- 528 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Sen Kalsan
Uçuşup duruyorlar yine. Karanlıklar yırtılıyor kanat vuruşlarıyla. Çimen kokuları yükseliyor en yukarılara… Onların kanatlarındaki rüzgar her şey gibi ürpertiyor çimenleri de. Yürekli insanların kalp atışları başka bir gümbürtü uyandırır çünkü bu tekdüze atan, yorgun düşmüş kalpler arasında. “Onlar geldi” deriz her şeyin tıpatıp aynı göründüğü, değişmez bir yazgıya kilitli o bomboş alana bakıp dururken.
Hissederiz, yolun görünmeyen bir noktasında onlardan biri gürültüye boğmakta adımlarıyla kaldırımları. Düşkün birinin elinden tutmakta kocaman elleriyle… Onların oralarda bir yerde nefes aldığını bilmek bile yeter, çektiğimiz havayı daha bir sahiplenmemize. Onların nefeslerini saklamak için çorak topraklara dönen içimizde, daha derin soluklar almaya başlarız. Sanki dünyayı içimize alacakmış gibi…
Sonra utanırız birden aynadaki yüzümüzden… “Hiç dünya dolmadı içime” diye serzenişte bulunurken kendimize, küçücük bir oda keşfederiz derinlerimizde. Kimseyi sığdıramadığımız minicik bir aralık… Onların yüzlerine dağları, denizleri getiren o enginliğin zerresinin hüküm sürmesine izin vermeyen yüzlerimizde…
Ben öyle birini tanıdım işte! Öyle büyük elleri… Yüzünde dağlardan gelen o farklı rüzgar… Tepelerde bir noktadan bakan gözleri… Yanımda da olsa hep yukarılarda kalan başıyla, bulutlu saçları hep benden çok uzak diyarlara kaçırırken bir parçasını, ben sıkı sıkı tutmaya çalışıyordum bana kalan o azıcık parçayı. Şefkatli elleri hemen hissediyordu ellerimdeki o yürek çırpıntısını. Bu yüzden saçları karışsa da bulutlara, onu gitmeye zorlayan o tepedeki adam “başkaları da var” diye çekiştirse de ellerinden, hiç kaçırmıyordu ellerini.
O insanların içindeki en yalnız, en şefkatine muhtaç bir beni görüyordu belki de, kimbilir! Bu yüzden hiç “bırak” diye sızlanmıyordu gözleri. Başkalarını göreceği bir an gelecekti mutlaka, ikimiz de biliyorduk. Ama o an bu an değildi. Yüzümdeki o boynu bükük gülüş kaldırmalıydı başını düştüğü o yerden önce. Tam bir gülümsemeye benzemeliydi. İşte ancak o zaman kanatlar çırpmaya başlayacaktı karanlıklarda. Başkalarına doğru uçmak üzere…
“Acımadan sevemez misin beni?!” dedim bir gün. “İlle de böyle küskün mü bakmalıyım dünyaya, yanındayken?”
O bulutlu başını daha da yaklaştırarak göğe, uzun uzun seyretti yüzümü. Ciddiyetimden emin olmak ister gibi… “Peki sen sevebilir misin beni, ben hep yanında kalsam böyle? Hep burada olacağımdan adın kadar emin olsan… Sıkı sıkı tutman gerekmese ellerimi… Yardımıma ihtiyaç duyan insanlara sonsuza dek dönsem sırtımı…Yüzümden, ellerimden usul usul çekilseler, peşleri sıra diğer şeyleri de sürükleyerek… Hayata dair bir sen kalsan yalnız yüzümde…”
Bir daha bir kez bile sormadım o soruyu. Gerçek gülüşlerin yüzümde çiçekler açtırdığı o günlerden birinde, solgun gülüşlü yüzlere güneşler götürmek üzere ellerini ellerimden çekip aldığı o anda bile… Ve birilerinin karanlıklarını yırtmak üzere yeniden kanat çırpmaya başladığında yüreği…