- 684 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Günün Zihnimi Paramparça Etmesine Tanıklık Ediyordum...
-Sabah-
Kimliğini kaybetmiş bir uyanma. İğrenç. Ağzımda, seksen yaşında bir adamın ağzının tadı. -İyi bilirim! Olacak iş değil.- Dereceli açıyla kalkma. Of! Bu ayak benim mi? Hissetmiyorum üstelik. -En iyisi kalk! Hem, bak, tuvalet yakın- Ayağımın mesai saati. Ehemmiyetli. Ağır adımlar, oturma odasının camından sızan güneş, yapma n’olur. Hem, olacak iş değil, budala sabah.
-tuvalette uzvum ile olan imtihanım-
Bu da ne? Benimle birlikte uyandığına yemin edebilirim! Haydi, işe oğlum. Hem, sıkı bir pipi, sabah tazyikli işeyen pipidir. -Öyle değil mi?- Her sabah ellerimi sabunla yıkarım. Uyurken herkes kendini taciz eder.
Üstelik kaşınırız biz. Hayvanlar da öyle, düpedüz. -Sen hiç kaşınan zürafa gördün mü sahi?- Islak ellerimi boynumda gezdiriyorum, seksin diğer alt başlığı. Havluyu kullanmayacağım, pis kokuyor, niyeyse. Kapının arkasındaki bornozlara kurunacağım. -Kurunmak?- Işığı elimin tersiyle kapayıp, ışık haznesinin yoğun çığlıklar attığı salona yürüyorum. -SİKTİR- Balkon kapısını açıyorum. -Açtım- Günaydın eviddâ! Günaydın sakallı amca! Günaydın kuşlar! Günaydın Hezârfen! Dön geri, bok var… Salondan çıkacakken eğilip topuğumu kaşıyorum. -BURADA YALAN SÖYLÜYORUM. NE GEREK VAR SAHİ? TOPUK!-
Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı.. -Okula giderken de mi?- (üzgünüm) Apartmandan çıkıyorum, gözlerim kısık, küfrediyorum. (İçimden sabahları hep küfrederim. Bu küçüklüğümden beri böyledir. Yeni küfürler öğrendikçe, yeni sabahlara, yeni küfürler etmişliğim çok meşhurdur üstelik) Aynı tipler, görseniz nasıl donuk, nasıl imitasyonlar. Alıp satmak istiyorum hem de zararına! Ne kaybederim, sürüm! Yine aynı kadın, ona bakarak gülümsüyorum, deli sanacak. -Sandı- İğrenç bakıyor yüzüme, yüzümde ne var? İki avuç sakal. Hepsi bu. Yüzümde gördüğü başka bir şey var. Bir buğday saflığı. Hayır, hayır! - Kendimi kandırmam yersiz değil mi?- Yüzümden, gözlerimden, uzun saçlarımdan ve uzunca sakallarımdan nefret ediyor bu orospu! Ben Orta Asya Türk’üyüm. Geçip gitti, unut. Hayatından geçip gidenleri, ertesi günü hatırlamıyorsun. Bugüne dek milyonlar gördüm, çok zenginim. -Pardon, paralı. Yusuf Atılgan’ı unutmamalı.- (”milyonlar gördüm” insanlar’dan bahsediyorum elbet.)
