- 389 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Bulduğunu Bildiğine Vermek
Bulduğunu Bildiğine Vermek
Evren ve Hiçlik Felsefesi konuda yazmak aklıma geldiğinde annemin, babama veya bize kızdığında söylediği meşhur sözü kulaklarımda çınladı! “Bulduğunu, bildiğine veriyorsun!”
İnsan kendini bir şeyi ararken belirlenmiş hedefe zorlamasa zaten o şeyi bulacak zorlayınca başka şey bulup onu ilahlaştırıyor! Bu nedenle “La ilahe illallah” (İlah yok Allah var) demeden yazıya başlamak bile istemiyorum! İnsan, öğrendiğini, ezberini veya bilincini desteklemek için çabalar! Bu nedenle bulduğu delilleri, bildiklerine yamayarak kendini tatmin eder!
Kuranda, Araf ;191 “Hiçbir şeyi yaratamayan, kendileri yaratılan şeyleri Allah’a ortak mı koşuyorlar?” kuran.diyanet.gov.tr/Kuran.aspx#7:191
“Her şeyi bir yaratan var!” diyen; yaratanı, kim yarattı konusunda; yaratanın önce kendisini(yaratanı) yarattığını kabul etmek zorundadır! Bu çıkış noktası! Yaratan, kendini yaratıyor! Bu noktada bulunan, bilinene verilir! Başka durumlar var mıdır? Bilinse, bulunan oraya da verilirdi! Hiçlik konusunda çok ahkam kesilir! Herkesin hiçlik algısı farklı olmalı zaten. Hiçlik algılanabilir mi? Algılansa bile tarif edilebilir mi?! Tarif edildiğinde hiçlik kalmaz! Ben bunu bir rüyada yaşadım. Hiçliği yani! Eğer hiçlik deneyimim tamamlansa idi şu an bu yazıyı okuyor olmazdınız! Hiçlik öyle bir şey zaten ben de çok etkilendim ve uyandığımda şükrettim hiç olmadığıma. Bakın herkes hiç olma ayaklarındadır, nedeni; deneyimler eksiktir! Hiçliği azıcık deneyenler, hiç olmak istemez! Ben asla hiç olmayı istemem! Bakınız, kuranda (Meryem; 67) ne söyler; “İnsan, daha önce hiçbir şey değil iken kendisini yarattığımızı düşünmez mi?” kuran.diyanet.gov.tr/Kuran.aspx#19:67
Hiç olmayı bu manada isteyenler, netice açısından yani hiçlikten varlığa çıkma açısından hiç olduğunu söyleyebilir…
Ene-l hak konusunu da azıcık deşelim. Bir olanda şirk olmaz! “Ben Hak’ım” demek başkadır; “Hak benim” demek başka. İlkinde (Ben Hak’ım) “Ben” den vazgeçilmiş, ben Hak’a verilmiş! İkincide (Hak benim) Burada Hak’tan vazgeçilmiş Hak “Ben” e verilmiş! Bu nedenle Hallaç “Ene-l Hak” (Ben Hak) dediğinde kendisi kalkar, Hak gelir şirk olmaz! “Hak yalnız benim!” diyen ise şirke girer! Bu her konuda böyledir. Felsefi bilimsel ve dinsel alandaki bilgiler için de böyledir! “Sözüm doğrudur!” diyen diğer sözleri yok saymaz! “Doğru söz, yalnız benimki” diyen ise diğer sözleri yok sayar! Bu konuyu risalelerde okumuştum!
Felsefenin en sevdiğim yanını anlatacağım; bilim adamları evrendeki işleyişi mevcut ışık sınırında arayıp bulmaya çalışıyor! Bu ışık boyutunun sınırını bilimsel rakamlarla açıklamışlar elbet, uzayı keşfetmek için ışık hızının yeterli olmadığı da açık! Maddeyi keşfetmek için de ışık hızı yeterli değil. Parçacık hızlandırıcılardaki tespit edilemeyen karanlık madde, hani şu olması gereken ama ölçülemeyen ya da varlığının bu boyutta delili olmayan nedir? Buna bilim adamları mevcut bilim sınırını aşmaya çalışarak cevap arıyor! Bu sınırı hızlandırıcılarda aşsalar bile verileri algılama açısından ışık duvarında kalınıyor. Geleceğin bilimsel verileri ışık ötesi olmak zorunda bunu öylesine söyledim!
