir.
Müslümanların tarihinde, Allah’ın gönderdiği kuralların hayatta var kılınması serüveninde aşağıdaki gelişmeler yaşanmıştır.
- Kurallar, yaşamın sembollerine “şekillerine” doğru anlamlar katarak, farz, haram, helal çizgilerinin olumlu biçimde insanın, toplumun yaşamında var kılınması gerçekleşmiştir.
- İlk farklılaşma, dinin ilkesi ve ihlâsı ortadan kalkarak, sadece kuralların uygulama şekilleri kalmıştır.
- İnsanlar, toplumlar, kendi kültürlerinden, geleneklerinden, tarihinden gelen yaşam kurallarını, din kurallarıyla birleştirerek, ortaya din adına yaşanan ama dinden kaynaklanmayan farklı bir yaşam çıkarmıştır.
- Zaman içinde yaşama eklenen ama Allah’ın gönderdiği bilgi ve kurallarla oluşturulmayan yaşam kuralları din adına egemen kılınmıştır.
- Sonuçta, din adına Allah’ın kurallarından yüzde kaçı hayata hâkimdir sorgusunda, “neredeyse hiç” sözü günümüzün gerçeğidir.
- Günümüzde uygulanan Allah’ın kurallarının, ihlâstan “samimiyetten”, özden “vahyin ruhundan” yoksun olduğu gerçeği, genel yargıdır.
Bütün bu gelişmeler, şekilcilik, modernleşme tartışmasında olumsuz değişim olarak ele alınır.
Müslümanların tarihinde şekilcilik üzerine en çok tartışılan konulardan biri kılık kıyafettir.
Kadınların ve erkeklerin, hangi ortamlarda vücutlarını neresine kadar gösterebileceklerini belirleyen tesettür kavramına, giyinme biçimlerinin, yani “kılık kıyafet modasının” girip girmeyeceğidir. Arap geleneklerine göre, giyinme, oturma, kalkma, yeme içme, tıraş olma biçimlendirmelerinin din olduğu, olmadığı tartışması şekilcilik kavramının insanları nasıl etkilediğini göstermektedir.
Günümüzde Müslümanların çoğu, hatta dünyanın çoğu, batı tipi yaşam gerekleri olan, giyinme, oturma, kalkma, yeme, içme, kılık kıyafet modasının etkisinde kalmışlardır. Bu etkiyi, sapma, modernleşme, şekilciliğe karşı çıkma gibi düşüncelerle karşılayanlar vardır.
Müslümanlar “Allah’ın vasat (orta) ümmetsiniz”, aşırıya gitmezsiniz, uçlarda bulunmazsınız ifadeleri unutulmuştur.
Modernleşme; gelişme, çağdaşlaşma kavramlarıyla, “şekilciliğe, gericiliğe, muhafazakârlığa” karşı çıkıyoruz anlayışıyla, batı tipi yaşam tarzının kurallarına uymayı düşünerek bir uç yaratmıştır.
Bunun karşısında ise, bazı Müslümanlar, dine sahip çıkma adı altında, Arap örflerini, kılığını, kıyafetimi, yaşama biçimlerini din olarak algılayarak, diğer ucu yaratmışlardır.
Günümüzde Müslümanların vasatlığı Kur’an-daki vasat kavramı değil, doğuya ve batıya ilgisizliktir. Veya her konuda cahil olup, sadece ekmek kavgası peşindedir.
Kısaca, yaşam ancak sembollerle “şekillerle” yaşanır.
Allah insanların şekillerle yaşadığı hayata, vahiyle “ilke, kural, hedef ve metot” belirler.
Müslümanlar hidayet ettiği ilkeye bağlı olarak, Allah’ın egemenliğini, Allah’ın kurallarını, resulünün örneklediği metoda “sünnete” uygun hayatında şekillendirerek gerçekleştirir.
Müslümanların dün ve bugünkü en büyük sorunu, “sünnet” metot olarak algıladığı kültürün, hangisinin gerçekten Allah’ın dinene ait bir yaşam, hangisinin Arap kültüründen kaynaklandığını ayıramamasından kaynaklanır.
Böylece Müslümanların yaşamında Arap kültürü, gelenekleri, İslam olarak şekillenir.
Allah gönderdiği vahiylerin özüne aykırı yaşamı, “sapma” “şirk” “ehli kitaplaşma” olarak tanımlar.
Müslümanlar Allah’tan gelen bilgileri kavrayarak, inançları ölçüsünde yaşamı doğru şekiller üzerine oturtacaktır.
Şekilsiz olmayan yaşam, inançların ruhuyla, yaratılışa uygun hale gelecektir.
Aksi ise, özlerin değil, şekillerin insana din olacağıdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.