Okuldayım. Koca bir boşluk. Harikulade geçti. İzninizle geçiyorum… (Büyük bir yalancıyım, niçin bunu yazdım? İğrenç geçti, budala, orospu çocukları, aptalca. Daha ne diyebilirim? Nasıl anlatacağım? Boş ver…)
Otobüsteyim, yanımdaki karının omzu omzumda, boş ver. -İmkansız- Çantasında koca bir yakut var gibi. -boş kalabalık- Etrafımda düşünen insanlar. (Düşünceden korkarım) Ters oturuyorum. Evet, işte, bu da oldu, ters gidiyorum. Olacak iş değil. Midem. Ya, bulanırsa, bulandı. Midem bulanıyor. Ölecek gibiyim. Gözlerim kararıyor. Anlamazsınız işte, kahroluyorum. -Bana bakma- (Bir kız bana bakıyor. Nefretini hissediyorum. Şıllığın teki, biliyorum.) Biraz daha dayanamam, yapamam. Uzun yolculuklarda annemin nasihatları. Neydi? Derin derin nefes al. -Daha çok midem bulandı- Olmuyor, dayanamayacağım. Anlatamıyorum da, BANA ARTIK ÖYLE BAKMA, NEFRET EDİYORUM SENDEN! (Tanımadığım o kız, çok aşağılık bakıyor. Dünyada ikimiz kalsak, yine onun bacaklarını öpeceğini sanmıyorum. Pis bakan bir kadının, bacakları güzel olamaz.) İniyorum otobüsten, arkadaşlarımın haberi yok. Farkına vardıklarında ya ararlar, ya aramazlar. –umurumda değil- (telefonu kapalı) Arkada annemin iş yeri var, uğramak istemiyorum. Midem fena halde kötü. Bir küfür daha edeyim, güneş tepemde. Otobüs geldi, aaaah! Ayağım. Acemi ayağım, sakat ayağım. Budala! (Ayağını burkup, durağın arkasında kaldırımdan düşüyorum. Elimle durağın camına vuruyorum. Herkes bana bakıyor, ben korkuyorum. Ama onlar da korktu! -Piç herifler- Utancımdan kendimi bıçaklamak istiyorum. Güneş zaten tepemde, sıcak kanla birlikte, ölü deve leşini anımsatacağım) Biniyorum, yer yok! -E, madem niye bindin- Ayaktayım, işemek istiyorum. -Orta kapıya işesem n’olur?- Kadın kalktı, oturdum. -Kadın kalktığı yere baktı- Ne o? Niye baktın? Senin o güzel poponun üstüne oturamaz mıyım? Çırılçıplak olsan o popona bakmayacağıma yemin ederim! -YALANDAN KİM ÖLMÜŞ. O KADAR ŞAHANE BİR POPO Kİ BU, OTUZBİR ÇEKMEK İÇİN BAHANEN HAZIR-
Bacak bacak üstüne atmalıyım. -Attım-
Ayağınızı çeker misiniz? Montumu pisletiyorsunuz!
-Hee?
-Montum, ayağınız..
-Yüzüne bile bakmıyorum. Çıldırıyor o. çocuğu. Başka zaman olsa kibarlıktan olsa gerek, özür bile dilerim. Fakat bu adam tam bir o. çocuğu. Yüzü beni davet ediyor. Öyle bir davet ki, yüzüne tükürmek istiyorum.-
Ayağımı sallıyorum, dönüp bakıyor, görüyorum da, çaktırmıyorum. A, otomobile bak. Hmm, lay lay la la lom. -lom?-
-Hıırr… -YALAN DEĞİL, ADAM KIZIYOR. AMA ÇILDIRMAKTAN, KENDİNİ KESECEK. BUNU İSTEMEM. LÜTUFTA BULUNDUM, İSTERİM.-
