- 529 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİİR NEYİ DEĞİŞTİRİR?
Mustafa CEYLAN
**************************
Şiir, neyi değiştirmez ki?
Şiir, başta kendini değiştirir, kendini meydana getiren ana malzeme olan sözü; sözü meydana getiren kelimeyi değiştirir.
Şiir, değişken ve değiştirici olmasaydı, çoktan unutulanlar arasına katılır giderdi. Değişkenlik, şiirin ruhunda var. Şiiri yazan şair, şairin kalemi; ne kadar değişirse, şiir de o kadar değişir.
Hattâ, şairi renkten renge sokan şiirdir.
Öyle bir baş belâsıdır ki şiir, her yüreğe girer darmaduman eder veya her yüreği içine alır çalkalar, rüzgârıyla toz eder savurur.
Zayıfmış, uzun boyluymuş, sakalsızmış, bıyıklıymış; erkekmiş, kadınmış, gençmiş, şişmanmış, ihtiyarmış, hiç fark etmez; yeter ki insan olsun, yakaladığı herkesi ayırdımsız kendine yandıran, aşık eden şiirdir. Hayır, hayır öyle değil, yakaladığı herkese sevdalı olan şiirdir.
Vaz geçtim…
Doktormuş, öğretmenmiş, ilkokul mezunuymuş, mühendismiş, imammış, gece bekçisiymiş, işçiymiş, patronmuş, milletvekiliymiş, inançlıymış, inançsızmış; mesleği, mezhebi, inancı, dünya görüşü ne olursa olsun, hepsini bir görüp peşinden koşturan şiirdir; Hayır, hayır! Onların peşinden koşan şiirdir.
İstanbul’dan, İzmir’den, Ankara’dan şairleri alır sinesine getiriverir Antalya’ya ve Ansan’a… Bu şiirin gücüdür işte. Alır sizi, kendisini konuşasınız diye mekânınızı değiştirir, kilometrelerce öteye götürür.
Şiir neyi değiştirir diye soru sormayın bana. “Şiir neyi değiştiremez ” deyin ki, cevap vermekte zorlanayım biraz. Bana göre şiir sadece ana malzemesi olan harfleri değiştiremez. Harfleri değiştirdiğinde, bir başka dil olur, o zaman uçar gider başka ülkelere, kendi yerini, kendi tutunduğu zemini, kendi dilini değiştirir.
“Kelimelerle dans etme sanatıdır şiir” diye tarif ederler hep. Hem de dar alanda, özlü, içten, benzersiz; her kuplede uyumlu ve her şiirde bir başka iç musikiyle… Her şiirin kendi iç müziğinin olduğunu, iç musikisi olmayan şiirin “kabuk-posa” olduğunu biliyoruz. Her şiirde ayrı bir müzikalite yakalamak, değişkenlik ve değiştiriciliğin en önemli işareti değil midir?
Hele ki, her şairin ayrı bir tarzı, şaire ait yakışanın bulunması, şiirin yüzyıllara kafa tutuşu, şairi bugünden o tarzıyla bin yıllar ötesine taşımasından değil midir?
Kendini sözün ve söz sanatlarının en güzel tablosu yaptıktan sonra, insanlara ezberlettirip, kendisiyle beraber şairini de nesilden nesile dolaştıran şiir değil midir?
*
Ey Şiir!
Dünya üzerinde ne kadar ulus varsa, tamamında sen yaşıyorsun. Bütün ulusların duygu adamlarının dilindesin.
Milâttan Önce VI. Yüzyılda yaşamış olan Aisopos (Ezop) iğneleyici ve yerici bir dille, masallarla (fabl’larla) öyküler söylerdi. Delfi Tapınağı’ ndaki din görevlilerine sorduğu sorular yüzünden, din ulularınca bir uçurumdan atılarak öldürülmedi mi? Ezop’un dünyasını değiştirdin ey şiir!
Milâttan Önce I. Yüzyılda, ünlü Hint Filozofu ve yazarı Beydaba, ki Ketku adlı bir Türk’ tür- zulmüyle tanınmış hükümdar Depşelem’ i hayvan hikâyeleriyle uyarmadı mı?
Gene Milâttan Önce 106 yılında doğan Çiçero, Sezar’ ın ölümünden sonra, senatonun en güçlü adamıyken yaptığı konuşmalar içinde gizlendin. Ne oldu sonunda? İkinci Triumvirlik kurulunca Çiçero’ da ölüme mahkum olmadı mı?
Demosthenes (M.Ö 394-322) ömrü boyunca yurdu için çırpınıp, çalıştı. Yaptığı hitabetlerle savaşları durdurdu. İskender karşısında yenik düşen Atinalıları görünce M.Ö 322’ de zehir içerek canına kıyarken yanında sadece sen vardın. Sadece sen!
“Şiir kapılarına “Muse’ lerin (İlham perilerinin) sayıklanan nefeslerini almadan yaklaşarak, salt hünerle şair olabileceğini sananlar, gelişmeden uzak kalır ve sağduyu ile yazılan şiirler, ilhamdan gelen şiirlerle kusufe (güneş tutulması) uğrar’ diye”n ünlü Yunan filozofu Eflâtun (Plâton) u da unutmadın değil mi?