Bakın din adamları hep kolaycıdır! Ellerinde kutsal metinler vardır “Orta Çağ” dan kalmadır hepsi. Bu kötü bir şey değil elbet. Kötü olan şu; bu bilgileri işlerken yeni bir şey çıkarma yolunu kapamışlar! Yani yorum yaparken kendi istedikleri nakillerle yorumlarını yapıp, farklı olanları da eleme yoluna gitmişler! Bu olay halen yapılıyor… Ayrıntısını sormayın. Din adamları evrendeki her işleyişi doğal olarak Tanrı’ya verip araştırma ve bilimsel çalışmanın zorluklarından sınırlarından kaytarıyorlar! Bilim adamları mevcut bilimsel ilerlemenin sınırlarında ve boyutsal yetersizlik (Bu ışığın hız ve özelliklerinin boyutunun oluşturduğu duvardır! Zaman ve mekan duvarı) yüzünden adeta kıvranıyor!
Felsefeci açısından ne boyutsal ne de kutsal sınır olmaz! Felsefe alanına her şey girer ve felsefeci her konuda ahkam keser. Bu bilimin ışık sınırı içinde anlaşılamayabilir; dinin Orta Çağ’dan kalma kutsallarıyla da çelişebilir! Gerçek bir felsefeci asla bilgi dayatmaz! Bakın aslında gerçek bilim adamı ve gerçek din adamı da dayatmaz. O halde hali hazırda görülen din adamları ve bilim adamlarının kavgası ikisinin de cahil olanları açısından var! Yani bırakın kozlarını paylaşsınlar! Biri din dayatıyor, diğeri bilim! Birinin dayattığı nakille sınırlı, diğerinin dayattığı ışık hızıyla sınırlı! Hem entropi yüzünden evrendeki işleyiş geriye doğru ya da ileri doğru gidilerek çözümlenemiyor! "Enerjinin bir halden başka bir hale her dönüştürülüşünde ’belli bir cezanın ifa edildiğini’ söyleyen termodinamiğin ikinci yasasında bulunur. Bu ceza, gelecekte aynı türden bir işin yürütülmesi için elde edilebilir enerji miktarındaki azalmadır. Bunun için bir terim bulunmaktadır; buna entropi denilir. Entropi, artık işe dönüştürülemeyen enerji miktarının ölçümüdür." Entropi/Jeremy Rifkin&Ted Howard. Ben entropiye, “Eskime” diyorum…
Gerçek felsefeci bu nedenle dayatmaz ve akla kapı açar! Felsefecilerin açtığı kapılardan bilim ve din nefes alır! Yoksa boğulacaklar ve çaresizlik içinde biri kendini evrende zavallı, çaresiz ve önemsiz bir varlık sanacak; diğeri de kutsal eski nakillerle toplumun ensesinde boza pişirecek. Kurtarıcılar ve mehdiler, Mesihler uyduracak, itaat isteyecek! Bezdirecek, bayacak… Felsefe kapı açar ve oradan hayat gelir!
Bilimsel araştırmalarda aranan karanlık madde konusunda farazi üç görüş oluşturacağım; biri bilim adamı, diğeri din adamı, diğeri felsefeci olsun!
Bilim adamına; “Karanlık madde nedir?” soralım. “Araştırıyoruz, bulunca yayınlayacağız!” Bu gerçek bir bilim adamının cevabıdır! Şarlatan olsa bir sürü bilimsel anlaşılmaz laf eder, sayar; bilgiçlik taslar!