Kalkıyor sakallı adam, gözlüklere bak! Elinde montu, irice ayakkapları beni dikizliyor. -Acaba tam inerken bana tekme atar mı?- Bir korku hali sardı. Bu adam bana bir şey yapacak. Ne yapabilir ki? Ben bir yıl kung-fu yaptım. (Dayanamadım ve bıraktım. Kung-Fu nedir allasen? Bilek, bilek!) Adam indi, inince gözlüğünü alnına kaldırıp, uzunca baktı. Ne var o. çocuğu? İnseydim sıkı dayak atardım! -Yapma, korktun işte. Sadece mide bulantının ve sıcağın verdiği sersemlik seni gerdi o kadar.- Ah, Kız Kulesi değil mi bu! -Tanımıyormuş gibi- Ne güzel yâr! Aklın olsa da Galata’ya varsan.. Galata mı? Hezârfen… İyi ki var, süper kahramanım. -Amerikalıların tahtasını s*keyim- İniyorum, inmişlik tadı. O da ne, deme. İnmişlik tadını bilmez misiniz, otobüsten inince? -soruyorum, cevaplayın- Yürüyorum, ellerim ceplerimde. Ne olur ki? Ellerim ceplerimde yürüyorum. Serserilik değil ya, ne var! -Orhan Veli de böyle yürürmüş.- (Dedem hiç sevmez halbuki, hep kızar elim cebim diye. Pipimi karıştırdığımı düşünüyor olabilir mi? Üstelik sadece bana değil, neyse.) Bu sokakları tanıyor olabilir misin? -Uncular lan işte- Tipe bak, o ekmeği tuttuğun ellerine çivi çakasım geliyor. Kanlı ellerini yerlere sürtesim geliyor. Kürt bu çocuk. Kürtlerde korktuğum bir bakış var. Teslim ediş var, korku. -kürtlerden korkarım- Gözümün içine biraz daha bakarsa ondan tiksindiğimi anlayacak. -Gardaş, bir sorun mu var? Evet, bir sorum var! Ananın şeyi kaç bucak? Geri gir, pek zorlanmaz- Üstelik, her kürtten böyle korkmuyordum. Aksine faşistte değildim. Çok sevdiğim kürtler var. Bugün kendimi faşist ilan ediyordum hepsi bu! Of, adamla nefret ile bakıştık. Neyse, bir daha hatırlamayacağım işte. -Bu yazıyı yazdığım için ölene dek hatırlayacağım, şiir bile yazacağım o kürte, göreceksiniz- Kahveye gireyim, şans oyunu oynarım. Perşembe günü maçlara bakıyorum şöyle, ımm, yok. Hadi çıkıyoruz oğlum! -Bugün çarşamba aptal!- Ömer abiye gideyim, ama dur, karnım aç. Kapitalizm öpsün beni, gel, hamburger ye. Kredi kartın var, he, tabii. -15 lira tuttu. Çok değil mi? Çalışan kızın bacaklarını hayal ettim. İğrenç. Öpsen öpülmez. Sevişemem. Ama fahişeyle birlikte olur gibi, zorunluluktan olurum. İşte bu apayrı. ( Bir fahişeyle asla birlikte olmam. Dünyama ters. İmkânı yok, olanaksız. Mümkün değil. Fahişeyle birlikte olmak için gider, sohbet ederim. Hepsi bu.) Oturdum, yedim. Sigara içicen mi? İçicen ya tabi, he. -sigara yaktım- Kafasını ezdiğime göre sigaranın, kalkayım da, kendime çay ısmarlayayım…
( Şunu anlatmak istedim, çok ikilemde kaldım. Bir kadın iki çocuk menüsü istedi, bir de bi hamburger -unuttum adını- Yanında bir çocuk vardı. Kız. Çirkince, gözlüklü. Büyüyünce çirkin olacaktı. Bacaklarını kim öpecekti? S*ktir et. Çocuk işte. Kadın kartını verdi, çekmedi aov! Kendi yemeğini iptal etti. Garibim. Önemli olan yavrusu değil mi? Dışarı çıktığımda çirkin kızın, ondan daha çirkin bir ikizi olduğunu görünce dünyam başıma yıkıldı. –Bunlarla kim sevişecek?- Hayat böyle kaba kelimelerden oluşuyor. Kavrıyorum hayatı belinden. Şeyimi hisseder mi? Pardon hayat, şeyim, şey…)
