TARİH'TEN KURU BİR YAPRAK !
Bu gün bizim oranın kurtuluşu, şehir süslendi, çocuklar törene hazır, üniformalar jilet gibi. Birazdan tören alayı ilçenin en büyük caddesinden önde bando takımı ve bayraklarla geçecek.
Annem üzerimi düzeltip, baştan aşağıya süzdü beni. Boyum kısa olduğundan kesik bir baş hareketiyle "baştan aşağıya" denetlenmiş oldum.
"Yakıştı oğluma" dedi Ankara’da yaptırdığım subay elbisesinin yakalarını tekrar düzeltirken.
Babam şapkayı düzeltti.
Elini başına götürüp "bak böyle selam vereceksin" dedi.
Peki, ben kime selam vereceğim.
Elif’e selam versem olur mu?
"Olmaz" dedi babam,"Bu ayakkabılarla olmaz! Hemen bir boya sürmeliyiz" dedi ve dolabından getirdiği boya takımıyla siyah ayakkabılarımı boyatıp, parmaklarına sardığı bez ile cilaladı ve fırça ile parlattı.
Annemin eski kadife eteğinin parçası ile de hızlı hızlı sürüp, gısgıcır yaptı.
Jale’ye selam versem olur mu?
Caner de selam ister.
Ona bakarsan Mustafa da Metin de selamı hak ediyor.
Sabah ile terzinin yolunu tutuyoruz, babam elimi sıkıca kavramış. Annem çıkmadan sıkıca tembihleyip “aman birden araba yoluna fırlar” demiş bir de “çocuğu sağ elinle tut”,önce anlamadım sonra benim gibi anlamamış olan babamın “Niye sağ elle?” diye asabi bir nidayla sorusuna annemin “yol tarafından götürme, araba çarpar” izahıyla anladım ki annemin normal vehimlerinden bir esinti sadece.
Terzide bir saat süren siyasi muhabbetin neticesinde mutabakat sağlanıyor ve uzunca bir listeden müteşekkil ülkeyi SSCB’nin peyk’i yapmak isteyen “Komünistler” asılarak memleket “Muhteşem Süleyman” a teslim ediliyor.
Bu arada Terzi İsmail Köse amca bey’in de gönlü Alparslan Türkeş’e başbakan yardımcılığı, milli eğitim ve iç işleri bakanlığı verilerek alınıyor.
Buhar kokulu dükkânın köşesinde bir kurt resmi ve yanında sinirli bir adam var.”Bu kim?” diye soruma memnun olmuyor terzi.
“Nasıl tanımazsın kerata” diyor. “Bu yüce başbuğ Alparslan Türkeş”
Nerdeyse ağlayacağım, yüce başbuğu tanımadığım için babam da “yazıklar olsun!” bakışları fırlatıyor benden yana.
Ve yirmi dakika bana başbuğ’u anlatıyor terzi İsmail amca. O kadar mübarek bir zat olduğuna göre “Sahabe kiram mı?” diye soruyorum.
Babam yerin dibine girmek için ayaklarını vuruyor.
Terziden çıkıyoruz. Büyük kabahat işlediğimi fark ediyorum. Belli ki başbuğ Sahabeden de büyük. Kızdığına göre terzi amca.
İlkokul dördüncü sınıfta olmama rağmen şimdiye kadar hiç sahabe fotoğrafı görmemiştim. Lise yıllarımızda Karl Marx’ın uzun kıvırcık sakallarını gösterip “Hacı Karl Marx” dediğimiz zaman bizi sınıftan kovan din dersi öğretmenimizin “fotoğraf haramdır” izahıyla meseleyi çözmüş oluyorum.
“Vesikalık da haram mı?” diye sorduğum için tekrar dersten atılıyorum. İki tokat teşvik ile okul dışındaki büfede çay simit ve bir dal sigara bir lira tarifesinden faydalanıyorum.
Elbiseler şahane. Bütün kızlar bana bakıyor. Askerler yanımdan geçerken selam veriyor, gülüşüyorlar.
Ben de aynı ciddiyet ile selamlarını alıp bir de göz kırpıyorum. Tekrar gülüyorlar.
Birkaç gün sonra 23 Nisan bayramı kutlanacak. Diğerlerinden daha çok seviyorum bu bayramı. On kasım gibi tükürüklerimizi gözlerimize sürmek zorunda kalmıyoruz.
Şiir okumayı seviyorum. Herkes alkışlıyor.
“Aferin” diyor okul müdürümüz Faik Şişman. Başımı okşuyor.
Onu da çok seviyorum.
Adamlar “bu o şiir okuyan asker elbiseli çocuk değil mi?” diyor pazarda alışveriş yaparken.
Hoşuma gidiyor.
Annem telefonla teyzeme haber veriyor nasıl şiir okuduğumu, anlatıyor da anlatıyor.
Ben i mutfakta köy çileği ile yapılan reçeli ekmeğin üzerine sürüp yerken onu dinliyorum.
Çilek çok güzel kokuyor. İstanbul’un kocaman çilekleri gibi tatsız, yavan değil.
Şiiri de güzel okudum, herkes alkışladı yine.
Okul Müdürümüz Faik Şişman “Aferin, çok güzel okudun” dedi, başımı okşayarak.