Hele birazcık bekle... Daha çok, çoook anlatacaklarım var.
Ey Şiir !
Yunanlı Sophokles (M.Ö 495-406) Deniz Kuvvetleri Komutanıydı.
İtalyan Tacitus Cornelus (55-118) zengin bir ailenin çocuğuydu.
İranlı Hafız Şirazi (1320- 1389) fakirdi, zavallıydı.
İrlandalı Janathan Swııfft baş rahipti.
Fransız Alfons La Martine milletvekiliydi.
İskoç Walter Scott (1771 – 1832) avukattı.
İngiliz Levis Carrol (1832-1898) matematikçiydi.
Ve ben Mustafa Ceylan makine mühendisiyim...
Bütün insanları bir kabul edip mesleğini, kimliğini, çevresini, kariyerini, geçimini düşünmeden kendi girdaplarının, kendi maceralarının arasına sürükledin... Neden? Değişmek ve değiştirmek huyundan değil mi?
Fransız Dumas Fıls (1824-1895) gayri meşru bir çocuktu. Onu da yalnız bırakmadın. Sürükledin peşinde. Bulutsu uçurumuna düşürüverdin...
Gene bir Fransız olan Pierra Charles Boudlaire’ yi içki müptelâsı yaptın.
*
Offf ki offff!
Şiir sen neyi, kimi ve ne zaman değiştireceğini, nasıl ve niçin değiştireceğini gayet iyi bilirsin…
Şiir, kadehime dolar, benimle içersin ve en gizli sırlarımı paylaşırsın. Sen varken içki mi içerim, seni mi içerim, yoksa şiir, sen beni mi içersin bilemiyorum. Sen olmazsan sığınacak limansız gemiye dönerim. Sen olmazsan yelkenleri alev alev yanan bir geminin yenik düşmüş kaptanı olur çıkarım. Sen varsın ve sen değiştiricisin, moral değerlerimi en dipten en doruğa tutar, alır, çıkarırsın… Beni, bendeki beni değiştirirsin, sen değişirsin ben o senin içinde değişirim.
*
Ey Şiir!
Sevdalıları çöllerde inim inim inlettin. Coğrafyaya hükmederek dağlarla denizlerin yerlerini değiştirdin. Sınırları kaldırdın. Tabuları yıktın, toz ettin...
Tutkuları destanlaştırdın. Batıl inanışları, gereksiz ve sonradan uydurma an’aneleri temelinden sarstın. Alaycı havanla zirveleri salladın. Top güllesinden, ateş topundan daha tehlikeli durumların oldu.
Yağlı böreği, balı yakaladığın, mutluluktan göklerin yedinci katına uçtuğun günleri hatırlatmak isterim. Bal, kaymak tasına dilini soktuğun, burcu burcu koktuğun, mısralarından asalet, güç, tantana, yücelik aktığı o tarihleri sıralayayım mı? Ne dersin?
Belki de, için bayram sabahlarına dönüşüveriyor. Hatırlaması bile güzel, öyle değil mi?
Eteklerinin zil çaldığı mevsimlerde, övgülerini yüksek makamlara yaptırdığın saatlerde, kalıcı- önemli işler başardın. Ne kadar övünsen azdır.
*
Ey ki ey, kanıma düşen cemrem benim !
Ağıdım, türküm, koçaklamam… Tekkelerde ilâhim, düğünlerde kına yakım havam; duam, öfkem, sevincim, hüznüm ve en içten kahkaham…
*
Yaşatan, öldüren, süründüren, sürgünler çıkaran, zindanlara atan, gurbet mektubu olan, vuslat çiçeğim, hasretim, sohbetim, anlatamadıklarımın el değmemiş anlatımı, kimsenin diyemediği içimin şelalesi oy. Ruh kökümün uykusuz mağarası, gönül gözümün ırmaklaşan su mavisi oy…
Sadece bizim edebiyatımızda, benim tespitlerime göre 136 şairi öldüren, yakan, zehirleyen, bıçaklattıran, sehpaya götüren, ferman yazdıran, fetva verdiren şiir… Değiştirici özelliğinle, tabandan nefes nefese isyânlarımı tavana kurşun ağırlığından daha ağır vuran sensin…
*
Nasıl süzülüp duruyorsun karşımda? Dört dörtlüksün mübârek! .. Yada failâtün, failâtün, failün der gibisin...
*
Cihan İmparatoru, çağ açıp çağ kapatan Fatih Sultan Mehmet’ e Fatihliğini bir kenara bıraktırarak “Avni” adını takan sensin. O da yetmez gibi ulu hakan Kanuni Sultan Süleyman’a da “Muhibbi” mahlasını verdin.
Yeryüzüne düzen-intizam veren, nice orduları dize getiren Sultan ve Hakanlar, senin karşında dize geliyorlar, isimlerini değiştiriyorlar... Nasıl bir büyüsün ki, işlemediğin yürek yok...