Çaycı… Of, ne kalabalık. İşsizler. Emekliler de işsiz değil mi? -Ama şimdi işsiz olma vakti- Çay ver ağabey, haydi. -Geldi çay- Güzel, keyifli çay. İçimi yumuşak, temiz, belli. -Ocakçı geldi, yeni, Adnan adı. Pek haz etmiyorum. Kendini öveceksen, kendi pipinle takla atacaksın adam!- Kitap okuyorum, çok güzel. ( Diğer çaycının terasında bir kız. Kesmem gerekiyor, düpedüz, evet. Hissetsin ki, kitaptan kafamı her kaldırdığımda onun bakışlarını yakalayabileyim. Arkadaşına da bahsetsin, bir dönüp baksınlar değil mi? Orospular. Sizi kandıracağım şimdi…) O da, ne? Bir kız! -E, n’olmuş?- Günün bu saatinde tepende güneş, bir kızın gözlerine bakmak gibi yok. O, kendini güzel hissetsin ki, biriyle seks yaparken, güven duysun. Ben sevişemem öyle herkesle. Bilen bilir. Sevişmelerimin de bir sebebi var. Vallahi. -Yalan söylemiyor. Vallahi!- (Kime inanacaksın ki?) Bak, bak, kaldır kafanı kitaptan. Çayı yudumla, sakalını avuçla şöyle, evet, yarım gözle gördün, sana doğru bakıyor. Üç deyince kaldır kafanı göğe. Üç! -Bakıyor- Ha ha ha! Orospu! Senle daha çok oyun oynardım ama, gölgeye geçip, tenha bir yerde pipimi kaşımam gerek. -gölgede kaşıdım- Gölge, esiyor. Üşüme gelmedi mi? Siktir et. Oku. -Çay geldi- Dikkatim bozuldu, kadına bak, nemrut. Anlaşılan güvercinlere simit verecek. -orospu karı!- Ufak ufak parçalıyor simitleri. Yavaş, lütfen. Bilmeli bu kadın ”hayat kısa, kuşlar uçuyor” nereden bilecek. O da ne! Kuşlar korktu, uçtu diye, ‘’aptal kuşlar’’, dedi. -Ananın şeyine geri gir, aptal kadın. Senden nefret ediyorum. Pis karı, kaltak!- Boğulurcasına kus, böğür böğür böğür! Öl oracıkta e mi! -suni teneffüs bahanesiyle seni becerecek çok!- Of, keyfim kaçtı. O ne yahu, pis pis bir çocuk bakıyor. İnsanlara bu denli pis bakamaz bir insan. Bu bakışın oluşmasındaki sebep ne? Nereden öğrendin be! -Gel, gel ananı si*keyim, gel! Benim kavgalarım, masa dağıtmışlığım çok burada. Gel de, kafanda masa kırayım. - Ne o, geliyor gibi.
-Geldi-
Dibimde belirdi piç. Ne, kavga mı? Bakışlarımdan rahatsız mı oldu? E, ben de oldum. Çay bardağı kırabilirim kafasında, anlık düşünce öfkesi.
-N’aber?
-İyi! (soğuk,kızgın, yani s*kecek gibi! Anla.)
-D.’yi gördün mü?
(Bir dakika. Ne ara tanıştım? Pardon. Yine de nefret ediyorum. Sanırım öldürmek istiyorum. Katilleri öyle iyi anlıyorum ki, şimdi çok rahat bardağı kafasında kırıp, kafasını kazıyabilirim!)
- Üç, dört saniye duraksadım. Cidden, bak. Şaşırmış olacaktı. Bugün çok şeyler yaşadım. En azından zihinen. Yetmez mi?-
-Yok, görmedim.
- Peki.
-He. -sigara yaktı-
Çocuk korktu lan. Benden mi? Ben korkunç oldum. İstemeden. Demek ki korkulacak bir şey olduğunda korkuyor insan. Böyle düşünmemiştim hiç. Verimli saatler, umurumda değil. Şiir yazmalıydım şuracıkta. -Yazamadım-
Eve gideceğim. Çok sıkıldım. -Açıkçası yazmaktan da. Ah, düz yazı-
Mahalle…
Bok gibi bir mahalle. Çalışma var. Toz toprak, s*kik. -berbat halde demliydim, özür dilerim- Ayakkaplarım hep çamur, toprak, pis. -OTOBÜSTEKİ ADAM HAKLI MIYDI? HİÇ BÖYLE DÜŞÜNMEDİM Kİ!- Sebahat teyze camda. Ne diyecek kim bilir?