Din adamına sorduğumuzda kutsal kitaplardaki eski “Orta Çağ” nakillerini iyi yorumlayanlar, çok etkili cazip cevaplar verebilir. Esir maddesi gibi… Bu hakiki din adamları içindir. Şarlatan olanlar; “Allah’ her şeyi bilir, Allah’a karşı mı geliyorsun!” da diyebilir! Dikkat!
Felsefeciye soralım bu soruyu; iyi bir felsefeci biliyor ise bildiğini estetik olarak söyler, söyledikleri de kendi emek verip içselleştirdiği düşüncesinde onayladıklarıdır. Kendi gerçekleridir! Bilmiyor ise zaten o konuda konuşmaz!
Dördüncü bir grup daha vardır, bu üç gruptan bozma yavşaklar vardır; onlar felsefeci de değildir, din adamı da değildir, bilim adamı da değildir! Ama hepsinden fazla bilirler! Her konuda ahkam keserler, eski zaman filozoflarının kitaplarını ezberlemiştir onlar, dincisi, ateisti, ideolojik ilerici olanları mevcuttur. Her boy ve desende bu yavşaklardan vardır! Ha onlara bu soruyu sorarsan; “Eski zaman düşünce üstatlarından iyi mi bileceksin, eski zaman felsefecilerinden iyi mi bileceksin?” Şeklinde cevap veririler. Kendileri de bir halt bilmezler! Eski zaman yazılarını delil olarak sunarlar! Orta Çağ’da yazılmış felsefi eserleri… Uzatmayım.
Bir de bana soralım; “Karanlık madde nedir?” çünkü bu konuda yazı yazma cesaretini gösteren bu sorudan kurtulamaz! Ben yukarda yazdıklarıma ilaveten şunları söylerim;Karanlık madde sanıldığı gibi kara değil, aksine çok parlak olduğundan bu boyutta algılanamaz. Karanlık madde ile kara delik aynı değil! Kara delik, bir kütle çekimi; bilinen ışığı dahil tüm cisimleri kütlesinin gücü kadar çeker! Işık maddi boyutun sınırları yüzünden yani zaman, mekan sınırları yüzünden yetersiz kalır; evrensel algılamada. Işığın maddi çekimlere karşı bükülmesi ve emilmesi onun sınırıdır! Yani ışık tanecik ve dalga özelliğiyle maddedir ve tüm maddeler entropiye , eskimeye teslim olmak zorundadır! Nur, maddi çekime tabi olmadığından kara deliğin nuru çekmesi mümkün değil! Şuraya geleceğim; maddi boyutta işleyenler mana boyutunun da yansıması. Soyut, somuta ayna… Soyut alemde olan somutta yansır! Maddi örnekleri manayı anlamak açısından veriyorum. Şimdi soruya gelelim “Karanlık madde nedir?”
Cevabım: Bilim adamları algılayamadıkları ama olması gereken bu şeye “Karanlık madde” diyor! O halde ben de ışık ötesi bir nur, data bilgisine yani ruh, ben, ene, kün adlarıyla olması gereken ama algılanamayan bir bilginin; varlığı bilinen ama ölçülemeyen, saydığım farklı adlarla bilinen şeyin ta kendisidir O derim. Yani “Karanlık madde” olarak aranan şey aslında kün, ol, data, nur, ene, ben olarak adlandırılan evrensel etkidir!
Konuyla direk alakalı olmasa da araştırırken bulduğum bir ayet var onu da paylaşmak isterim: Nisa ;159 “Kitab ehlinden hiç kimse yoktur ki ölümünden önce, ona (İsa’ya) iman edecek olmasın. Kıyamet günü o (İsa) onların aleyhine şahit olacaktır.” kuran.diyanet.gov.tr/Kuran.aspx#4:159
Son tahlilde; insan bulduğunu bildiğine verir! Din adamları eski nakillerle sınırlanır, bilim adamları zaman, mekan boyutu ve ışığın maddi (esfel, entropi) sınırıyla sınırlanır; felsefeciler ise eğer gerçekten felsefeciyse bu sınırları aşmasını bilir!
Selametle,
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.