I. Sultan Ahmet’ e “Bahti”, IV. Sultan Murat’a “Muradi”diyen ve sonra III. Sultan Selim’ i “İlhami” yapıp değiştiren sensin.
*
Bütün ihtilâller, bütün isyânlarda, düzene baş kaldırılarda sen varsın şiir. Neden? Değiştirici özelliğinden. Statükoyu pek sevmezsin, yenilikten ve halkın mutluluğundan yanasın bilirim.
Düzeni değiştirirsin. Lideri değiştirirsin.
Marş olursun, destan olursun kahramanlık giysilerinle dolaşırsın cephelerde.
Sonra, savaş içinde savaşa karşı savaşsızlık savaşını yaparsın.
Pir Sultan’sın, Dertlisin, Karacoğlansın, Yunussun…
Değişimi isteyenlerin yegâne dil silâhı sensin… Hem toplumu, hem dünyayı değiştirirsin…
*
EY ŞİİR ! İnsanlık var oldukça var olacağını biliyorum. Kıyamet kopana kadar bizimlesin. Hangi şekilde, hangi halde ve yeryüzünün neresinde bulunursak bulunalım, sen de bize uygun, bizimle olacaksın... Sen değişecek ve bizi de değiştirmeye devam edeceksin.
*
Sahi, sen şairini besleyemiyor musun?
Ona geçimini sağlayacak maddi bir olanak bulamıyorsun. Bu belli... Ahmedi’ ye Büyük İskender’ e ait efsaneleri genişleterek on bine yakın beyit halinde Süleyman Şah adına yazdıran sen değil misin? Şahın ölümünden sonra, bu eseri Yıldırım Bayezit’ in oğlu Süleyman Çelebi’ ye sundurdun. Söyle bakalım, bu nasıl iş? Bu nasıl oyun? Bir yanda Timur, öte yanda Beyazıt’ ın oğlu... Konuş, susma! ! ! Anlat! ! ! Bekliyorum! Beşbin beyitlik Cemşid ü Hurşid’ i de Ahmedi’ ye sen yazdırtmadın mı?
Sonra;
İranlı Firdevsi’ye yazdırdığın o “Şehname”ye ne demeli? Gazneli Mahmud’a bahşiş alırım diye övgüler, sonra para alamayınca taşlamalar.. Ve Arian Çingenelerini öve öve göklere çıkarmalar, bizim Alper Tunga’mıza olmadık saldırılar. Ya buna ne dersin?
Şairini aç bırakan hain! ! ! İnsan, sevdiğini aç-yoksul ve ona-buna muhtaç bırakır mı? Hakanlara, sultanlara, saraylara girmek için onları mecbur tutan ben miyim sanki?
*
Değiştirici özelliğinle saray odalarına şairinin damlattığı övgünamaler, yağlar, şakşaklar ile kese kese altın verdirten sensin biliyorum. Zafernameler yazdırıp binlerce dönüm arsayı hediye olarak şairine sundurdun onu da biliyorum.
Tarihler değiştikçe, sen de değiştin.
Kendini değiştirdikçe bizi de ateş renkli duyguların fırınında pişirdin, öyle değil mi?
*
Ey şiir!
Ey en büyük devrimci!
Ey en büyük değiştirici!
Uzat bakayım ellerini! Ellerinden tutmak istiyorum! Otur hele yanıma! Benim gibi bağdaş kur da görelim. Ne o, asırlarca sana biçilen kalıplar içinde mi kaldın? Hecelerden ve seslerin kalınlık ve inceliğinden çizilmiş kalıpları kıralı epey olmadı mı? Diz çök de görelim. Ellerin buz gibi... Titriyor... Korkuyorsun benden niye? ...
Korkma! Sokul bana! Sesini, nefesini özledim! Çocukluğumdan beri sana hasret yaşamışım zaten! ! !
Her yerde, her durumda yaşarsın ve her şeyi, her zaman ve daima değiştirirsin demiştim.
Aslında biliyor musun, sen bende değil şiir, ben sende yaşıyorum. Sen olmazsan, senin içinde, senin ikliminde değilsem, nefes bile alamıyorum.
En güçlü, en şahane şairlerini daha 40’ına gelmeden öte dünyaya gönderdin; bazılarını da intihara sürükledin.
Halk ozanı amcamın sazının telleri, anne annemin Anadolu ağıtçı kadınlarından birisi olarak söylediği ağıtlardan bu yana, beşikten düşüp de, dedemin “Tahir ile Zühre”, “Leyla İle Mecnun”, “Hazreti Ali’nin Kılıcı” gibi okuttuğu kitaplardan bu yana, yani özetle, senin içine girdiğim günlerden bu yana, çıkamadım içinden. Kocadım bak, torun torbaya karıştım. Çilem dolmadı mı daha?
Gel dilime. Değiştir ağız zindanımın kilidini. Seni bekliyorum seni…!
--------------------------------------
(17 Mayıs 2013/Ansan, 12. Akdeniz Şiir Günleri’ nde ŞİİR NEYİ DEĞİŞTİRİR oturumunda yapacağım konuşma metnidir)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.