-Nasılsın Sebahat teyze?
-İyi oğlum, görüyorsun. Gürültüden evin içinde… (Sus, söyleme. Ben duymuyorum ki, sen anlat istersen. İş makinasına bakıyorum ben. Bunu da insan icat etti. Ne acayip. Sebahat teyzeyi de tanrı. Aradaki fark? Neyse…)
-Doğru, doğru. Ne yapacaksın işte Sebahat teyze… (Öylece bakıyorum kısık gözle çalışmaya, güzelim işçiler. Ne güzel şey emek! Merhaba! Ben Kapitalist Komünist!)
-Ben şimdi sana ekmek aldıracağım, ekmek almanı isteyeceğim oğlum.
-(Amenna kadın. Sana ekmek alırım. İlk okulda annem ahyânen bir yerlere gider, gecikirdi bir saat kadar. Sana gelirdim, evde kimse olmazdı. ”Galetalar duruyor mu Sebahat teyze”, diyemedim. O kadın benim her halimi gördü. Tıraşlı, saçlı, sakallı. Berduş, sarhoş, serseri, yakışıklı, hoş, komik, üzgün. En önemlisi yağmurlu. O kadın beni ıslak da gördü. -N’aber?- Ah, Alaattin amca. Resmen yoksun. Terkediş, gidiş. ÖLDÜN SEN! Hem de yeni, geçen sene. Hemen hemen bu zamanlar. Bu kadın koca kışı ve yazı sensiz geçirdi. Acaba ne zaman ölecek? Senin cenazene geleceğim Sebahat teyze. Çünkü geçen sene ayağım sakattı. Hatırla. Nasıl hatırlayacaksın ki, boş ver. Ruhun şâd olsun be Alaattin amca. Yutkunamama sebebimsin bak. Mekanın cennet… Öyle…)
-Al, Sebahat teyzeciğim.
-Sağ ol, yavrum.
-Ne demek. Allahaısmarladık… (Belki yarın sabah olmayacak o da. Ne malum? Ölüm işte, namussuz!)
Ev… Herkesin evinin bir kokusu vardır. Nasıl da tanıdık. Aynı yatakta göğsüne sokulduğun kadın gibi. Başka başka be!
-Uykum geldi-
Tuğba’nın resimlerine bakayım da, öyle uyuyayım. Bu kıza sahi âşık oldum. Haberi olmasa da birlikteyiz. Her gün çay içiyoruz. Arada rakı da içiyoruz hafta sonu Kanatçı Sedo’da. O dans ettikçe ben rakı sofrasından kalkıp, namaza yetişecek gibi oluyorum. Gözlerimden atlı ordusu damlıyor arada, garip! Tuğba’nın resmine aşığım. Tıpkı Boyacı Halil gibi. Kabataş’ta onu saatlerce çay içerek beklediğim bir günü hatırladım. Lanet olsun! ( O gün; az daha Mustafa Kâmil Gerçeker’in benim yüzümden ‘’çayı terketmesi’’ gibi çayı terkedecek gibi olmuştum. Gök Tanrı’ya şükürler olsun böyle zırva bir şey olmadı.)
Uyuyayım.
Esenle…
”Bir günün yaşattığı”
*Yazının özgün halini paylaşmak isterdim; fakat düzenlemeler yapmak zorunda kaldım. Ağzı çokça bozuk, çokça çirkin, çokça iğrenç bir yazı bu. Düşünün daha da iğrenç ve aşağılıktı. Ama hissettiklerim ve yaşadıklarım daha da aşağılık. Bir günün zihnimi paramparça etmesine tanıklık ediyordum işte. Hepsi bu!
ZÜRAFA ADAM
Ali Polat PIRLANT
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.