Sonra belediye binasını işgal eden düşmanları öldürüp oraya bayrağımızı astılar. Bizden de beş altı asker şehit oldu. Üzerlerine bayrak astılar. Kalabalıktan biri silahını çekip binanın üzerindeki gâvur askerlerine mermi sıktı. Gülden’in ağabeyi az kalsın vurulacaktı.” Adam heyecanlanmış” dedi babam.
Dayanamamış belediye binasında düşman bayrağını görünce, bizim askerlerden biri de naylon torbadaki kırmızı boyayı elbisesine döküp “Ah, yandım anam!” diyerek ayaklarının dibine düşünce yaşlı amca belindeki “Takarov” marka silahı çekip basmış tetiğe.
Polis önce yakalamış, fakat “Ankara’dan gelen telsiz emriyle” serbest bırakmışlar.”Başbakan Demirel bizzat alakadar olmuş” dedi babam.
Nerden duyduysa hemen “Bu milli heyecan ve hassasiyet var oldukça vatan bölünmez” gibi bir şeyler söylemiş.
O da sahabeden galiba, çok bahsediyorlar adından. Babama sordum, güldü sadece kızmadı bu sefer.
Dedem bize geldi. Kalın kaşları ve bal kutusu var. Bir de köyden armut getiriyor, bazen.
Ben daha yeni tanışıyorum dedemle. Çok sevdim. Benim de dedem olması çok güzel.
Köyümün olması, büyük ve kalın
Yaşlı, ter kokulu ailem var.
Benim de atalarım, dedelerim olduğunu duymak çok hoş.
Şimdiye kadar yalnız hissediyordum kendimi.
Deme okulumu soruyor “Orda” diyorum.
Bana “yerini sormadım, dersler nasıl?” diyor.
Eski karnelerimi getiriyorum. O yokken aldığım karneleri, bakıyor.
“Aferin” diyor.
Bizim askerlerimizin nasıl şehit olduğunu anlatıyorum. Belediye binasının üzerindeki düşmanı nasıl öldürüp vatanı kurtardıklarını, gülüyor.
“Bizim şehitliğimiz nerde ?” diye soruyorum dedeme.
“Yok ki” diyor.
O kadar asker şehit olur da şehitlik olmaz mı?
“Bu havalide hiç harp olmadı oğul” diyor. Gâvur buradan giderken bu ahali ”Gitme!” diye yalvardı.
Rusya’da Çar Lenin adlı asiye karşı koymak için buradaki kuvvetleri geri çekti. Bize karışmazlardı. Sigara verirler, hastalara ilaç verirlerdi. Aha o esi, caminin orda Rus askeri sandalyede oturur, üzeri bezle örtülü koca bir taş şekerden “Hastam var” diyene bir parça keser verirdi. Bu sahil yollarındaki tüneller de onların eseri.
Babam kızdı.
“Baba çocuğa öyle şeyler öğretme, milli tarihimizi anlat” dedi.
Dedem anlamadı “Milli tarih bilmem ben gördüğümü anlattım” dedi.
Bir de “Çerkez Ethem hain değil idi” dedi.
Kalktı gitti.
YORUMLAR
Vay beeee.
O askeri kıyafetlerin bire bir aynısı kıyafetlerimiz sayesinde hain düşmanları ne de bir korkuturduk. Hani yürüdük ya törenlerde..Nasıldı o bakayım? '' Başlar ileri kıçlar geri, göğüs içe çekilecek, nefes ağızdan değil başka bir taraftan alınıp verilecek...''
Tabii ki düşmanların bütün derdi de bu memlekette ne gibi aslanların yetiştiği olduğu için gelir seyreylerlerdi bizim raptiye rap rap, zaptiye zap zap replerimizi ve '' Ulan bu heriflerin veletleri böyleyse ağa babaları nasıl olur..Moku yemişiz valla'' Diye korkudan tir tir titrerler, uykuları kaçardı gariplerin.
En berbatı da '' Benim kafaya uygun şapka bulamazdık anasını satayım. Koskoca Erzurum'da girmediğimiz mağaza kalmazdı ille velakin bu kelle-i şerife münasip ve de mütenasip bir şapka bulunamazdı.
Bu arada söyleyeyim..Deden çok çok haklı. 1915te de benzeri oldu. Sarıkamışta 90 bin asker donarak öldü. Hayatta kalabilenler ise '' Allah Rızası için bir tas sıcak çorba'' Diye dizleri üstünde Rus Askerlerine yalvaranlardı...Dedeler milli tarihi bilmezler...Onlar gördüklerini anlatırlar...Ama maalesef gerçek tarih onların anlattıkları olmakla beraber kitaplar yazmaz bunları.
Keşke daha sık yapsak bu tarihten kuru yaprakları.
Ellerine sağlık.
Selam ve sevgilerimle.
alparsalan türkeşin olduğu yerde kadayıf olmayınca aklıma hemen geldi
yazar
sanırım milli görüşü
milli sanayii ret ediyor
hele marksı öğrenip asker elbisesi giymesi
acaba ülkemizin mecburiyetlerinden biri miydi
aklım 80li yıllara gitti
ve
geldiğimde televizyonda
erdoğan konuşuyordu
nasıl geçirdik diye
tebriklerimle
yeri geldi hüzünlendim
yeri geldi güldüm...